İşte o yazı:
1983 yılında orijinal adı The Day After olan, Türkiye'de "Ertesi Gün" ismiyle vizyona giren filmi hatırlar mısınız?
Soğuk savaşın sonlarına yaklaşıldığı bir dönemde çekilmişti. Ama filmde Amerika ile Rusya arasında nükleer savaş çıkmıştı. Yani dünyanın sonu gelmişti.
Hafızanıza, filmin en çarpıcı sahnesini hatırlatarak yardımcı olayım. Amerika'da çocuk parkında bir anne, çocuğunu salıncakta sallamaktadır.
Mutluluğun resmi bir anda uzakta parlayan çok güçlü bir ışıkla dehşete dönüşür. Saniyeler içinde anne ve çocuğun olduğu parktaki herkes küle döner. Patlayan bir nükleer bombadır.
Film o sahnesiyle akıllara kazınır. Toplamda sadece Amerika'da 100 milyon kişi izler. İşin asıl ilginç yanı ise, film yayınlandıktan sonraki bir yıllık dönem içerisinde Amerika'da kredi kartı ile harcamaların iki buçuk kat artış göstermesidir.
Çok sayıda sosyolog ve ekonomist, insanların bir anda aşırı tüketime yönelmesiyle, Ertesi Gün filmi arasında bağlantı kurar. Çünkü, o çarpıcı sahne, toplumun bilinç altına maddi olan her şeyin boş olduğu fikrini oturtur.
Ömür boyu çalışıp, didinerek elde edilen birikimlerin; bir çılgının, bir düğmeye basmasıyla yok olması işten bile değildir. O halde hayatı kasmanın anlamı yoktur, yiyip içmenin, eğlenmenin zamanı gelmiştir.
1983 yılı Amerika'da popüler kültürün ve tüketimin patlama yaptığı yıldır. Bu akım çok kısa süre içinde de Avrupa'yı da etkisi altına alır.
O sene, Madonna'nın Holiday, Cyndie Lauper'ın, Girl just Wanna Have Fun, Eurythmics'in Sweet Dreams, Frankie Goes To Hollywood'un Relax'i gibi daha pek çok şarkı tüm dünya gençliği ile birlikte Türkiye'yi de kasıp kavurmuştu.
Sonrasında Alphaville, Duran Duran, Depeche Mode gibi pek çok grup ve solist uzun süre kalacak şekilde hayatımıza girdi.
Dünya genelinde demeyelim ama birbiriyle kültürel etkileşim halinde olan ülkelerin çoğunda bir eğlence havası hakim oldu.
Aradan yıllar geçti, her dönemin ruhu farklıdır. Bugün neoliberalizmin getirdiği noktada eğlenceye artık daha küçük bir kesim ulaşabiliyor. Çoğunluk iş bulabilmenin, karnını doyurmanın derdinde.
Günlük kaygıların üstüne şimdi bir de korona çıktı. Almanya Başbakanı Merkel virüsün ülkesinin nüfusunun yarısını hasta edeceğini söyledi. Kimi uzmanlara göre sadece Almanya değil, dünya nüfusunun da yarısı tehdit altında.
İtalya'da insanlar sokağa çıkamıyor. Ülkede umutlar bile karantina altında.
Neyse ki biz henüz o aşamada değiliz ama global salgın gösterdi ki, Çin'den de İtalya'dan da aslında hiç de uzak değiliz.
Evet belki çok kayıplar vereceğiz ama korona insanlığın sonunu getirmeyecek. Mutlaka aşısı bulunacak.
Peki ya sonrasında?
Dünyanın öbür ucunda ortaya çıkan bir virüsün bir anda sevdiklerimizi, hayatımızı ortadan kaldırabileceği gerçeği, bizlere yeni bir dünyanın kapılarını açabilir mi?