Bu yazıda sizlerle koronavirüsün sadece kişisel sağlık veya sağlık politikaları üzerine etkilerini değil, eğitimden iş hayatına pek çok alanda hızlı dönüşümleri nasıl tetikleyebileceğini aktardık.
2019 yılının son günlerinde ortaya çıkan Çin kaynaklı Koronavirüs salgını 2020’nin ilk ayları itibariyle neredeyse tüm dünya ülkelerine yayılarak pandemi haline geliyor. Yakın geçmişte sorun yaratan SARS, MERS, H1N1’e göre çok daha hızlı yayılması, virüsün günlerce belirti vermeden bulaşabilmesi, yüzeylerde canlı kalabilmesi, sıcağa dayanıklı olması, bilhassa yaşlılarda yüksek mortalite ile seyretmesi tüm toplumlarda paniğe yol açtı.
Çin dünyanın önemli bir üretim üssü olduğu için, panik hızla dünya ekonomisini tehdit eder hale geldi. Bu yazıda sizlerle virüsün sadece kişisel sağlık veya sağlık politikaları üzerine etkilerini değil pandeminin başlarından itibaren gördüğümüz üzere, eğitimden iş hayatına pek çokalanda hızlı dönüşümleri nasıl tetikleyeceğini hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Önce özetle Moore eğrisinden bahsedelim. Gordon Moore, Intel firmasının kurucu ortaklarından. 1960’larda işi gereği bilgisayar dünyasında olan biteni yakından yaşıyor ve bilgisayar çiplerinin bir yıl civarında üssel (eksponansiyel) biçimde geliştiğini ve ucuzladığını farkediyor. Sonraları bu kuralın yeni teknolojiler, internet dünyasında hemen her konuda geçerli olduğu gözleniyor ve bu durum Moore Yasası adı altında kavramsallaştırılıyor. Örneğin internet reklamcılığının pasta payı başlangıçta %1 iken ertesi yıl yaklaşık %2, sonraki yıl %4, sonra %8 yani katlanarak artıyor.
Bir süre sonra nüfus artışının da, küresel ısınmanın da bu şekilde arttığı gözleniyor. Hatta start-up kavramı da bir bakıma buradan türüyor, yani teknoloji kullanarak hızlı büyüyen şirketlere start-up deniyor, eksponansiyal büyüme istidadı göstermeyen şirketlere yatırım yapılmıyor.
İşte Koronavirüs de bu kaideyi bozmuyor ve girdiği her ülkede böyle hızla yayılıyor. Üssel artışta kritik olan, birikimin yavaş geliştiği için, önceleri fark edilmemesi, sonra birden hızlanarak adeta bir tsunami gibi önüne kattığı her şeyi yıkması. İş alanında yıkıcı teknolojiler dediğimiz tam da bu. Yani, değişimi farkedemeyen eskiyi çok hızla silip süpürüyor. Blackberry, Kodak, Yahoo, Nokia’nın başına gelenler çok bilinen örneklerden.
Değişimin adını doğru koyalım, bir Bilim ve Teknoloji Devrimi içerisinde yaşıyoruz. Bu insan evladının tarım devriminden beri gördüğü, yaşadığı en büyük değişim. Tarım devrimi nasıl tüm toplumun organizasyon yapısını, ekonomik ilişkilerini, birey davranışlarını, yaşam biçimlerini kökünden değiştirdiyse bu devrim de onu yapacak. Artık bildiklerimizi unutma zamanı. Her kurumu, her yapılanmayı yeni baştan tasarlayıp çalışır hale getirmeliyiz.
Biz bunu istemesek de, gönüllü olarak yapamasak da virüs veya şimdiden öngöremediğimiz başka bir faktör bizi ciddi değişime zorlayacak. O nedenle bütün insanlık tarihindeki birikimimizden yararlanarak yeniyi hayatın bütün alanlarını hızlı ve sağlıklı bir şekilde kurgulamalıyız.
Maske bu salgının simgesi oldu. 50 yıllık sağlıkçıyım, maskenin kara borsasının olacağı aklıma gelmezdi. Uzmanların, DSÖ, CDC gibi saygın kuruluşların uyarıları insanların maske paniğine engel olamadı, bu ayrıca düşünülmesi gereken bir konu. Esas vurgulamak istediğim, dünyanın her zaman global bir köy olduğu ve bağlantısal bütünsellik prensibini, yeni yaşama bakışımızın tam merkezine yerleştirmemiz gerektiği.
Çin sadece panik nedeniyle maske, eldiven, enjektör ithal eder hale gelmedi, diğer ülkelerin üretimini batırdığı ve bizde olduğu gibi kamu otoritesi maalesef buna seyirci kaldığı için fevkalade zor durumda kaldı. Siz başkalarına fırsat vermeden acımasızca rekabet ile onları yok ederseniz işte bu ve benzeri bir durumda malzemesiz, tıbbi cihazsız kalıverirsiniz.
Yani hepimiz yanımızdaki kadar güçlüyüz, acımasızca rekabeti değil, rekaberliği hedeflemeliyiz. 20 derece sıcaklıkla eriyen Antarktika’nın yarattığı sorunları çözmek; aslında zavallı, kendini bir şekilde var etmek isteyen COVID-19’dan çok çok daha zor olacaktır. Örneğin suların yükselmesiyle binlerce yerleşim yerini kaybetme tehdidiyle, milyonlarca yıl yaşayabilmiş, hiçbir canlının tanımadığı bir mikrobun yaratacağı sorunlar ile nasıl baş edebileceğiz?
İklim krizi, salgınlar, ekonomik çöküntü, bütün dünyada giderek artan mülteci sorunu eski bildiğimiz yöntemlerle çözemeyeceğimiz, kompleks yani çetrefil sorunlar. Bunların çözümü için multidisipliner çalışmaya ve ülkeler arasında derin işbirliğine çok ihtiyaç var. Enseyi karartmayalım, bağlantısal bütünsellik prensibini uluslararası alanda da tüm kararlarımızın, siyasi kültürümüzün ana şiarı yapabilirsek bunların üstesinden kolayca gelebiliriz.
Sağlık, dünyanın hiçbir ülkesinde uzun yıllardır, belki de tüm tarih boyunca, stratejik bir sektör olarak düşünülmedi. Şimdilerde herkes bu gerçeği gördü, gerçekten her şeyin başı sağlıkmış. Sağlık olmayınca, elindeki değerlerin bir anlamı olmuyormuş. Bir küçücük virüs sizin tüm birikimlerinizi bir tsunami gibi önüne katıp götürebiliyormuş. Aslında 2019 içerisinde sağlığa tüm dünyada ayrılan para 8 trilyon doları aşarak gıda ve tarım sektörünün önüne geçmiş, askeri harcamaları ikiye katlamıştı.
Ancak savunma sanayine devlet kurumlarının, aslında tüm toplumun verdiği önem, gösterdiği özen sağlık ve sağlıkçılara gösterilmiyordu. Bunun dünyadaki en çirkin örneğini biz yaşıyorduk, maalesef dünyanın ayrılan paraya göre en az endişe duyulan sağlık hizmetini sunan Türk sağlıkçıları her gün şiddete maruz kalıyorlardı. Bu salgın sağlıkçılara devletin, toplumun ve tüm bireylerin ne kadar özenli yaklaşması gerektiğini gösterdiği için de çok öğretici.
İşimizde veya günlük hayatta elle yaptığımız işleri bilgisayara geçirince dijital dönüşümü gerçekleştirdik zannettik. Halbuki, dijitalleşme bundan çok daha fazlası. Örneğin şeffaflık bu çağın vazgeçilmezi. Salgın yine burada çok öğretici. Çin yöneticileri başlangıçta bu yeni hastalığı yok saydılar, çeşitli şekillerde dünya kamuoyunu ve kendilerini uyaran sağlıkçıları susturdular.
Korona bunu dinler mi, daha beter hızlandı. Sonra şeffaflığın hayati önemini farkederek kapılarını Dünya Sağlık Örgütüne ve virüsle ilgili gelişmeleri bilim dünyasına açtılar. Biyoteknoloji, yapay zekâ, genetik gibi alanlarda zaten kendilerini çok geliştirmişlerdi, hızla virüsün genomunu çözdüler ve aşı çalışmalarına başladılar. Diğer taraftan yapay zekâyı kullanarak hastalıkta tedavi değeri olabilecek ilaç bulmaya giriştiler.
Bu durum bize de örnek olmalı ve biyoteknolojide derhal gerekli adımları atarak kendimize yeter hale gelmeliyiz. Diabet hastalık yükü ağır ülkelerden birisiyiz, bir gün başka bir felaket kapıları çaldığında insülin ithal edemezsek hastalarımız ne hale gelir? Tabii biyoteknoloji, inovasyon, yenilik, gelişme deyince temel bilimlerin önemini ayrıca vurgulamak lazım, onlarsız olmaz.
Okullar, spor müsabakaları birbiri ardına tatil ediliyor, çünkü virüs çok kolay bulaşıyor. Bu; bir bakıma her sahada yeni yöntemleri yaygınlaştırmak için bir fırsat. Örneğin yıllardır üniversite ve lisansüstü düzeyinde online eğitim, kurslar yapılıyor. Şimdi online eğitim Çin ve Vietnam‘dan başlayarak tüm eğitim sisteminde mecburen yaygınlaşıyor, bakalım ne kadar verimli olacak? Sonuçta insan toplu ibadeti, yemeyi, eğlenceyi seven, en acı çektiren cezasının hapsedilerek özgürlüğü kısıtlanan bir yaratık olması bu tip eğitimi nasıl etkileyecek?
Belki de çocuklar gençler ev ortamında daha iyi öğrenecek, öğretmen istismarına maruz kalmayacak, okula gitmek sadece sosyalleşmek, spor yapmak için veya ebeveynlerin zorunlu durumları nedeniyle gerekecek. Salgını yatıştırmak için pek çok ülke, şirket evden çalışmayı teşvik ediyor. Bu uygulama sadece işyerlerindeki tacizi, mobbingi, verimsizliği azaltmakla kalmayacak, belki de iş ortamlarında başka radikal değişimleri tetikleyecek.
Paylaşım ekonomisi yalnızca arabaların, evlerin ortak kullanımını değil insan kaynağının da paylaşılacağı bir iş kültürü yaratmakta. Yani evrimin temel kuralı gereği statüko değil, esneklikle adaptasyon ile salgınla veya başka nedenle hızla değişen şartlara uyabilenler hayatta kalacak. Artık çok belli ki Bilim Devriminin, aşırı hızlanan hayatın zorladığı değişimi yumuşak veya sert bir şekilde başaramayan kurum ve yapılar uzun süre ayakta duramayacak.
Bütün devletlerin aldığı önlemlerin başında hasta veya şüphelileri olabildiğince sağlık merkezlerine başvurmadan evlerinde tutmak var. Son zamanlarda hastaların psikolojik, sosyal ve finansal nedenlerle hastaneden uzaklaştığını gözlüyor, dünyada evde hastane uygulamalarına yönelik çalışmaların hızlandığını biliyorduk; bu salgınla evde hastanenin çok popüler hale geleceğini söylemek mümkün. Keza her çeşit dijital, mobil sağlık sisteminin daha fazla uygulanacağını, kabul göreceğini söylemek kehanet olmaz.
Salgın vesilesiyle sağlık okuryazarlığının ne kadar önemli olduğunu da anladık. Bu konuda daha alacağımız çok yol var. Avustralya’da tuvalet kağıdının neredeyse karneye bağlanması, en medeni dediğimiz ülkelerde gereksiz yere boşaltılan market rafları insanların can korkusuyla panik halinde neler yapabildiğini bize gösterdi, gelecekte daha kötü senaryolara hazırlıklı olmalıyız.
Uzunca bir zamandır posttruth denilen dönemin içinde algı yönetimi, yoğun manipülasyon, bilinç dışına mesajlar, nöro-marketing derken insanların kararlarını akıl, mantık, sakin duygular ile almalarını önlemek için her şeyi yaparsanız sonucu bu olur, virüs beyni de vurur.
Virüsün ekonomi üzerindeki yıkıcı etkisi muazzam oldu, bu yazıyı yazdığımda piyasada görülmemiş bir panik yaşanıyordu.
Yeni koronavirüs, can çekişen neoliberalizmin tabutuna adeta son çiviyi çaktı. Bu noktadan itibaren, bağlantısal bütünsellik prensibiyle ekonomiyi de en başta büyüme rakamları gibi göstergelerden başlayarak yeniden kurgulama zamanı.
Salgının tüm sektörler üzerinde çok derin etkiler yaratacağı kesin. O nedenle sadece sağlığımız için değil, işimizin ve kurumuzun, mesleğimizin geleceği açısından da salgını, virüsün doğrudan ve dolaylı etkilerini yakından takip etmeliyiz. Fütüristler yıllardır COVID-19 benzeri salgınları yaşayacağımızı söylüyorlardı, hatta son Davos toplantılarında bu konuda oturumlar da düzenlendi.
Aynı iklim krizi gibi bazı gerçekleri bilmek onları kabul etmek ve kolayca gerekli önlemleri almak anlamına gelmiyor ama bu sefer mini minnacık bir virüs bizi köklü dönüşüme zorluyor. Bu süreçte değişimi fark ederek kendisini, kurumunu, toplumu hazırlayabilen liderler öne çıkacak, diğerleri çok hızla tarih sahnesinden silinecek. Bu kriz bilimi içselleştirmiş, karar mekanizmalarının tam ortasına yerleştirmiş ülke ve kurumlar için bir fırsat haline gelecek.
Salgın, düşük yoğunluklu savaş, terör, ekonomik kriz, mülteci sorunuyla dolu ağır gündeme rağmen biz bilime gönül vermiş insanlar her zamankinden daha fazla çalışmalı, gayret göstermeli, çok yönlü çok üretken olmalıyız. Toplumların getirildiği hali iyi bilerek, kimseyi ötekileştirmeden, şiddetten, yalan haberlerden uzak kalarak bilimsel doğruları anlatmaya ve araştırmaya devam etmeliyiz. Gemimiz her anlamda sağlam olmalı ki sert rüzgarlara, bundan sonra bir biri ardına gelecek tsunamilere kolayca dayanabilsin.