Kösem Sultan hakkında bir kitap yazmak fikri nasıl ortaya çıktı? Kitabı ne kadar zamanda nasıl bir çalışmayla yazdınız?
Geçen sene sonbaharda Halil İnalcık’la Devlet-i Aliyye’nin ikinci cildi üzerine konuşurken hoca, “Sen Kösem’i yaz”dedi. Hatta sıkıcı olmayan bir kadın biyografisi yazmam gerektiğini de yine kendi üslubuyla hatırlattı: “Yazarken Boğaz’a bakmayı unutma.” Bu bir yıl içinde Osmanlı, İtalyan ve İspanyol arşivleri ile döneme ait farklı dillerden yazılmış tüm kaynakları taradım. Atina’dan Salamanca’ya, Zagreb’ten Cagliari’ye kadar pek çok şehirde ne bulduysam topladım.Yunanca’dan Osmanlıca’ya kadar pek çok dilde Kösem’in yaşadığı dünyaya bulduklarımla onun hayatını yeniden kurmaya çalıştım. Kendi eliyle yazdığı mektuplarda satır aralarına sıkışmış ifadeleri inceledim. Bir tek kelimenin peşinden bile çok uzun bir yolculuk yaptığım oldu.
Bu kitapta nasıl bir Kösem Sultan’la tanışacağız?
Kösem erke âşık bir kadın. Duygusal, romantik tarafını görmüyoruz. Bir duygu insanı değil, akıl insanı. Attığı adımlarda duyguları ön planda değil. Pratik, mantıklı, basiretli, ihtiyatlı bir kadın olarak tarihin sayfaları arasında yer alıyor. Ama kimse onu koca gönüllü bir âşık ya da mâşuk olarak hatırlamayacak. Katı, zaman zaman acımasız, devlet politikasını iyi bildiği için ne zaman geri atması gerektiğini bilen biri. Gücü ele geçirdiği dönemde saraydaki her işin takibini yapıyor: Bir savaş için hazırlanacak mühimmattan, saraya alınacak peynir, ya da sofanın direklerinin tamirine kadar! Güç yüklü elleri her yere ulaşıyor. Aynı anda hem devlet işlerinin hakkından geliyor, hem de pratik olarak halledilmesi gereken her konuya eğiliyor. Üstelik titiz. Klasik bir hanedan kadını; çağının ilerisinde, sanata hamilik yapan entelektüel bir kadın değil. Zenginliğini her hanedan kadını gibi hayır yapıları ve vakıflara akıtıyor. Sanatın diğer alanlarında ölümsüzlüğü yakalama şansı olmayan Osmanlı hanedan kadınlarının hepsi gibi ölümsüzlüğü kitabelerde arıyor. Hatta ömrünün sonuna doğru hayli yardımsever bir kadın olarak çıkıyor karşımıza. Avrupa’da hükümdarlar ve saray kadınları günahlarından arınmak için yaşlanınca manastıra çekilirler, Osmanlı’da çağdaşları da aynı sebeple hayır işlerine sığınıyorlar.
Osmanlı devletinin yönetiminde kimlerin etkisi ne kadardı, ya da başka bir deyişle padişahlar yönetime ne kadar hâkimdi? Kösem hangi ilişkiler ağıyla kendisine nasıl bir yer edindi?
Bu her dönemde değiştiği gibi, bireysel olarak padişahtan padişaha da değişiyor. Kösem’in yaşadığı yüzyılda padişahın etkisinin asgari düzeyde olduğunu görüyoruz. 16. yüzyılın sonunda başlayan Celali ayaklanmaları sosyal, siyasi ve askeri bir değişime yol açıyor. Artık sisteme hâkim padişah profilinin yok olup asker karşısında boynu neredeyse kıldan ince bir hükümdarın geliştiği bir yüzyıldan bahsediyoruz. Ocak ağaları, harem ağaları, ulema başta olmak üzere, karar mekanizmasına giden yollarda kilit noktalar oluşmaya başlıyor. Kösem bu denge unsurları ve iktidar mücadeleleri arasında bir kadın olarak ayakta kalmayı başarıyor. Her ne kadar kendisini saydırmayı başarsa ve devleti ayakta tutacak gücü olduğunu ispatlamış olsa bile, kadının yönetimde bulunmasından hoşlanmayan bir toplumda çetrefil bir savaş verdiği şüphe götürmez. Sadece bir kadınla çalışmak, ondan emir almak zorunda kalan ataerkil bir devlet erkânının değil, toplumun çiçeği sayılan entelektüel katmanın bile bundan haz ettiği söylenemez.
I. Ahmet güçlü bir padişahtı. Sizin kitabınızdan da Kösem Sultan’ın onun dikkatini güzelliğinden çok zekâsıyla çektiği izlenimini ediniyoruz.
Kösem’in güzelliğinden çok aklını kullanmasına yapılan referanslar mı onun güzelliğini ikinci plana itmiş, yoksa dönemin güzellik anlayışı çerçevesi içinde sıradışı bir güzel olarak görülmez mi, bilemeyiz. Bildiğimiz tek şey kurnazlığının, zekâsının ve hırsının fiziksel görüntüsünün daha ötesinde olduğu. Güzelliğinden her zaman dem vurulsa da altı çizilen diğer özellikleri arasında kaybolup gider. Lâkin genel olarak güzellikten ziyade bir şeytan tüyüne sahip. O dönemde İstanbul’a gelen Sandys “Casek Cadoun”olarak kaydettiği Kösem’in güzelliğine büyüyü de eklendiğinin söylendiğini belirtir. Şarkı söyleyen, sohbet eden, güven uyandıran bir kadın.
Bugün ondan kalan mektuplar hakkında ilginç bir tespitiniz var. Kösem’in kendi işine hâkim ama Türkçeyi iyi bilmeyen ve iyi eğitim almamış olduğunu el yazısından anlıyorsunuz. Bu konuyu açar mısınız?
Hep Harem’in okul olduğu iddia edilir, doğrudur. Ama yeterli değildir. Harem kadınları Avrupa’daki saraylı kadınların entelektüel olarak fersahlarca gerisinde kalmışlar. Saraya tiyatro, bale, dans, daha sonra opera getiren, bilim adamlarıyla mektuplaşan, pek çok dil konuşan Avrupalı saray kadınlarının yanında, daha mektuplarını yanlışsız yazamayan bir Osmanlı saray kadını prototipi ile karşı karşıyayız. Kösem’in Türkçe bilmesine rağmen Arap alfabesindeki Türkçe karşılığı olmayan sesleri yazarken yaptığı hatalar bunu ele veriyor. Yazısı ne yazık ki, Avrupalı kaligrafi gibi yazı yazan çağdaşlarının aksine zarafetten yoksun. Kitaplarla ilgilenmiyor. Ondan kalan mektupların büyük kısmı ısmarladığı, ya da tamir ettirdiği mücevherlerle ilgili; ama kitaba dair tek satırı yok. Edebiyat zevkine dair hiçbir şey bırakmamış.
Osmanlı’da “taht oyunları”nı yönetenler aslında padişah anneleri mi?
Etkin oldukları doğru, ama bütünüyle değil. Özellikle 17. yüzyılda askerin istekleri karşısında ayakta durmak zor. 16. yüzyılda kadınlar bu alanda daha etkinler. Kösem’in yüzyılı, askerin önüne geçen her kuvveti sürükleyip devirdiği bir asır. Avrupa’da taht çarkı içinde hükümdar annelerinin yanı sıra kız kardeşler, teyzeler ve diğer kadın hanedan üyeleri de var. Şarlken’in İmparator seçilmesi arifesinde annesi, teyzeleri, kız kardeşlerinin Avrupa’nın dört bir sarayında nasıl etkin olduklarını hatırlamamız yeterli. Osmanlı’da valide sultanlar sadece taht oyunlarında değil, oğulları başa geçtikten sonra da en etkin kadın figürü olarak saraydalar. Avrupalı çağdaşları regina madre’ler (anne kraliçe) gibi onlar da siyasetin içinde farklı boyutlarda yer alıyor ve oğullarının kısmen danışmanlıklarını yapıyorlar. “Anneye saygı kültürü”nün etkisinin siyasi alana kadar yayılmış olduğu görülüyor.
Bu kadınlar neden bu kadar ilgi çekiyor. ‘Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sebeplerinden biri olarak “Saray kadınlarının ülke yönetimindeki etkisinin artması” ezberimizin bu konuda bir rolü var mı?
Kadınlar tarihin her döneminde, her sarayda devletin iç ve dış siyasetinde etkin olmuş. Unutmayın ki tarihi yüzyıllarca erkekler yazdı. Yaşadığımız çağa kadar bir tek kadın tarihçi ya da vakanüvis duydunuz mu? Avrupa sadece Osmanlı’dan bu açıdan daha şanslıydı çünkü onlar kadınların varlığını kabul edip tarihlerini yazdılar. Avrupalı bir hükümdarın kız kardeşinin tarihini yazabilirsiniz, çünkü kaydedilmiştir. Ne okuduğunu, ne yediğini, ne düşündüğünü... Koskoca bir cilt çıkar. Bu bizde böyle değil. Kadının varlığını görmek istemeyen bir erkek devletinin tarihinde kadınların sadece olumsuz hatırlanması doğal. Koskoca vakanüvis Naima’nın bile eserinde Kösem’i kadın aklıyla iş yapmakla suçlayıp, neredeyse noksan akıllı olduğunu ima ettiğini hatırlamak yeter.“Siyasi mizojen” bir devlet geleneğinden geliyoruz ve bu ne yazık ki değişmedi. Tarihi yüzyıllarca kadınlar yazsaydı bambaşka çıkarımlarla karşılaşırdık.
Popüler tarihe ilgi de arttı. Filmler, diziler, kitaplar. Tarihi çoklukla dizilerden öğrenmeye başladık gibi. Bunun son örneği Muhteşem Yüzyıl’dı, şimdi de Kösem dizisi var, ne dersiniz?
Keşke tarihe olan popüler ilgi artsa... Bu ilgi piyasaya yanlış, taraflı, çirkin kitapların çıkmasına sebebiyet verdi. Piyasa kötü kitaba doydu. Tarih uzmanı olmayan okur iyiyi ve kötüyü ayırt edemediği için bu “yanlış” kitaplar okunur duruma geldi. Diziler ise başka bir sosyal yara. Bunlar aslında tarihe ihanet etmedikleri süre içinde çok yararlı olabiliyorlar, ama Türkiye bunu başaramadı. Ben sadece İspanya’da gösterilen Carlos Kral İmparator dizisini izliyorum. Bir tek aşk teması olmadan üst üste üç bölüm verildi. Gerçekleri veriyor, aşk sadece gerektiği yerde var. Bizde ise tarih dizilerini kurgusal aşk istila etmiş. Türkiye’de aşksız 15 dakika ayakta duramaz o dizi. Kösem büyük hatalarla dolu. Belli ki senarist kadrosu kendi bildiğini okumuş. Dizinin dönemi iyi bilen, konusunda uzman akademisyen-tarihçi danışmanları var. Senaristlerin onların sözünden çıkmaması ve izlenebilirliği artırmak için tarihsel hatalar yapmamaları şart. Sonra “ama bu bir kurgu” diyerek işin içinden çıkıyorlar. Milyonların hafızasına yanlış bilgiler çakılıp kalıyor. Sonuç olarak: Bırakın tarihi tarihçiler yazsın.