Antalya Altın Portakal’da Ulusal Yarışma jürisine başkanlık eden son filmi “Kız Kardeşler” ile birçok festivalde ödül alan yönetmen Emin Alper, ödüllerin dağıtılmasından önce yaptığı konuşmada bu yılki filmlerin ‘suç ve vicdan’ temasını işlediğini belirterek suçun alenileştiği ve vicdanların köreltildiği bir ortamda olunduğunu vurguladı. “Umarız bu kıpırdanış, bugün suskunluğa zorlanmış, sesi kısılmış vicdanlarımızın bir gün gürleyerek geri döneceğinin habercisi olur” diyen Alper’in konuşması ödül törenine katılan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy dışında salondan büyük alkış aldı.
2021 Antalya Altın Portakal’a Tamer Karadağlı ve Nihal Yalçın gerginliği damga vururken Ulusal Yarışma jürisine başkanlık eden yönetmen Emin Alper, ödüllerin dağıtılmasından önce yaptığı konuşmada bu yıl ulusal uzun metraj seçkisinde yer alan filmlerin bir kısmında ‘suç ve vicdan’ temasının işlendiğini ve sinemacıların, Türkiye’nin siyasi atmosferinde yaşanan çalkantıları farklı bakış açılarıyla ele aldıklarını ifade etti. Alper, Türkiye’de içinde bulunduğumuz baskı atmosferinde sinemacıların, yaptıkları filmlerle vicdan muhasebesinin susturulamayacağını ortaya koyduklarını vurguladı.
Birgün'de yer alan habere göre, suçun giderek alenileştiği ve vicdanların her gün susturulmaya çalışıldığı, köreltildiği bir atmosferde olunduğunu kaydeden Alper, “Umarız bu kıpırdanış, bugün suskunluğa zorlanmış, sesi kısılmış vicdanlarımızın bir gün gürleyerek geri döneceğinin habercisi olur” dedi.
“İnsanlığın vicdani muhasebesi hiçbir zaman bitmez”
Alper’in Kültür Bakanı Mehmet Muharrem Ersoy dışında salondan büyük alkış alan konuşması şöyle:
“Bu seçkide iki özellik ön plana çıkıyordu, bir tanesi ilk filmlerin çokluğu. Beş tane ilk film vardı ve bu sinemamız adına çok umut verici bir gelişme. İkinci dikkat çeken yöne ise genelde seçkilerde pek rastlamadığımız, bir ortak tema etrafında filmlerin toplanmaya başladığını görmüş olmamız. Bu ortak tema da vicdan ve suçluluk duygusu.
Yaklaşık beş tane filmi rahatlıkla bu kategori içerisinde değerlendirebiliriz. Mesela din ve vicdan ilişkisine, inanç ve vicdan ilişkisine iki apayrı çerçeveden bakan iki film izledik. Ailesinin işlediği suçun bedelini ödeyen hem de vicdani yükümlülüğünü üstlenmeye çalışan bir pasif tanığın hikâyesini izledik. Bir ilkokulun baskıcı ortamında suç duygusundan kurtulmak için birbirlerini suçlamaya hevesli öğretmenlerin hikâyesini dinledik. Distopik bir dünyada suçun buharlaştığı, suçlunun kaybolduğu, görünmez olduğu ve tanığın suçlandığı bir hikâye izledik. Kuşkusuz bu ortaklık içinde yaşadığımız dönemin, içinde yaşadığımız siyasi atmosferin bir yansıması diye düşünüyoruz jüri üyeleri olarak.
Çağına yeterince tanıklık etmemekle eleştirilirdi sinemamız. Belki de ilk kez suçun giderek alenileştiği, sıradanlaştığı, adalet arayışının anlamsızlaştığı, vicdanlarımızın her gün susturulmaya çalışıldığı, köreltildiği bir baskı atmosferinde sinemacılarımız vicdani muhasebenin, insanlığın vicdani muhasebesinin hiçbir zaman bitmeyeceğini ve susturulamayacağını usul usul göstermeye başladılar. Umarız bu kıpırdanış, bugün suskunluğa zorlanmış, sesi kısılmış vicdanlarımızın bir gün gürleyerek geri döneceğinin habercisi olur.
Çok zor bir süreçten geçtik. 14 filmi, mümkün olduğu kadar hakkaniyetli ve tabii ki son derece özel bir şekilde değerlendirdik. Ödül dağılımında az önce bahsettiğim suç ve vicdan meselesini politik ve eleştirel bir şekilde irdeleyen ve özellikle yeni ilk yüzleri, yeni sinemacıları bir adım öne çıkaran tercihler yaptığımızı sanıyorum.”