İZZET ÇAPA YAZDI/ GAZETE HABERTURK
Eeee nerede kalmıştık?
Kusura bakmayın araya bazı röportajlar girdi, Bülent Ersoy ile ‘32 kısım tekmili birden’ bitmeyen muhabbetimizin üçüncü bölümü biraz gecikti, 2012’ye kaldı…
Şaka maka derken Bülent hanımla birkaç ay içinde üçüncü kez oturuyoruz sohbet masasının başına. Hem de kendisine çok yakışan bir yerde; Les Ottomans Oteli'nin Hürrem suitinde. Şunu baştan söylemeliyim ki, “Yahu İzzet artık konuşacak ne kaldı” diyenler fena halde mahcup olacaklar. Çünkü Bülent Ersoy öyle bir okyanus ki, istiap haddi daha çok su kaldırır. Bu kez de yine haftalarca konuşulacak şeyler anlattı…
Arada geçmiş röportajlardan ufak tefek bazı izler var ama söyleşinin bütünlüğünü bozmamak için onlara dokunmadım. Neyse işin heyecanını kaçırmayalım da sizi onun fırtınalı dünyasına bir kez daha davet edelim.
Daha önce yaptığımız bir röportajda rahmetli Fahrettin Aslan konusunda söyledikleriniz üzerine, oğullarından Mehmet Aslan “İyi ki dövmüş babam bunları” diye size bir gönderme yapmış...
Sevgililer dövüşür de sevişir de… Bir kere küçük beyin böyle yorumlar yapmaya hiç mi hiç hakkı yok. Ayrıca insan cici annesiyle böyle mi konuşur… (Basıyor meşhur kahkahasını)
Vallahi çok cici bir annesiniz… Kızmadınız mı?
Neden kızayım, onu muhatap kabul etmiyorum ki. Çünkü onların hepsinden önce ben vardım. Annesi Arzu hanım daha Fahri beyden önce, ‘Yağcı’ ile evliyken de vardım. Daha evvel duymamıştım. Duysaydım cevabımı verirdim. Ben o kadar kaliteli bir kadınım ki, bugüne kadar o aile için hiçbir şey söylemedim, sustum…
Şimdi sırası mı geldi diyorsunuz?
Eh madem öyle demiş, ben de anlatırım. 1981 Nisan'ında ameliyatım için Londra'ya gitmiştim. Yanımdaki kız arkadaşımla Sheraton’un kral dairesinde kalıyorum. 14 Nisan 1981 Salı günü ameliyat olacağım.
Cinsiyet değiştirme ameliyatı mı?
Evet, psikolojik tedaviler filan bitmiş artık. Bir hafta öncesinden gittim Londra'ya. Sonra rahmetli Fahrettin Aslan'a telefon açtım. Zamanın parasıyla alacağım olan 3,5 milyonu istedim .
Maşallah iyi para, nereden geliyor bu alacak?
O kadar çalışmışım gazinosunda. Ha kasada durmuş ha Fahri beyde… Ameliyat olacağım gün sizden alırım diye bir kısmını ona bıraktım paranın.
Peki bu kadar parayı yurt dışına nasıl gönderecek?
Onun yurt dışına para transfer eden Musevi bir tanıdığı var. Buradan parayı veriyor, Londra’dan alıyorsun. O gün Fahri beyi telefonla aradım eşi Arzu hanım çıktı. Fahri beyi istedim. Durumu anlattım. 14 Nisan’da ameliyat için gün aldığımızı, para işini halletmesini söyledim. “Sen hiç merak etme” dedi…
FAHRETTİN ASLAN 3,5 MİLYONUMUN ÜZERİNE YATTI
Bir aksilik olacak galiba, öyle bir hava seziliyor.
İki gün sonra tekrar telefon ettim. Arzu hanım çıktı, Fahri bey istirahat ediyormuş. “Ama ben size durumu anlatabilirim Bülent hanımcığım” dedi. Ayol ne durumu? “Çok kötü bir şey oldu, nasıl söylesem” filan diye geveliyor.
Galiba bir bardak soğuk su hazırlamanız gerekecek…
Güya parayı Musevi aracıya vermişler de, adam mali polise yakalanmış, paraları kaptırmış. Aa! Bugüne kadar görülmemiş bir şey! Hemen Fahri beyi istedim telefona “Bülentçiğim maalesef böyle oldu, bu işin rizikoları vardır” demez mi. Resmen benim 3,5 milyon liramın üzerine yatıldı.
Üstelik ameliyat dönemi…
Her şey bir yana hayatımın en önemli dönüm noktası. Kaldım mı beş parasız…
Eee ne yaptınız?
Hemen Türker İnanoğlu'nu aradım. O da çok güçlü bir insan. “2,5 milyona ihtiyacım var” dedim. Sağ olsun ikiletmedi; bir film çekmem şartıyla parayı hemen yolladı.
Türker bey mi gönderdi ameliyat parasını?
Kendisine sorabilirsiniz. Onun gönderdiği para ile her şeyi hallettim, Türkiye’ye döndüm. Sonra o filmi çektim. ‘Şöhretin Sonu’ adlı bir filmdi. Beni orada, elin memleketinde dımdızlak bıraktılar. O para gittiyse bile senin bana vermen gerekir mi, gerekmez mi? Allahsızlık değil mi bu İzzet?
Hele ki böyle bir durumda…
Bırakınız bana olan aşkını meşkini, falanını filanını… Ben altın yumurtlayan tavuğum, zaten geldiğim vakit yine çalışacağım. Fahrettin Aslan, sen orada rahat yatamayacaksın ve sen Mehmet Efendi, o aldığınız paralar benim, Zeki Müren'in ve Behiye Aksoy'un ve diğerlerinin sırtından kazanılmıştır.
MEHMET ASLAN BİZİM PARALARIMIZLA PARİS’TE OKUDU
Biraz kızgınız galiba Fahrettin Aslan’a…
En hayati ve en duygusal dönemimde beni hem yalnız hem beş parasız bıraktı Fahrettin Aslan. Oğlunun da konuşmaya hiç hakkı yok. O evvela babasının bu yapmış olduğu hareketin lügat manası neye gelir, önce onu düşünsün... Ondan sonra da eğer bir parça suratı varsa, yine cevap versin. Ama verebileceğini hiç zannetmiyorum.
Tamam Bülent hanım, sakin olalım lütfen…
Bak Mehmet efendi, bak çocuk çeneni kapat ve otur o sırça Köşkü'nde, sen daha küçüksün. O yılları yaşamadın, bilmezsin. Sen bizim paralarımızla Paris'te oturdun, okudun. O servet, garsonlardan tutun da öz kardeşlerinin benim ve benim gibi babanın mağdur edip hakkını yediği nice kişilerin göz yaşı ve ahıyla elde edilmiş servettir.
Ama şimdi Mehmet Aslan yanımızda yok, Mehmet’e cevap hakkı doğacak.
Bu röportajdan sonra bana cevap vermeye yeltenirse vay haline o çocuğun. Zira bu kez de çok daha acı gerçekleri açıklarım. Başta Seda’nın ve pek çok kişinin bildiği bir masal vardır. “Evvel zaman içinde bir küçük aslan varmış” diye başlayıp onu Tarlabaşı’ndaki ‘Efes’ harabelerinde seyahate çıkartırım…
Bulmaca gibi konuşmayın Bülent hanım. Nedir bu Efes harabeleri?
Bu kadar yeter, anlayan anlamıştır.
60 YAŞINDA KADIN HEPSİNİN TEPESİNDE BACAKLARINI SALLIYOR
Anlaşılan konuyu değiştirsek fena olmayacak… Geçen gün gazeteler yazdı; Adalet Bakanlığı Zabıt Katipliği Sınavı’nda ‘Bülent Ersoy kaç yılında ameliyat oldu’ diye sormuşlar. Okudunuz mu?
Elbette sorulabilir. Ben Türkiye Cumhuriyeti hudutları dahilinde ve haricinde icra-i sanat eyleyen ve yerine yenisi konamayan bilgimle çok üst düzeyde bir sanatçıyım.
Ama kaç yılında ameliyat olduğunuzun sorulması da ilginç değil mi?
Neden ilginç olsun ki? O tarihte bir gecede Meclis toplandı ve özel Bülent Ersoy kanunu tek bir fire dahi vermeksizin kabul edildi.
Ama bazen üzerinize çok geliyorlar…
Ben Bülent Ersoy’um. Seven de olur, sevmeyen de! Ama öyle sokak arasından, sesi güzel diye alınıp iki tane şarkıyla ortaya çıkmış bir insan değilim. Zaten bunun somut göstergesi de şudur; bu kadar genç var ama hala 60 yaşındaki kadın hepsinin en tepesinde oturmuş bacaklarını sallıyor.
KENAN EVREN’i MAHKEMEYE VERİYORUM, CEZASINI ÇEKECEK
Gerçi Kenan Evren hakkında konuşmuştuk sizinle ama o konuda yeni bir gelişme var mı?
Evet, onu mahkemeye veriyoruz. İzmir'den bir avukat aradı. Yaşar Kemal Beyefendi, Lale Mansur Hanımefendi, Abdurrahman Dilipak beyefendi ve bir kısım aydın dava açıyorlarmış, benim de imzamı istediler. Tabii ki vereceğim.
Tazminat söz konusu mu?
Ondan alacağım üç beş kuruşu ne yapayım?
Hiç aklınıza geliyor mu “90 yaşındaki bir adama yazık olur” diye?
Bana yazık değil miydi? Benim sekiz sene devamlı oturduğum koltukta af buyurun, kıçımın değdiği yer içine çöktü böyle oturmaktan. En kıymetli yıllarımı en verimli çağlarımı çaldı benim.
Bu konunun sizi çok üzdüğünü biliyorum.
Üzer tabii. Herkes yaptığının cezasını önce dünyada, sonra da ahrette çekecek. Cennet ve cehennem evvela bu dünyada... Zaten Allah'ın terazisi hiç yanlış tartmaz Sayın Çapa!
ÜÇ GAZOZ KARŞILIĞINDA DENİZ GEZMİŞ’E ŞARKI SÖYLERDİM
Kenan Evren’den söz açılmışken, biraz da politikadan bahsedelim. Gençliğinde pek çok kişinin bir siyasi idolü vardır, mesela 17 yaşında ben Ecevit’çiydim. Sizin de var mıydı böyle bir idolünüz?
Rahmetli sayın Ecevit dürüstlük sembolü, yeri doldurulmayacak namus abidesi, çok önemli ve büyük bir liderdi. Ruhu şad olsun.
Gençliğinizde masumane de olsa siyasi eylemleriniz olmadı mı? Duvarlara yazı yazmak, afiş asmak gibi…
Benim böyle muzırlıklarım olmadı ama Deniz Gezmiş çok iyi bir insandı, çok kıymetli bir arkadaşımdı.
Bunu ilk defa duyuyorum. Yakından tanıyor muydunuz Deniz Gezmiş’i?
Tanımaz mıyım... Rahmetli, gerek derin bilgi birikimi ve gerekse ideolojisinden ödün vermeyen sağlam karakter yapısındaki üstün kişiliği ile yiğit, delikanlı, adam gibi bir adamdı.
Allah rahmet eylesin diyelim de vallahi şimdi çok merak ettim, nereden bu tanışıklık?
Tanırdım işte.
Yani birlikte bir hukukunuz var…
Tabii canım… Çok gençtim o zamanlar… Çok bilgiliydi bir kere. Çok okuyan bir insandı. Çok iyi bir insandı.
Düşünceleri ile sizi etkiledi mi bir ara?
Ben o işlere hiç katılmadım. Ama toplantılarında çok bulundum. Ben çok açık ve net konuşuyorum.
Nasıl toplantılardı bunlar? Siyasi mi?
Hayır, ben siyasetin içinde hiç olmadım.
Yani bir çeşit eğlence toplantıları mıydı?
Eğlence, sohbet, muhabbet…
Neredeyse kerpetenle laf alacağım ağzınızdan… Şu konuyu biraz daha açsanıza…
Daha ne açayım ayol… Demagojiye gerek yok şimdi!
Peki şarkı söylemişliğiniz var mı Deniz Gezmiş’e?
Olmaz mı? Tabii ki! Rahmetli çok severdi sesimi. Bir gün bana 3 şişe Çamlıca gazozu aldı, ben de ona şarkılar söyledim.
Hangi şarkıları söylediniz?
Ne bileyim? Okurdum işte. Bu konuyu kapatalım artık.
(Buraya küçük bir not düşmekte yarar var. Bülent Ersoy’u ne kadar sıkıştırdımsa da, Deniz Gezmiş konusunda ağzından bunların dışında tek bir kelime alamadım. “Ona olan saygımdan daha fazla konuşmam” dedi ve ser verip sır vermedi)
DENİZ GEZMİŞ VE ADNAN MENDERES’İN ARDINDAN ÇOK AĞLADIM
Rahmetli Menderes ile aynı sonu paylaştılar ne yazık ki?
Sayın Adnan Menderes Beyefendi’nin idam edilmesi benim için bir kara lekedir… Onun idamında ben ne göz yaşları döktüm. O kadar klas bir insandı ki! Ruhu şad olsun. Ve biz Türk Milleti'ne -pek sanmıyorum ama- inşallah haklarını helal etmiştir.
Demek ki Deniz Gezmiş’in de Adnan Menderesin de ardından çok gözyaşı döktünüz….
Çok ağladım, hem de ne ağlamak… Çünkü fikir suçunun cezası ne olursa olsun idam olmamalıydı. İdama karşıyım ben. Çünkü biz karıncaya dahi can veremiyoruz. O zaman ne hakkımız var can almaya!