Hürriyet yazarı Murat Güloğlu, tv8 yarışması Survivor'ı ve Dominik'i bugünkü köşesine taşıdı ve sordu: Ey Survivor! Sen mi büyüksün, Dominik mi!
Murat Güloğlu ayrıca köşesinden gezi notlarını paylaştı.
İşte Murat Güloğlu'nun o yazısı:
y Survivor! Sen mi büyüksün, Dominik mi!
Dominik'i Survivor'dan ibaret sanan dostlarımız var. Ya da koca ada ülkesini aşırı mavi okyanuslu, böcekli möcekli, hindistan cevizli, zor koşullarda yaşamın sürdüğü bir cangıl olarak hayal edenler...
Elbette Survivor etkisiyle bunları düşünüyoruz. Gayet normaldir. O zaman Dominik'in Survivor'sız yer ve mekanlarına bi' bakmak lazım derim ben de size. Karayipler'de Hispanyola adasında bir ülkeden bahsediyorum. Zaten başkent Santo Domingo, Bay Kolomb'un ayağını bastığı ilk toprak parçası olma özelliği taşıdığından mütevellit aşırı İspanya etkisi haylice mevcut. GSMH 7 bin 500 dolar ama bir çok Dominik'li kardeşimiz günlük 2 dolarla geçimini sağlamak zorunda. Böylesi cennet topraklarda adaletsizliğin böylesi durumu! Bu arada 1 dolar 49 Pezo ediyor. Hayli ucuz denilebilir. Ben Survivor Bölgesi'ne Madrid aktarmalı olarak gittim. Ve yolculuk ortalama 13-14 saat sürdü. Bu arada Türkiye'den 7 saat gerideler söyleyeyim.
ACUN ILICALI ADAY OLSA KESİN SEÇİLİR
Türk ve Yunan survivorlarının yapım ve teknik ekibinin takıldığı - ya da yaşamını sürdürdüğü diyelim- bölge Las Terrenas. Burası yaklaşık 15 bin nüfuslu bir ilçe. Survivor öylesine kalkındırmış ki burayı, Acun Ilıcalı adaylığını koysa rahatlıkla belediye başkanı ya da vekil falan seçilir Las Terrenas'ta. Geçtiğimiz yıl bir kaç tane olan restaurant-bar sayısı bu yıl bir hayli fazlasıyla artmış. Tropik mimari ile çok da şeker yapmışlar caddelerini. Karşılıklı rengarenk yapılarda okyanusa girip, yemek yiyip, play station oynayabiliyorlar (Malum Acun Bey ve ekibinin milli sporu PS). Öte yandan yaklaşık bir saat mesafedeki Samana'da bulunan El Limon Şelalesi var ki görmeden ölmeyin. Yaklaşık 50 metreden inen şelale sularından çıkmak istemiyorsunuz. Cangılın orta yerinde olduğundan atlarla efsanevi bir yolculuk yaparak gidip geliyorsunuz. Tam anlamıyla İndiana Jones 'luk durumlar yani. Ha unutmadan Bacardi Adası diyorum başka da bir şey demiyorum. Tam bir Tropikal Ada. Bir elinizde Hindistan Cevizi, diğerinde Ananas ve öylesine ve hatta ölesiye masmavilik, yemyeşillik, rengarenklik! Cennet mi ? Evet böyle bir yer olmalı.
MADRİD'İ BARCELONA'LILAR BASTI
Cumartesi sabahı Barça marşlarıyla uyandım. Fakat mevzu şu ki ben Madrid'teydim. Ne oluyoruz falan derken camdan dışarı baktığımda bir grup Barcelona taraftarı basbas bağırıyor. Allah Allah!! Madrid'te, Barcelona çılgınlığı! Hımm ilginç. 'Neden acaba?' derken, futbolla pek alakası olmayan beni bile heyecanlandıran haberi duydum. Akşamında İspanya Kral Kupası maçı vardı ve Barça-Deportivo Alaves arasında oynanacaktı. Keşke Real Madrid'le oynasalardı dedim kendi kendime ama caddede, sokakta, mahalle kafesinde Barça'nın renklerini görmek bile heyecanlandırdı beni. Katalanlar olarak Bask Bölgesi'yle durumları malum Barçalılar'ın. Buna rağmen başkent sakinlerinin ya da güvenlik güçlerinin rahatlığı ve işgüzarlıktan uzak aşırı hoşgörüsü Ortadğu dünyasında yaşananlara tanıklık edenler için fazlasıyla şaşırtıcı geliyor. Düşünsenize Madrid'in Taksim'i Puerta del Sol 'de ya da Plaza Mayor 'da toplanmış binlerce bordo-mavili çılgın, takımını desteklediği gibi bir de ağır Katalan sloganları atıyorlar. Hayli ama hayli ilginçti. Bu arada karşılaşma öncesi tansiyonun yüksel olduğu saatlerde iki takım taraftarının omuz omuza caddelerde yürüyüp, birbirleriyle şakalaştığı da gözümün önünden gitmiyor. 'Keşke bizim ülkemizde de böyle olsa' dedirten görüntüler bunlar sayın seyirciler!
EN ÇILGIN BAŞKENT, MADRİD
Bana hep sordular Barcelona mı, Madrid mi diye. Madrid yaşantısına, caddesine, sokağına yeterince vakıf olamadığımdan Barça der geçerdim. Ve fakat işler değişti şimdi biraz dostlar. Ben tam bir Madrid hayranıyım artık. Şehre can katan Retiro Parkı, ihtişamlı duruşuyla irili ufaklı harikulade yapıları, Malasana ve Chueca'daki 'less is more' felsefesiyle hizmette olan mekanları, insanlarının canlılığı ve enerjisi, akşamüstünden sonra başlayan festival hareketliliği ile başkentlerin en çılgını bana kalırsa Madrid. Üstelik denizi, okyanusu ve hatta içinden geçen nehri olmamasına rağmen. Ten con ten yine kentin en iyilerinden. Burratalı salata, tartar, kokteylleri ve eşsiz etine şapka çıkarıyor kent sakinleri. Madrid'in vegan beslenmenin de doruk noktasına ulaşmış olduğuna şahit oldum ki sanırım kısa sürede İstanbul gibi takipçi kozmopolitlerde de yayılacak bu akım. 'Bir yerden bir insan gider, orası yalnızlaşır' demiş bilmiş Fransız abilerden biri. Dar sokaklarında parmak arası terlik, şort, t-shirt aylakça yürürken bu söz aklıma geldi. Ve hoşgörünün ve saygının ve duygu alışverişinin aslında şehri şehir, mekanı mekan,insanı insan yaptığı... Güzel tanıklıklarınız olsun istiyorsanız Madrid'e bir süre takılın bence.
GELECEĞİMİZ TURİZMDE
Harika bir projeye imza atılıyor dostlarım. Sahiplenmemiz gereken, bilinçli turist getirtecek, köylerimizi, insanlarımızı kalkındıracak. En önemlisi de geçmişimizle kurduğumuz bağı sağlamlaştıracak bir proje. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Anadolu Efes elele vererek 'Gelecek Turizmde' dedi ve dördüncü döneminde Antalyamız'ın Demre'sinde “Likya Yolu’nda Bir Tarih Molası” projesini başlattı. Muhteşem Kekova yöresini ve değerlerini gayet iyi bildiğimden bu hareketlenme beni çok heyecanlandırıyor. Mevzu şu ; Likya Yolu’nda üç farklı yürüyüş rotası birleştiriliyor ve sürdürülebilir turizme kazandırılıyor. Bu kadar basit. Böylelikle hunharca yapılaşmanın önü kesiliyor, köylerimizdeki kadınların yaptığı yerel üretim değer görüyor, Likya Yolu'u görmeye akın akın gelen kafileler aile pansiyonlarında kalıyor. Böylece köylerimiz de köylülerimiz de gelişiyor, büyüyor, bilinçleniyor. Daha ne olsun!