Abone Ol

Murat Yetkin: Stratejik planlama, entrika bol

Hürriyet Daily News Yayın Yönetmeni Murat Yetkin üçüncü kitabı "Meraklı İçin Entrikalar Kitabı"nı anlattı.

Murat Yetkin: Stratejik planlama, entrika bol

Hürriyet Daily News Yayın Yönetmeni Murat Yetkin üçüncü kitabı "Meraklı İçin Entrikalar Kitabı"nı anlattı. Yetkin, Türkiye ve dünyayı yakından ilgilendiren konulara değindiği kitabına ilişkin olarak, "Stratejik planlama diye bir şey gerçekten var" dedi.

Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Yetkin, kişiliğinin casus olmaya yatkın olmadığını söyledi. Yetkin, Arman'ın, "İstihbaratçılarla gazetecileri birleştiren şeyler var mı?" sorusuna, "Evet, çünkü istihbaratçılar da, biz de aslında altı tane soruya cevap arıyoruz" yanıtını verdi.

Arman'ın "Sır, tek kişiliktir Mahrem, en fazla iki kişi arasındadır Üç kişi kalabalıktır!" başlığıyla (15 Ekim 2017) yayımlanan söyleşisi şöyle:

Eğer entrikalara, komplolara, siyasetin görünmeyen yüzüne ve derin siyasi ilişkilere meraklıysanız hiç durmayın! Atlayın Murat Yetkin’in kitabının içine. ‘Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı.’ Tam size göre. Kafayı yersiniz, o kadar iyi!

“Vay be, vay be!” diye diye okursunuz. Çok sıkı bir kitap ve bir polisiye roman temposunda okuyorsunuz.

Tek fark: Okuduğunuz her şey gerçek.

Dünyayı ve Türkiye’yi ilgilendiren 10 büyük olayın görünmeyen yüzünde yaşananlar…

Hürriyet Daily News Yayın Yönetmeni Murat Yetkin’in üçüncü kitabı. Altı ayda yazmış. Pardon, 30 yıl artı 6 ayda. Üretken, çalışkan, objektif, bilgiye dayalı gazetecilik yapan biri. Siyasi analizleriyle ünlü. Mesafeli durmasına karşın samimi. Ve bir siyaset gazetecisinden beklenmeyecek kadar iyi dans ediyor. Bu kitapta da, “Komplo teorilerine inanmamakta ama komplo teorisiz de kalmamakta fayda var!” diyor.

Tebrikler! Müthiş bir kitap bu. “Komplo teorileri gerçek mi yani?!” dedirten, insanı hayretlere düşüren, pek çok şeyi sorgulamamıza sebep olan bir kitap. Nereden esti ‘Meraklısı İçin Entrikalar Kitabı’?

- Ben kendimi bildim bileli siyasi tarih okuyorum, askeri tarih, espiyonaj tarihi, 30 yıl olmuştur. Haliyle belli bir bilgi bir birikimi oluştu.

Onları paylaşma ihtiyacı mı?

- Muhtemelen.

Sen bir sürü de casusluk romanı okumuşsundur…

- (Gülüyor) Hem de nasıl! Casusluk dünyasıyla ilk tanışmam Frederick Forsyth’ın ‘Çakal’ romanıyla oldu. Fransa Cumhurbaşkanı de Gaulle’e yönelik bir suikast girişimini anlatıyordu. İçimdeki siyasi polisiye merakını ilk depreştiren ise, Kemal Tahir’in Atatürk’e düzenlenen İzmir Suikastı davası üzerine yazdığı ‘Kurt Kanunu’ydu. Sonra Mario Simmel’in ‘Papaz Her Zaman Pilav Yemez’i, yine Forsyth’ın, ‘Odessa Dosyası’.

Peki ya James Bondlar?

- Tabii onlar da var! Önceleri macera film kategorisinde değerlendiriyordum. Ama ne zaman ki, Sean Connery, Roger Moore, Pierce Brosnan ve şimdilerde Daniel Craig’in canlandırdığı Bond’un, Ian Fleming’in can verdiği bir karakter olduğunu öğrendim, benim için işin boyutu değişti.

Nasıl yani?

- E çünkü James Bond’ların yazarı Ian Fleming, İngiliz gizli servisi için çalışan kurt bir istihbaratçı. Bunu ben yıllar sonra öğrendim. Defalarca İstanbul’a görevli olarak gelip gidiyor. Mesela Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden birinde, 6-7 Eylül olaylarında, ilginçtir İstanbul’da. Yani o çok meşhur Bond serisi, sıkı bir istihbaratçı tarafından kaleme alınıyor! Sonradan başka önemli casusiye yazarlarının bazılarının da eski istihbaratçılar olduğunu öğrendim.

İyi de bu ne anlama geliyor?

- Casusluk romanlarının ve o filmlerin, gerçek hayattaki entrikaların, komploların belki onda birinin estetize edilmiş hali olduğu anlamına geliyor! Buzdağının görünen kısmının, süslenerek buzdağının kendisi olarak gösterilmesi…

Vayyyy!

- Benim kitabı yazmak istememin sebeplerinden biri de bu: Komplo teorilerine inanmamakta ama komplo teorisiz de kalmamakta fayda var! Aykırı düşünceler, kendimizi onlara kaptırmadıkça zihin açar, başka türlü düşünmemizi, yeni açılar aramamızı sağlar.

Bizim yaşadığımız coğrafyanın da komplosu hiç eksik olmuyor hani…

- Evet, stratejik planlaması, bir başka deyişle entrikası, komplosu bol. Tüm bunları anlatıyorum kitapta. ABD Irak’ı işgale 2003’te başladı ama bunun planlamasının 96-97’de başladığına dair elimizde bilgiler var mesela. 97-98’de ABD Başkanı Bill Clinton’ken diyorlar ki, “Biz Irak’a gireceğiz karadan, sizin de yardımınıza ihtiyacımız olabilir.” Daha Bush yok ortada, düşün. Ve yıllar sonra dediklerini yapıyorlar. Öbür taraftan baktığında, mesela El Kaide’nin 11 Eylül eyleminin önerisi Usame bin Ladin’e 1996’da sunulmuş ve 1999’dan itibaren planlaması başlamış.

Yani ‘stratejik planlama’ diye bir şey gerçekten var!

- Evet öyle. Ama biz içinden çıkamadığımız bazı şeyleri, ‘komplo teorisi!’ deyip ciddiye almıyoruz. Halbuki zaman geçip belgeler ve itirafçılar ortaya çıktıkça, anılar yazıldıkça, çıplak gerçek de ortaya çıkıyor.

Peki neden ‘Meraklısı İçin Entrikalar’ diyorsun?

- E çünkü meraklısı olmayan okumasa da olur. Başımıza tüm bunlar neden geldi, kimin yüzünden geldi, ne oldu, kim, ne zaman, ne yaptı… Öğrenmek isteyen okusun.

Sen niye kafayı taktın?

- Çünkü ben siyaset gazetecisiyim, siyaseti anlamaya çalışan biriyim! Siyasetin iki yüzü var: Biri görünen yüzü. Yasal siyaset, parlamento, konferanslar, genel kurullar, oylamalar, evet-hayırlar. Ama bir de görünmeyen yüzü var ki, o, kapalı kapılar ardında süren bir şey. Orada insanların yasalarla, kurallarla alâkası yok. Ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Çalmak mı gerekiyor, çalıyorlar. Öldürmek mi gerekiyor, öldürüyorlar. Ben de siyaset gazetecisi olduğum için siyasetin nasıl döndüğünü merak ediyorum. O yüzden sadece görünen değil, görünmeyen yüzüyle de ilgiliyim. Bu kitap görünmeyen yüzünü anlatıyor.

İşin bir de şahsi merak boyutu yok mu?

- Olmaz mı? Zaten insanın başına ne geliyorsa meraktan gelmiyor mu? Ben makine mühendisiyim. ODTÜ’de makine okudum. Herhangi bir yerde değil, zor bir okulda okudum. Niye makine mühendisliği yapmıyorum? Merakımdan yahu! Hakikaten merak ediyorum. O yüzden gazeteci oldum.

30 yıl artı altı ayda yazdım

Kitabın her satırdan bilgi fışkırıyor, çok zorlandın mı yazarken?

- Zaman açısından evet. Çünkü bir yandan Hürriyet Daily News Gazetesi’ni çıkarıyorum ve günde iki yazı yazıyorum. Bunlardan kalan zamanda da Türkiye’nin mevcut haliyle uğraşıyoruz ki, biz Danimarka’da gazetecilik yapmıyoruz malum. O yüzden vakit açısından zorlandım. Altı ayda filan yazdım.

E yine de çok kısa bir süre! Picasso’nun “40 yıl artı beş dakika” demesi gibi, seninki de “30 yıl artı altı ay” mı?

- Aynen öyle! Hiç fena olmayan bir kütüphanem var. Bir de tabii 30 küsur senelik gazetecilik tecrübem. Bu kitap için pek çok kişiyle konuştum. Kitaptaki bölümlerden birinde, Türkiye’nin en belalı yıllarında görev yapmış bir CIA ajanı, Ruzi Nazar anlatılıyor. Nazar, Türkiye’de iki askeri darbe olmuşken, CIA’in 10-11 yıl boyunca, Ankara merkezli Orta Asya-Kafkas operasyonlarını yönetmiş adam. Şimdi vefat etti. Ben görüştüğümde, Amerika’da tamamen üst düzey devlet memurlarına ayrılmış bir sitede oturuyordu. Kapı komşusu eski genelkurmay başkanıydı. Bazı şeylere, “Canım komplodur, sen de nereden uyduruyorsun!” demeden bir durmak lazım. 12 Eylül darbesi sırasında CIA’in başkanı olan Stansfield Turner’la da görüştüm. Onunla ‘siyasi İslam’ı konuştuk, neden giriştiniz bu işe filan, hepsi var kitapta.

Biz büyük gevezeleriz!

Senin kişiliğin casus olmaya yatkın mı?

- Hayır değil, çünkü ben gazeteciyim.

İstihbaratçılarla gazetecileri birleştiren şeyler var mı?

- Evet, çünkü istihbaratçılar da, biz de aslında altı tane soruya cevap arıyoruz. 5N 1K’ya yani. Ama biz gazeteciler, bir de yedinci soruyu soruyoruz. Her gazetecinin de aklında başka bir yedinci soru var. O soruyla haberi anlamlandırıyoruz, gelen istihbaratı bilgiye çeviriyoruz. Onlar da yapıyor bunu, biz de. Aslında diplomatlar da bunu yapıyor. Ama diplomatın derdi ne? Alıyor bu bilgiyi, hükümetine sunuyor. Biz n’apıyoruz? Elimize gelen bilgilerin tamamını olabildiği kadar çok insana bağıra çağıra yaymaya çalışıyoruz. Yazıyoruz, televizyonlarda söylüyoruz, biz büyük gevezeleriz. Söylemek istiyoruz çünkü egosantrik bir yanımız da var. “Herkes benden duysun, bizden duysun!” istiyoruz. Ama istihbaratçı sadece bir kişiye söylüyor. Üstüne. O üstü de gidiyor, doğrudan siyasi otorite kimse ona söylüyor.