"Şimdi, Musul üzerinde söz söylemeye çalışıyoruz, tedirginlikle"
Selahaddin E. Çakırgil'in "‘Misâk-ı Millî, Selanik, Lozan, Musul, Şapka İnkilabı..’" başlığıyla yayımlanan (30 Ekim 2016) yazısı şöyle:
28 Ekim akşamı, Fatih Kültür Merkezi’nde, ‘Husrev Hatemî’ye Saygı’ adıyla tertip edilen ve Ali Ayçil, Beşir Ayvazoğlu ve Furkan Çalışkan’ın konuşmacı olarak katıldıkları programı, aylık edebiyat dergisi ‘Temmuz’un editörü Dr. Mustafa Yılmaz’la izliyor; bir taraftan da, Temmuz’un piyasaya yeni çıkacak olan son sayısını inceliyorum.
İkisi de ‘erbâb-ı kalem’ olan ‘ikiz kardeşler’ Huseyin ve Husrev Hatemî, yüz hatları, mimikleri, ses tonu, konuşma tarzlarıyla benzerlikleri yüzünden ayırt edilmeleri zor iki tiptir.
Husrev Hoca, düzyazılarından ayrı olarak şairliğiyle de tanınır.
Edebî şahsiyeti üzerinde yapılan konuşmalardan sonra kürsüye çağrılan Husrev Hatemî kadîm kültürümüzün derinlik ve inceliklerini yansıtan güzel bir konuşma yaptı ve şiirlerinden bazı seçmeleri okudu. Bunlardan özellikle Selanik’le ilgili olanı dikkatimi çekti.
Henüz 103 sene öncesine kadar, tam 495 yıl vatanımızın bir parçası olan Selanik üzerinde bugün hiç konuşmuyoruz. Sahi, Selanik bugünlerde üzerinde çokça konuşulan ‘Lozan’ ve ‘Misâk-ı Millî’ konularının neresinde?
O zâten, 1911-13 arasındaki Balkan Savaşları’nda kaybedilmişti denilebilir; ama 1923-Lozan Andlaşması yine de terkedilen yerlerin bir nihaî andlaşması olmuştu. Osmanlı’nın son Meclis-i Meb’usân’ının 28 Ocak 1920 tarihinde, (I. Dünya Savaşı’nı durduran ve silah bırakılmasını öngören Mondros Mütarekesi’nden sonra) kurtarılması gereken vatan topraklarının yeni sınırlarının ideal olarak, (gerçekte ise, o dönemdeki Amerikan Başkanı’nın adıyla anılan ve ulus-devletler oluşturulmasını esas alan ‘Wilson Prensipleri’ dayatması esas alınarak) belirleyip ilan ettiği ‘Misâq-ı Millî (Millî Yemin)’ diye anılan metinde Selanik hiç sözkonusu edilememiştir. (Ki, 2.Balkan Savaşı sırasında Selanik’i Bulgaristan alıp böylece Ege Denizi’ne bir çıkış kapısı açacakken; Hasan Tahsin Paşa’nın, ‘Ben bu şehri bulgara bırakmam..’ diyerek Yunan güçlerine teslim etmesi bir ayrı faciadır ki, bu paşa’nın bugün Selanik’te heykelinin dikilmiş olması boşuna değildir.
Husrev Hoca, Selanik’i 1988 yılında görmüş.. Yani, elimizden çıkışından yaklaşık üççeyrek yüzyıl sonra.. Geçmiş 500 yıldan hiç bir iz bırakılmamış.. Selanik’in ana caddesi olan Sabri Paşa Caddesi’nin ismi de Gnasthi Caddesi diye değiştirilmiş.. Sadece bir hayırsever hanımın yaptırdığı bir Osmanlı Çeşmesi’ne dokunulmamış, üzerinde Osmanlıca olarak yazılmış olan, ‘Nâmika Hanım hayratıdır..’ yazısı da korunuyormuş.. (O çeşme ve kitabe, bugün oraya gidenlerce okunamayacaktır; alfabe inkilabı yüzünden..)
Lozan Andlaşması günlerinde, Selanik’in, o şehirden olan M. Kemal tarafından hiç hatırlanmaması düşündürücüdür.
O günün şartları açısından değerlendirildiğinde, ‘Başka çare yoktu’ denilebilir. Ama, her tarihî hadise, sadece kendi zamanının şartları açısından ele alınacak olunursa, temize çıkmayacak kim kalır ki..
İtirazımız, ‘Hiç toprak kaybedilmemiştir’ yalanlarınadır.
‘Kıbrıs, bir ingiliz adası telakki edilir’ kaydıyla terkedildiği gibi, Batum da daha öncesinde, Sovyet Rusya’ya bırakılmıştır; Ankara’daki yeni filizlenmekte olan iktidarca..
Ve Musul..
Ama, sadece Musul şehri değil, Erbil, Zaho, Kerkuk ve Suleymaniye’ye uzanan Musul eyaleti, Lozan’da üzerinde anlaşma sağlanamadığı için sonraya bırakılmış ve daha sonra da İngiltere’nin bir mühlet verip, ‘Askerlerinizi Musul eyaletinden 48 saat içinde çekmezseniz, bunu savaş sebebi sayarız’ tehdidi ve ‘Çekilirseniz, çekilmenize yardımcı olmak üzere 500 bin sterlin veririz’ teklifi karşısında, Musul terk edilmiştir.
Ama, durumun halktan gizlenmesi için, ilginç bir yöntem uygulanmış ve M. Kemal, 1926’da Kastamonu’ya gidip, ‘şapka inkilabı’nı gerçekleştirmiş ve o gürültüler arasında..
Aradan 90 yıl sonra.. Şimdi, Musul üzerinde söz söylemeye çalışıyoruz, tedirginlikle..