İşte Nagehan Alçı'nın o yazısı:
Çok bakımlı, çok güzel, çok genç ve hayat dolu bir insandı Yelda Kahvecioğlu. Onu geçen pazardan itibaren ‘Ünlü diyetisyen evinde ölü bulundu’ haberleriyle tanıdı bütün Türkiye. Alımlı bir kadın fotoğrafı ve bir ölüm. Aniden. Evinde, yatağında bulunan cansız bir beden. Basının üzerine atlayacağı türden bir haber.
Atladı da... Neler yazılmadı ki Yelda’nın ardından. Utanmadan ‘Aşk krizi mi, kalp krizi mi’ manşeti atanları mı istersiniz, ‘Şok diyet’ diyenleri mi... İntihardan bahsedenleri mi, Twitter mesajlarına bakarak senaryo yazanları mı... Uyuşturucu iddialarını mı, kolunda enjeksiyon izi bulundu yalanını mı, ağzında kırmızı leke vardı safsatasını mı...
Yelda Kahvecioğlu'nun ölümünde büyük şüphe
Her türden çirkinlik yaşandı gencecik bir insanın cansız bedeninin üzerinden.
Mesleğimden utandım.
Klavyenin ucunun bir insana, onun ailesine, bıraktığı mirasa dokunacağını düşünmeyen o makineleşme halinden utandım.
İnsan olmaktan utandım.
Yelda Kahvecioğlu son tweetleriyle şaşırttı
Yelda’nın cenaze namazı kılınırken arkamda büyük bir iştahla ölümü hakkında çeşitli senaryolar üreten kadınlardan, öldüğü günün ertesinde ofisini arayarak ‘Yelda Hanım olmadığına göre biz bundan sonra nasıl devam edeceğiz’ diye soranlardan, ‘ödemeyi toplu yapmıştık, bize borcunuz var, ne zaman ödeyeceksiniz?’ diyebilenlerden, yakınlarına gidip ‘uyuşturucu mu kullanıyordu?’ sorusunu yöneltenlerden, bu trajediden bir ‘Schadenfreude’ çıkarma isteğinden...
Yelda Kahvecioğlu'nun son görüntüleri
Utandım, tiksindim!
Duyduklarınıza inanmayın. Yelda hayalleri ve idealleri olan bir insandı. Tacize uğrayan kadınlar ve çocuklar için bir dernek kurmuştu. ‘Aşk ve Yaşam Derneği’. Konferanslar, seminerler düzenleyecek, onlardan gelecek gelirle mağdurlar için bir sanat atölyesi açacaktı. Derneğin broşürleri başucumda duruyor, zira ölmeden 2 gün önce gördüğümde büyük bir heyecanla anlatmıştı bana. Hatta ben de duyurulmasına destek olacağıma söz vermiştim. Hayatın cilvesine bak, Yelda’nın derneğini bu hafta zaten yazacaktım. Ama bu şekilde değil...
Onu evinde cansız bulan, yardımcısı ve sağ kolu olan Nur. Şöyle anlatıyor gördüğü anı: ‘İçeri girdiğimizde önce seslendik, ses gelmeyince odasına gittik. Yatağında uyuyor zannettik. Yorgan bile kıpırdamamıştı. Gözleri hafif aralık, öyle pırıl pırıl yaşamını yitirmiş. Yanında yalnızca her zaman olduğu gibi su vardı. Ağzının kenarında kurumuş hafif bir kusmuk. Hepsi bu.
Bütün iddialar yalan.’
Yelda’nın gerçek hikâyesi
Yelda Kahvecioğlu benim 3 yıldır tanıdığım başarılı, genç ve azimli bir kadındı. Hem
diyetisyenim hem arkadaşımdı. Onun hikâyesinin tamamını maalesef ölümünden sonra idrak edebildim. Resmi, ana evini gördükten sonra tamamlayabildim...
O ev Yelda’nın ofisine gelenlerin büyük bir kısmının yukarıdan baktığı bu milletin bir özetiydi. Geleneksel Anadolu’nun, mütedeyyin insanların mütevazı
yaşamlarının bir fotoğrafıydı...
Yelda Kahvecioğlu geleneksel küçük bir kasabada, çiftçi bir ailenin iki kızından biri olarak doğmuş, akıllı, sınıfının hep birincisi olmuş, kararlı, kafasına koyduğunu harfiyen yapmış, tamamen kendi ayaklarının üzerinde durmuş bir kadın. ‘Self-made’. Büyük bir başarı hikâyesi. Diyetisyen olmak istiyor, azmediyor ve İstanbul’da krema tabakasının, sanatçıların, işadamlarının kapısında beklediği biri haline geliyor. Ama geleneklerinden de kopmuyor. Ben onu çok inançlı biri olarak tanıdım. Ramazanda tam oruç tutan, zekât veren bir insandı. Ailesini daha 10 gün önce umreye göndermiş, evinde Kuran okutmuştu.
Doğduğu, büyüdüğü kasabayı, ailesini, komşularını gördüm. Yelda kim bilir kaç kez, kaç danışanından tam da ailesi ve yakınları gibi insanlara yönelik kibirli sözler, hatta küfür duydu, diye düşündüm. Başörtülülere yönelik kim bilir ne büyük nefrete şahit oldu diye geçirdim içimden... Neler yaşamıştır, içinde ne fırtınalar kopmuştur, anlamaya çalıştım...
Öte yandan biz Gazipaşa’ya gelene kadar masa başında uydurulan iğrenç haberler konu komşuyu teslim almıştı bile. Cenaze evine vardığımda kızlarının ölümü kadar onunla ilgili yayılan kötü imaja da kahrolan bir aile buldum. Annesi Melahat Hanım ağıt yakarak bana yalnızca ‘Benim Yelda’m bana Kuran’lar okuturdu, benim Yelda’m intihar etmez, benim Yelda’m kötü bir şey yapmaz’ diyebildi. Muhafazakâr, küçük bir yerde kızlarını yalnız başına İstanbul’a göndermiş bir ailenin kızlarının cenazesinin üzerinden yapılan spekülasyonlarla
nasıl bir kederle boğulduğunu, nasıl ikinci kez öldüğünü gördüm. Bu sahneyi hayatım
boyunca unutmayacağım...
Genç, güzel ve başarılı bir kadın öldü. Ölümün ne kadar yakın, ne kadar sıradan olduğunu hatırlatmasın diye hikâyeler uyduruyorlar. Genç, başarılı ve güzel kadınları sevmez bu toplum. Hem kadınlar sevmez, illa ki bir bit yeniği ararlar kendileri öyle olmadıkları için. Hem de erkekler sevmez. Ezberlerini bozduğu için.
Bu sevgisizlik, bu kötücüllük, bu korkaklık güzel ve hakiki bir insanın kısa hayatından bırakacağı güzel mirasa saldırmaya kalktı.
Buna izin vermeyelim. Bu, insanlığımızı öldürmeye izin vermek olur...