1960 yılında Türkiye güzellik kraliçesi seçildiniz. Sonra ne oldu?
15 yaşında olduğum için hiçbir şeyin bilincinde değildim. Hiçbir genç kıza da küçük yaşta bu tür yarışmalara katılmasını tavsiye etmiyorum. O keyfi yaşayamıyorsunuz çünkü... Dünya güzellik müsabakasında Türkiye’yi temsil ettim. Döndüğümde ayağımda yine bir babet pabuç, soket çoraplar vardı. Çocuktum.
Yine de film teklifleri yağmaya başladı değil mi?
Evet ama ben hiç düşünmüyordum. Önce bir mimarın yanında sekreterlik yapmaya başladım. Sonra çocuk tiyatrosunda rol aldım ancak paramı alamadım. Mecburen sinemaya "evet" dedim. Başrollerini Göksel Arsoy ve Leyla Sayar’ın başrolünü oynadığı Yaban Gülü filminde zengin ve şımarık bir kızı oynadım.
Nebahat Çehre: Yılmaz, kafamdaki bardağı kurşunla kırdı!
İlk andan itibaren size bu tip roller yakıştırıldı galiba...
Galiba... Çok bilinçsizdim. 17 yaşındaydım ve o karakterle kendimi özdeşleştirdim. Şımarık, zengin kızı gibi davranmaya başladım. Bunun farkına varınca filmi yarıda bıraktım. Kendi kendime "Bir daha film çekmeyeceğim" derken, bir avukat rolü geldi. Ailede de çok avukat olduğu için rolü sevdim ve kabul ettim. Sonra 66’ya kadar aralıksız film çektim. Yılmaz’la evlendikten sonra onun bir ya da iki filminde oynadım. 68’de boşanınca tekrar yoğun bir şekilde sinemaya döndüm ve iki senede 36 film yaptım.
O niye?
Ekonomik olarak ihtiyacım vardı. Oynadığım filmlerin hiçbirinin ayağı yere basmaz, sanatsal bir yanları yok. Ama ayakta durmam gerekiyordu. Boşandıktan sonra Yılmaz’ın hiçbir şeyinin bende kalmasını istemedim. Herhangi bir beklentim ve talebim olmadı kendisinden...
Sinemayı sanırım Yeşilçam’daki seks filmleri furyası nedeniyle bıraktınız.
Evet. Herkes gibi ben de bu furyadan nasibimi aldım. Tüm starlar tek tek gazinoda şarkı söylemeye başlamışken, ben iki sene direndim. Hepimiz anormal para sıkıntısı çekiyorduk ve gazino patronları astronomik teklifler sunuyordu. En sonunda eş dost "Aptallık yapma. Sinema bitti, hâlâ neyin mücadelesini veriyorsun?" dedi. Ben de durumu kabullendim.
Sesiniz de şahaneymiş. Birkaç videonuzu izledim...
Evet. "Küçük Behiye Aksoy" derlerdi bana. Beni şarkıcılığa iten rahmetli Zeki Müren olmuştur zaten...
Öyle mi? Nasıl?
Şile’de plaja gitmiştik. Güneşlenirken Zeki Müren "Bana bir şarkı söyle" dedi. İsmet Ay da yanımızda... "Ben sizin yanınızda şarkı söyleyemem. Zaten sesimin nasıl olduğunu hiç bilmiyorum" dedim. "Söylersin, söylersin..." dedi. Zeki Müren bir koluma, İsmet Ay diğer koluma girdi ve sahilde yürümeye başladık. Alaturka çok sevdiğim için Müzeyyen Senar’ın Kırmızı Gülün Alı şarkısını mırıldandım. Zeki Müren "Sende inanılmaz bir gırtlak var. Hemen başlıyorsun" deyince, kendimde sahneye çıkacak gücü buldum. Ondan önce iyi hocalardan ders aldım, sesimi eğittim.
Yılmaz Güney Nebahat Çehre’yi arabayla ezmiş! 45 yıllık sır!
Dünyayı dolaştım ve bu uğurda bir servet harcadım
Maksim’de çıktınız mı?
Tabii çok... Beni ilk kapan Maksim oldu zaten. Diğer gazinolara göre az para verirdi ama Maksim’de çalışmak büyük prestijdi.
Müşteri kitlesi nasıldı? Şampanyalar filan gönderiliyor muydu?
O zamanlar gazinolara Türk müziğini seven insanlar gelirdi. Hepsi çok saygılı ve şıktı. Kadınlar, neredeyse sahnedeki assolist kadar güzel giyinirdi. Tüm jestler bir zerafet içinde yapılırdı. Çiçekler odanıza gelirdi. Ben her zaman nazar boncuğu ve çiçek almışımdır. Zaman içinde bu değişti, izleyicilerin yerini seyirciler aldı. Ben de bıraktım. 94 yıllarıydı... Gazinoyu bırakmam da şampanya gönderenlerin etkisi olmuştur.
Nasıl?
İzmir’de çalışırken üstü şampanya dolu bir servis arabası geldi sahneye... Sazları durdurdum. "Bir dakika... Bu şampanyalar yanlış adrese geldi galiba..." diyerek geri gönderdim. Şampanya pavyon raconudur. Oradaki şampanyalar benim iki üç gecemi öderdi. Meğer patronun oğlu yollamış. Sonra çok bozulmuştu "Sizi onore ediyordum" demişti. "Ben de sanatçılar çiçekle onore edilir, şampanyayla değil" diyerek izahatte bulunmuştum.
Arkadaşlar arasında şarkı söyler misiniz?
Zaman zaman onu yapardım. Fakat faranjitli bir kadınım artık. Sesim kısıldı. Yine de keyfim yerinde olursa söylerim.
Çalışmadığınız onca yıl boyunca ne yaptınız?
Evimin keyfini çıkarttım. Çok da gezdim. Dünyayı dolaştım diyebilirim. Hatta bu uğurda bir servet harcadım. Arkadaşlarımın olanakları çok iyiydi. Sardunya Adası dediğiniz zaman, tur yok oraya... Masraflı oluyordu tabii... Ama iyi ki de zamanında her yeri görmüşüm.. Şimdi öyle yoğun bir tempoda çalışıyorum ki, istesem yapamam. Ne sağlığım, ne yaşım öyle gezmeye müsait değil artık.
Çok güzel yemek yaparmışsınız bir de...
Yapardım. Artık onu da yapamıyorum. Bir zamanlar evimde çok güzel davetler verirdim. Sofra düzenim meşhurdur. Dekorasyona da çok meraklıyım. Hatta bir ev döşemişliğim var.
Genel olarak zevkli bir insansınız zaten...
Sağolun. Tabii tarzınız, duruşunuz her alanda sizi yansıtıyor.
Haziran Gecesi dizisi ile bir anda tekrar hayatımıza girdiniz. Nasıl geldi bu teklif?
Uzun süre hiçbir şey yapmamış olmama rağmen,yapımcılar hep ara sıra beni arar, çeşitli tekliflerde bulunurdu. Nedense beni hiç unutmadılar. Haziran Gecesi dizisi başladığında ben yurt dışındaydım.
Başka bir arkadaşla çekmişler önce... Olmamış. Sonra bana geldiler. Senaryoyu sevdim ve kabul ettim. Şimdiye kadar canlandırdığım karakterlerin hiçbirinde, ilk başlarda rolüm fazla olmuyordu. O karakteri yaşama soktuğum, zenginleştirdiğim, taşıdığım için her seferinde senaristler hikayeyi benim üzerime kurmaya başlıyordu. Haziran Gecesi’nde de bu böyle oldu.
Sizi herkes çok güzel buluyor. Siz kendinizi beğeniyor musunuz?
Ben kendimi hiçbir zaman güzel bulmadım ki... Müsabakada kazanınca da hayret etmiştim. Gelişmemiş, patates gibi bir kız... Fakat belim 49 santimdi. Vücudum orantılıydı. Ben kendimi insan olarak seviyorum. Dostlarımın bana verdiği, benim onlara verdiğim değerle kendimi güzel buluyorum.
Çok mütevazısınız ama sizden 30 yaş küçük gençler, sizle evlenebileceğini söylüyor. Hiç böyle teklifler alıyor musunuz?
İlginçtir beni 30-45 yaş arası gençler çok beğeniyor. Ama ben o defterleri çoktan kapattım. 15 yıldır kimseyle çıkmıyorum. Macera yaşamak istemiyorum, evlilik istemiyorum.
Ama herkes yanında biriyle yaşlanmak istemez mi?
İster tabii... Sonuçta iyi bir arkadaş olabilirdi bana... Bir yemeğe çıkardık, tiyatroya giderdik... İnsan zaman zaman buna ihtiyaç duyabiliyor. Ama sırf bunları yapabilmek için biriyle birlikte olamam. Mutlaka karşımdaki kişiye duygusal bir şey hissetmeliyim. Yapı meselesi... Bana dünyaları verseler, istemediğim hiçbir şeyi yaptıramazlar. Dünyanın en zengin adamı gelse, eğer beni heyecanlandırmıyorsa suratına bakmam.
Peki 15 yıl boyunca sizi heyecanlandıran kimse çıkmadı mı?
Hiç çıkmadı. Çok gerçekçi bir kadınım. Benim yaşımda olacak, bekar olacak, belli bir zekaya, kişiliğe sahip olacak...
Sizin zevkinize göre "Bir de yakışıklı olacak" herhalde...
E yakışıklı adam severim. Ama içi boşsa, on dakika sonra nasıl kaçacağımı bilemem. Aynı şeyleri yapmaktan zevk alacağınız, çevrenize uyum sağlayacak birisi olması lazım. Kısaca bu bir bütün... Eh böyle birini de bulmak çok kolay değil. Sayısal loto gibi...
Size de çıkabilir?
Belki... Ama artık geç kaldığımı düşünüyorum.
Size "taş gibi" yakıştırması yapılıyor. Ama siz böyle kalmak için çok bir çaba sarfetmiyormuşsunuz galiba...
Hiç. Baksana gayet bakımsızım. Gençliğimde bir ara spor yaptım. Tenis oynuyordum. Bir gün fenalaşınca tenisi bıraktım. Sonra ata biniyordum. Çok kötü düştüm... Sonra pasif jimnastiğe gittim. Oradaki havalandırmalar da faranjitimi tetikledi. Son olarak yürüyüş yapıyordum; günde bir saat on beş dakika... Ama diziler başladıktan sonra, o da bitti. Vaktim yok. Seneye ona bir zemin hazırlayacağım.
Dizi temposu çok yoğun. Yaş sizi zorluyor mu?
Günde en az beş elbise değiştiriyorum, beş kez saçım yapılıyor. Elbiseler kat kat ve ağır. Benim illa o koridorda bir yürümemi istiyorlar. O kıyafetleri taşımamı seviyorlar. Dün saçım beşinci kez yapılırken isyan ettim, "Yoruluyorum artık" dedim. Ama yorulacağız, başka çaresi yok. İzleyiciler eteğimi savurmamı bile seviyor.
Muhteşem Yüzyıl’ın beş yıl süreceği tahmin ediliyor. Sonra ne yapacaksınız?
O kadar sürerse, bu dizide yaşlanırım. Ama oyunculuğun yaşı yoktur. Her yaşta kamera karşısına geçebilirsiniz. Yeter ki sağlığınız izin versin.
Herhangi bir sağlık sorununuz var mı şu anda?
Var. Yüksek tansiyonum var.
Yılmaz’ın arabayla çarpması iyi oldu; tek celsede boşanabildim
Yılmaz Güney’in kafanızdaki bardağa ateş ettiği fotoğraf yayınlandı. Ne hissetmiştiniz?
Hikayeyi benim yanımda yazıyordu. Eşrefpaşalı filminin setindeydik, İzmir’de... Tabii film çekilirken, hakiki kurşun kullanılmaz, fünye kullanılır. Fakat Yılmaz’ın gerçek silah kullanma huyu vardı.
Kaç yaşındaydınız?
19. "Ciddi ciddi ateş etmeyeceksin değil mi?" diye sormuştum. "Ateş edeceğim" diye cevap vermişti. Dönüşü olmadığını biliyordum. Çok korkmuştum. İçimden "kader" demiştim.
Yaşadığınız başka çılgınlıklar var mı peki?
Çok var. Ama bana kalsın bunlar...
Onunla tanıştığınızda çok gençmişsiniz. Ne öğrendiniz kendisinden?
Bugünkü başarımı ona borçluyum. Oyunculuğu, iş disiplinini ondan öğrendim. Hayata, dünyaya bakışım değişti. Daha sosyal ve paylaşımcı bir insan oldum. Bana hâlâ faydası dokunan çok kitap okudum.
Peki sizi durdurmak için arabayla çarptığı ve bu nedenle ayrıldığınız doğru mu?
O zaman basına yansımıştı bu. O yüzden yalanlayamam. 1968’de kendisine boşanma davası açmıştım. İtiraz etti,"Ben boşanmıyorum" dedi. Tartışma büyüyünce masayı terk ettim. Arabayla takip etti. Arabaya binmemi istedi. Ben binmeyince durdurmak için çarptı. Köprücük kemiğim kırılmıştı. Hürriyet gazetesine manşet olmuştu. Haberi de basına olayı gören bir taksici sızdırmış.
Sinirlenince gözü bir şey görmüyor muydu?
Evet. Koç burcuydu, bir anda alev gibi parlardı. Yaptığı çılgınlığın farkına varmazdı. Sonra üzülürdü, pişman olurdu. Maalesef bunu da yaşadım. Ama bu olay tek celsede boşanmama neden oldu. O yüzden iyi oldu.
Bir dönem de birbirinize yazdığınız aşk mektupları çalındı galiba... O nasıl olmuştu?
Annemin kocası gazeteciydi. Rahmeti oldu şimdi... Cahit Poyraz. Tabii çok rahatlıkla bizim eve girip çıkıyordu. Benim de mektuplarım başucumda duruyordu. Almış onları oradan, Ses dergisine vermiş. Bu olay beni çok üzmüştür. Çok haksız duruma düştüm... Bana ait, benim için özel olan bir şeyi basınla paylaşmış gibi oldum. Yıllarca ben Yılmaz ile yaşadıklarımı kendime sakladım. Sonra başıma bu geldi.
Onu anılarınızda nasıl yaşatıyorsunuz?
İyi ki hayatımdan geçmiş. Yaşadıklarım beni bugünkü ben yaptı.
Yavuz Demir özgüvenimi geri kazandırdı
İkinci evliliğinizi de Yavuz Demir’le yaptınız. İki çok farklı adam.
Yavuz da Yılmaz kadar kadınına sahip çıkan bir adamdı. Genç yaşta yaşadığım ürkekliği yenmemi sağladı, bana özgüvenimi geri kazandırdı.
O evlilik niye bitti?
Yavuz’la evliliğimiz sekiz yıl sürdü. Severek ayrıldık. Ben biraz eve dönüğüm. Haftada iki üç gün elbette dışarı çıkarım ama birkaç gün de kendime ayırmak isterim. O zaman yalıda oturuyorduk. Bizim ev open house’du (kapısı herkese açık ev). Herkes birini alıp getirebiliyordu. Ailemle ya da bir arkadaşımla evimde buluşup bir çay içemiyordum. Şamdan modası vardı o yıllarda... Her gece Şamdan’a gidiliyordu. Çok yorulmuştum.
Çocuk yapmama nedeniniz de bu muydu?
Bunun etkisi var. Yavuz çok istiyordu. Ben yürütümeyeceğimi, onun bu hızlı yaşamına ayak uyduramayacağımı anlamıştım. Aslında çok seviyorduk birbirimizi... Evliliğimizin sekizinci yılında hâlâ birbirimizin gözünün içine bakarak yemek yerdik. İnsanlar "Yeni mi tanıştınız?" diye sorardı. Ama yalnız bırakmıyorlardı ki... Arkadaşlar kapıdan gelmeseler, denizden tekneyle geliyorlardı. Bir de ben babasız büyüdüğüm için, babasız çocuk büyütmek istemedim. Halbuki çocukları her zaman çok sevdim.