Şimdi yine bir Osmanlı dönem dizisi Payitaht Abdülhamid’in kadrosuna katıldı. Nur Fettahoğlu, Vatan gazetesinden Burak Kara'ya konuştu;
Yine bir Osmanlı dönem dizisindesiniz, kendinizi İlber Ortaylı gibi hissetmeye başlamadınız mı?
Aslında biraz da komik bir anım var tarihle alakalı. Sanat Tarihi ve Tarih derslerine çok ilgiliydim, heyecanla okurdum. Ta ki bir öğretmenim derste konuşmadığım halde beni konuştu zannedip haksız yere bütün arkadaşlarımın önünde kulağımı çekene kadar! Çok utanmıştım. Ondan sonra ister istemez soğudum. Ama hayat işte, sizi kırıldığınız yerden sınıyor. Bir baktım tarihler arası geziniyorum!
Payitaht Abdülhamid’te nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?
Efsun karakterini, bir Abhaz prensesini canlandırıyorum. Güçlü, kendine güvenen, geçmişinde ciddi travmalar ve kırılganlıklar yaşamış, bunu hayata karşı dik ve korumacı bir tavra döndürmüş. Geleneksel, ailesine bağlı. Hayatta yegane dayanak noktası kız kardeşi ve onun mutluluğu.
Oynadığınız karakterlerin serüvenine nasıl kendinizi bırakıp role motive oluyorsunuz?
İlk önce karakteri iyi analiz etmek gerekiyor, her karakterin farklı bir serüveni var. Arka planı, karakteri, duruşu, yaklaşımları.. Hepsini iyice düşünmek, sonra hayal gücünüzü kullanarak bu karakteri kendine has kılan bedensel ve ruhsal ifadelere alışmaya başlamak gerekiyor. Her karakter bu nedenle bambaşka bir yolculuk. Tutunduğu değerler başka. Bizim payımıza da onların dünyasına inanıp hayat vermek düşüyor.
Seçme şansınız olsaydı, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki hangi kadın olmak isterdiniz?
Açıkçası Mahidevran’ı oynarken ‘neleri değiştirebileceğimi’ düşünmüştüm. Ama tamamıyla farklı bir toplumsal yapı, tamamıyla farklı bir dünya, o nedenle bunları dile getirmek çok zor.
Yedi yıl bankacılık yaptınız, bugünkü Nur Fettahoğlu gözüyle bakınca bu nasıl bir deneyimdi?
Yol gösterici oldu. En temelinden ne istediğime dair karar vermemi sağladı. Bunun yanında olgunlaştırıcı bir dönemdi. Özellikle çok insanla muhatap olduğum için oyunculuğuma yansıttığım çokça karakter biriktirmiş oldum.
Şöhret olmak nasıl bir duygu, sizi besliyor mu ya da rahatsız mı ediyor?
Ne besliyor ne de rahatsız ediyor. Şöhret olarak değil de takdir edilme açısından yorumlarsak ruhumu besliyor. Bir iş yapıyorsunuz ve karşılığında sizi motive eden gözler ve sözlerle karşılaşıyorsunuz. Bu çok değerli.
Kendinize örnek aldığınız isimler var mı? Size her daim ilham verenler…
İlhamda sınır yok. Kişiler de var, sanat da var, doğa var, duygular var. Çok beğendiğim, örnek aldığım, etkilendiğim isimler ve yerler var. Bilindik olması gerekmeden, hatta bazen en sıradan en yakın ya da en anlık olandan...
Hangi karakter özelliği sizi hayatta yönlendirir? Güçlü, savaşçı, inatçı?
Aslında hepsinden biraz. Güçlü olmalısınız ki her türlü savaş halinde inancınız ve inatçılığınızla başarıya ulaşın.
Annelik nasıl bir duyguymuş?
Hala tarif edemiyorum anneliği. Çok yüce, karmaşık ama bir yandan da yalın bir duygu. Onu düşündükçe kalbim çarpıyor, ondan uzak olduğumda fotoğraflarına bakıp gülümsüyorum, “Daha önce ne yapıyormuşum ben” diye düşünüyorum sıklıkla. Sürekli aklıma gelişini seviyorum.
Anne olduktan sonra mesleki kriterleriniz değişti mi?
Hayır, özel bir değişiklik yok. Kızım olmadan önce de özenli ve dikkatliydim, şimdi de öyle. Ayrıca özünde kızımdan önce kendime saygı duymalıyım ki kızım da bana saygı duysun.
Set saatleri çok uzun, kızınıza nasıl vakit ayıracaksınız?
Olabildiğince dengelemeye çalışıyorum. Sadece kızıma ayırdığım vakit elbette çok değerli, ancak işime ayırdığım zaman da öyle. Her işin belirli zorlukları var ve buna uyum sağlayabilmek en önemli kriter.
Fi dizisi kelimenin tam anlamıyla yoğun bir deneyimdi. Duygusal açıdan oldukça yorucu ve yıpratıcıydı. Sahneler bittikten sonra uzun süre kendime gelmek için uğraşıyordum. Her gün karşılaştığımız şiddetin bir başka biçimi. O ‘sessiz kadın’ların çığlıklarını satırlar arasında bile hissedebiliyorsunuz, beni bu kadar içine çekmesinin sebebi de bu belki.
Holywood’da da, dünya genelinde kadın güzelliği kusursuzluk ve gençlikle bir değerlendiriliyor. Kadın rolleri de genellikle bunun bir uzantısı olarak yazılıyor. Bu da aktrislere bir ‘son kullanma tarihi’ atıyor.
Meryl Streep değilseniz tabii ki.
TÜSİAD’ın “TV dizilerinde toplumsal cinsiyet eşitliği projesi”ne göre: dizilerde kadınların yüzde 70’i çalışmayan, çocuk bakan ev kadını olarak gösteriliyor. Bu ayrımcılık sizi rahatsız ediyor mu?
Elbette ki. Toplum genelindeki diğer ayrımcılık sonuçları gibi. Ülkemizde kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde 40’larda, bu da iş hayatını da iş hayatının nasıl temsil edildiğini de etkiliyor. Bu dengesizlik, aynı zamanda toplumun kadına bakışını, sonunda kadınların da kendilerine bakışını etkiliyor. Şu anda anlamakta güçlük çeksek de kadınlara seçme yetkisinin verilmesi kadar temel bir hak bile geçtiğimiz yüzyılın büyük bir bölümünü kaplayan bir mücadele. Gelecekte, bu günlere geri dönüldüğünde ‘bu kadar da olur muymuş’ diye baktığımız zamanların gelmesini, hem de çabuk gelmesini diliyorum.