Hürriyet'ten Gökçe Aytulu Ömer Koç'un bilinmeyen dünyasına ışık tuttu. Gökçe Aytulu'nun haberi şöyle...
“Kitaplarımı seviyorum, tıpkı dolu bir silah gibi bana güven duygusu veriyor. Okumamış olsanız bile orada duruyorlar.”
Koç Holding’in yeni Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç, üç yıl önce İngiliz Financial Times gazetesine verdiği söyleşide, kitap koleksiyonunu bu sözlerle anlatıyordu.
Ağabeyi Mustafa Koç’un zamansız ölümünün ardından Türkiye’nin en büyük şirketler topluluğunun başına geçen Ömer Koç, bugüne kadar işadamlığının yanı sıra sanata düşkünlüğü ve koleksiyonerliği ile tanındı.
Aslında ‘tanındı’ tabiri de pek doğru sayılmaz. Çünkü Ömer Koç, göz önünde olmayı sevmeyen biri. Yabancı gazeteler ve sanat dergileri dışında herhangi bir söyleşisini bulmak mümkün değil.
2008’den bu yana Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu TÜPRAŞ’ın başında olmasına rağmen basına konuşmamayı tercih ediyor. Ancak konu eğitim, kültür, sanata geldiğinde istisnalar var. Mesela Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptığı Türk Eğitim Vakfı’nın (TEV) yurt açılışı için Trabzon’a gidip uzun uzun gençlerin eğitimi için yapılan çalışmaları anlatabiliyor. Bu yönüyle, etrafında örülen gizem perdesine sığmıyor Ömer Koç.
Onu gizemli olarak değil de kendine özgü olarak tanımlamak daha doğru olabilir. Sıradan bir işadamına uymayan bir profile sahip. Lise eğitimini Robert Kolej ve İngiltere’deki Millfield School’da tamamlamış. Bir söyleşisinde “Hiç evlenmemiş yaşlı bir kadının sahibi olduğu bir evde sekiz kişi kalıyorduk” diye anlatıyor Somerset’teki günlerini.
YUNAN FİLOLOJİSİ EĞİTİMİ
Üniversite eğitimi için ABD’ye gitmiş. İlk iki sene Georgetown’da, son iki sene New York’taki Columbia Üniversitesi’nde Yunan filolojisi eğitimi almış. Potansiyel olarak Türkiye’nin en büyük şirketlerinin başına geçmesi beklenen birinin bu bölümü tercih etmesi sıradışı sayılabilir. Ama lisans eğitimi Ömer Koç’un kişiliği hakkında ipuçları veriyor.
Koç, küçük yaşlardan itibaren tarih, sanat ve arkeolojiye merak salmış. Ortaokulda Osmanlıca dersleri almaya başlamış. Bir iddiaya göre işletme yüksek lisansı yapma vaadiyle ailesini Yunan filolojisi okuması yönünde ikna edebilmiş. Zaten sonrasında da Columbia Üniversitesi’nde işletme alanında MBA yapmış.
Tarih, Ömer Koç’u kitaplarla, Osmanlı tarihi ise çiniyle buluşturmuş. ‘Sanat Dünyamız’ dergisine 2007’de verdiği bir söyleşide koleksiyon zevkinin nasıl geliştiğini anlatıyor: “Kendimi bildim bileli, çocuk yaşımdan beri kitap biriktiririm ama ciddi manada önemli kitap almaya 1980’lerin sonunda başladım. En eski kitabım 1493 tarihlidir. 1930’a kadar olan bütün mühim kitapları elde etmeye çalıştım.”
ATABEY’İN KİTAPLARI
Koleksiyonculuğa başladığı günlerde başına gelen ilginç bir olay var. Ömer Koç hangi kitabı almak için bir sahafa gitse, aradığı kitabın ‘Bay Atabey’ tarafından satın alındığı söyleniyor. Paris’ten Londra’ya gezdiği sahaflarda karşılaştığı cevap aynı: “Sizden önce Bay Atabey aldı!”
Sahafların bahsettiği kişi ünlü kitap koleksiyoncusu Şefik Atabey. Bir süre sonra halası Sevgi Gönül vasıtasıyla Şefik Atabey’le tanışan Ömer Koç daha sonraları onun tavsiyelerinden faydalanarak kitap toplamaya devam etmiş. Bu anısını da sanat dergisi Cornucopia için kaleme almış.
2010 yılında yaşamını yitiren Atabek’in koleksiyonu, ölümünden 8 yıl önce satışa çıkarılmış. Haliyle önemli bir kısmını da Ömer Koç almış.
“Ben iyi kitabı nerede bulursam alırım, müzayede eviymiş, kitapçıymış, özel koleksiyoncuymuş hiç aldırmam, kendim giderim; yeter ki kitap iyi olsun” diyor Ömer Koç. Yeni görevi sırasında fırsat bulabilir mi bilinmez ama Koç’a, öncesinde Beyoğlu’nda bir sahafta ya da bir şehir hatları vapurunda rastlayabilirdiniz. Financial Times’a verdiği söyleşide her gün mutlaka birkaç saatini okumaya ayırdığından bahsediyor.
Koç’u yakından bilen ünlü sahaf Emin Nedret İşli, “Ömer Koç’un kitaplığı, bugün tüm dünyada, İstanbul şehri, Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye ve Ortadoğu üzerine kaleme alınmış seyahatname, hatırat, atlas, gravür, fotoğraflardan oluşan koleksiyonların en büyüğüdür” diyor.
Tabii ki Koç’un koleksiyonculuğu sadece kitaplarla sınırlı değil. Kendi deyişiyle koleksiyonculuk ‘deva nâ-pezir’ yani çaresi olmayan bir hastalık.
DANIŞMANI YOK
“Kataloglara bakmadığım bir gün boşa geçmiştir” diyor. İngiltere ve İstanbul’daki evleri çağdaş ve klasik sanatı bir araya getiren eserlerle dolu. Taner Ceylan’ın hiperrealist ‘Boksör’ tablosundan İngiliz oryantalistlere, Piccinini’nin enstalasyonlarından çinilere, eklektik bir birliktelik süslüyor evlerini. Francis Bacon, Stanley Spencer, Otto Müller, Egon Schiele... Hepsi bir arada.
Çağdaş sanata ilişkin kafası net. Financial Times’taki mülakatında “Bir kılavuza ihtiyaç duyulan şeyleri sevmiyorum. İlk bakışta beni etkilemeli. İnsanların tercihine saygı duyarım ama benim bir danışmanım yok” diyor. Uluslararası sanat dergisi ‘Apollo’daki bir söyleşisinde de Fransız oryantalistlerin çirkin Fas tablolarının nasıl bu kadar yüksek rakamlara satıldığını anlamadığını söylüyordu.
Ömer Koç’un girişimiyle 2010’da kurulan ARTER, bugün Türkiye’de çağdaş sanatın önemli duraklarından biri haline geldi. 2017’de açılması planlanan Çağdat Sanat Müzesi için uzun süredir hummalı bir çalışma yürütülüyor.
Koç Topluluğu’nun başına geçmesiyle çağdaş sanat projelerine daha fazla yatırım yapılır mı bilinmez ama Ömer Koç şimdiden, Türk iş dünyasının o çok sevdiği tabirle, en sıradışı ‘patronu’ olmaya aday.
İngiliz sanat gazetecisi Catherine Milner, “Eski dünyanın nezaketini taşıyan bir İngilizce konuşuyordu” dediği Koç için eklemeden geçememiş: “Ama sanırım petrol satarken büyüsü biraz bozuluyordur.”
HER İŞADAMININ KİTAPLIĞI OLMALI
"Ömer Koç, Türkiye’de birçok sanatın, serginin, bienallerin, yeni akımların tanınmasını sağladı. Onun yaptığı seçici bir sponsorluktur. Sadberk Hanım Müzesi’nden ARTER’e bir çizgi çekilirse gelenekselle modern sanatı, yeni akımları, yeni adları ve geçmişteki kültürel varlıkları izlemek mümkündür. Şüphesiz Ömer Koç, Türkiye’de her işadamının bir kitaplığı olmasının gerekliliğini kanıtlayanların başında gelir."