Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra; bir beraat ve iki tahliye kararının ardından hazırlanan yeni iddianamede bu kez 'casusluk' ve 'darbe girişimi' ile suçlanan ve 1077 gündür cezaevinde tutulan eşi Osman Kavala'nın durumu nedeniyle "ailece işkenceye maruz bırakıldıklarını" açıkladı. "Bağımsız yargının işlediğine inanmasının çok zor olduğunu" vurgulayan Buğra, "Eşimin, benim ve eşimin 94 yaşındaki annesinin düpedüz işkenceye maruz kaldığımızı düşünüyorum" dedi.
Prof. Dr. Ayşe Buğra, Osman Kavala'nın avukatlarıyla birlikte düzenlenen online basın toplantısında, Türkiye'deki beraat ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği ihlal kararlarına rağmen eşinin hâlâ tutuklu olduğu sürece dikkat çekerken, "Artık kimse bize yalan söylemek lüzumunu bile hissetmiyor diye düşünmeye başladım" ifadesini kullandı.
Prof. Dr. Buğra, "merhamet talebiyle değil adalet talebiyle" seslendiğini vurguladığı -AKP'liler başta olmak üzere- bütün milletvekillerine, "Benim ve eşimin oğlunu artık göremeyeceğini düşünen annesinin durumunun, milletvekillerini ve siyasetle uğraşan herkesi, özellikle de hangi partiden olursa olsun bütün kadın siyasetçileri ilgilendirmesi gerektiğini zannediyorum" sözleriyle seslendi.
Burada bu konuşmayı yaparken çok zorlanıyorum" diyen Prof. Dr. Ayşe Buğra'nın açıklamasının tam metni şöyle:
"Konuyla ilgilenenlerin çoğunun bildiği gibi, eşim Osman Kavala 17 Ekim 2017 tarihinden beri dört duvar arasında özgürlüğünden yoksun olarak yaşıyor. Bu süre içinde kendisine ceza kanunun üç ayrı maddesiyle ilgili suçlamalar yöneltildi. Bunlardan birinden beraat etti. İkincisinden tutuklandıktan sonra tahliye edilip- sonra yeniden tutuklanıp- sonra yeniden tahliye edildi ve şimdi bu suçlamayla geçtiğimiz Perşembe günü çıkan iddianamede tekrar karşılaşıyoruz, ama bu sefer buna bir de üçüncü suçlama (casusluk suçlaması) eklenmiş durumda.
Karşılaştığımız durumun niteliğinin anlaşılması için, herkesin son iddianameyi okumasını isterdim. 64 sayfalık bir metnin okunmasının zor olduğu düşünülebilir, ama o kadar zor değil. Metinde pek çok siyasi tahlil ve pek çok tekrar var. Tahlil ve tekrarlar çıktıktan sonra, ortada makul şüphe zemini oluşturabilecek bir bilgi ve belge olup olmadığını okuyanlar takdir edebilir. Bir hukuk devletinde böyle bir iddianamenin hazırlanması mümkün müdür değil midir, okuyanlar bunu takdir edebilir.
Bu süreç içinde, bizim neler yaşadığımız da tahmin edilebilir. Ama ben bütün bunların, eşim için, benim için ve ailemiz için ne anlama geldiğinin bir kere daha düşünülmesini isterdim. Tutukluluğun AİHM’nin haksızlık tutukluk kararı verip derhal tahliye talep etmesinden sonra hala sürmesinin bizi nasıl etkilediği üzerine düşünülmesini isterdim. Bir insanın, beraat ettiği gün eşyalarını toplayıp, evine dönmek için hazırlanıp yola çıktıktan sonra yoldan çevrilmesi ve tekrar tutuklanarak cezaevine götürülmesinin nasıl bir şey olduğunun düşünülmesini isterdim. Anayasa Mahkemesi’nin, bizim haksız tutukluluk başvurumuzu toplantı gündeme aldıktan sonra, başvurumuzla ilgili gündem maddesini tartışmayı ertelediğini, toplantının yapıldığı gün duymak nasıl bir şeydi, bunun düşünülmesini isterdim. Bu AYM toplantısının ve erteleme kararının, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin AİHM kararının uygulanmaması halinde konuyla ilgili atılacak adımları tartıştığı ikinci toplantısıyla aynı güne rastladığının da hatırlanmasını isterdim. Casusluk gibi bir suçlamanın, bir insan için ve onun ailesi için ne demek olduğunun, bunun üzerimizde nasıl bir etki yaptığının da düşünülmesini isterdim.
Türkiye’de yargının işleyişiyle ilgili sorunlar her gün tartışılıyor, haksızlığa uğrayan ve mağdur olanlar bizden ibaret değil. Bunu biliyorum. Ama eşimin başına gelenler, onun kendisine uygun bir suç aranırken üç yıl boyunca tutuklu olarak cezaevinde kalması, Türkiye’de ve Türkiye dışında pek çok insanın dikkatini çeken özel bir durum oluşturmuş durumda. Bu özel durum karşısında, maalesef, artık bağımsız bir yargı sürecinin normal işleyişiyle karşı karşıya olduğumuza inanmam çok zor. Eşimin, benim ve eşimin 94 yaşındaki annesinin düpedüz işkenceye maruz kaldığımızı düşünüyorum. Bir yandan da, hepimizin çok iyi bildiği “ adalet mülkün temelidir” cümlesi sık sık aklıma geliyor.
Bu durumda, bu memleketin bir vatandaşı olarak, sadece basının ve kamuoyunun duyarlığına değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bizleri temsil eden milletin vekillerine seslenmek ihtiyacını duyuyorum. Merhamet talebiyle değil adalet talebiyle, mülkün temeli olan adalet talebiyle, Adalet ve Kalkınma Partisi başta olmak üzere, meclisteki bütün partilere mensup milletvekillerine seslenmek istiyorum. Ama aynı zamanda, halkın yararına siyaset yapmak isteyenler için çok önemli olduğunu düşündüğüm empati duygularına da seslenmek istiyorum. Benim ve eşimin oğlunu artık göremeyeceğini düşünen annesinin durumunun, milletvekillerini ve siyasetle uğraşan herkesi, özellikle de hangi partiden olursa olsun bütün kadın siyasetçileri ilgilendirmesi gerektiğini zannediyorum.
Burada bu konuşmayı yaparken çok zorlanıyorum. Çok zorlanıyorum çünkü biz evrensel hukuk normlarından ve yasalardan bahsederken, artık karşımızda bize durumumuzun bunlara uygun olduğunu anlatmaya çalışan kimse kalmadığını düşünmeye başladım. Artık kimse bize yalan söylemek lüzumunu bile hissetmiyor diye düşünmeye başladım...
Katıldığınız ve bizi dinlediğiniz için teşekkür ederim."
T24 Haber Merkezi