Güvenlik uzmanı Abdullah Ağar'ın Hürriyet gazetesinin bugünkü nüshasında yayımlanan 'El Bab Kahramanları - 5' başlıklı yazısı şöyle:
Akil Dağı’nda bir bombalı araç gelip aramıza daldı. 12 şehit, 20 yaralı... Şanlı 31. Özel Kuvvet Taburu’nun komutanı Bülent Albayrak Binbaşımız işte bu anlarda şehit düştü. Akil Dağı’na gelince... Adı ‘Albayrak Dağı’ olacak, El Bab onun fotoğraflarıyla donatılacaktı.
Komutan “Hazır mısın aslanım” diye sordu. Bülent Binbaşı yanıt verdi: “Hazırız komutanım.”
Baratah köyü yakınlarındaki ‘geçici’ Özel Kuvvet Harekât Üssü’ndeydiler.
Özel Kuvvetler Komutanı, 3. Özel Kuvvet Tugay Komutanı ve operasyonu yapacak 31. Özel Kuvvet Taburu’nun Komutanı Binbaşı Bülent Albayrak bir aradaydılar.
Kısa bir sohbetti. Artık her şey planlanmış, son kontrol ve koordinasyonlar yapılıyordu. Bir de helalleşmeler!
Komutan, “Dikkat edin Bülent! Burada her türlü pisliğe maruz kaldınız. Taşeronların kullandığı uçaklarla bile vuruldunuz. Tepenize varil bombaları yediniz” dedi.
Bu uçak taarruzunda 4 şehit, 10 gazi vermişlerdi.
Böyle mahzun durma
Albayrak Binbaşı:
“Siz de dikkat edin komutanım. Ortalık çok karışık.”
Komutan, Bülent Albayrak Binbaşı’nın ensesinden kavrayıp kendine doğru çekti. Başını başına yasladı. Yanağını okşadı binbaşısının.
“Böyle mahzun mahzun durma Bilo!”
Esas duruşunu bozmamaya çalışan Bülent Binbaşı yanıt verdi: “Ben hep böyleyim komutanım.”
O, 3. Özel Kuvvet Tugayı’nın birinci tabur komutanıydı.
Komutan, Bülent Binbaşı’nın ne kadar kahraman olduğunu iyi bilirdi. Fırat Kalkanı boyunca taburuyla, müşterek özel görev kuvvetleriyle, bağımsız timleriyle pek çok çatışmaya girmişti.
Bülent Binbaşı’nın kahramanlıkları o kadar çoktu ki. Daha geçen tank üzerindeki kahramanlığı unutulur gibi değildi. Yanan tankın üstüne tırmanmış, kule kapağından içeri daldığı gibi Mehmetçiği çekip almıştı.
Sonra ayrıldılar.
Akil Dağı’nda bir bombalı araç çıktı. Aramıza daldı. Sonra iki boğuk patlama daha.
Bir bombalı araçla başlayan ve anlara sığan koskoca birkaç saatlik zaman aralığında tam bir ölüm kalım savaşı verdik. 12 şehit, 20 yaralı.
Bilo komutanımız... Şanlı 31. Özel Kuvvet Taburu’nun komutanı Bülent Albayrak Binbaşımız işte bu anlarda şehit düştü. 12 sıradağ, arşa doğru işte böyle devrildi.
Akil Dağı’na gelince..
Bülent Albayrak Binbaşı’yı “Mahzun mahzun durma Bilo” diyerek helalleşip göreve uğurlayan komutanın ciğeri yanmıştı.
Akil Dağı’nın adı “Albayrak Dağı” olacaktı.
ÖSO komutanları El Bab’ın caddelerini Binbaşı Bülent Albayrak’ın fotoğraflarıyla donattı. Ve Akil Dağı’nın adını, ‘Albayrak Dağı’ olarak değiştirdi.
Ruhların savaşı
Alabildiğine kalabalıktı meskûn mahal. Her türlü adam vardı. Kalabalığın içinden üreyecek olası tehditlere karşı alabildiğine tetikteydik.
İşte tam o anlarda gördüm adamı. Yerel kıyafetler içindeydi. Üzerinde de bir üstlük vardı. Sezgim bangır bangır bağırıyordu. Adamın giysisi, gövdesiyle uyuşmayan acayip bir şişkinliği altında gizliyordu. Ve şimdi bu adam tam bize yaklaşıyordu. Tabancam aklıma geldi ya, vazgeçtim. Şüphem ile “Ya değilse” arasında gidip geldim. O sırada çoktan adama doğru yürümeye başlamıştım.
Aramızda iki, bilemedin üç adım. Ben böyle karşısına dikilince durakladı bir an! Ve ruhuyla bağırdı: “Amşi İllal Şehade!”
Ben Arapça bilirim. Adam bir canlı bombaydı. Ve yüzüme “Şehadete yürüyorum” diye bağırmıştı. İşte tam o an, baş parmağının altında gövdesine sarılı bombanın tetiğini gördüm.
Hiç düşünmedim, adamın gözlerine gözlerimi dikip, bütün inanmışlığımla; “Ve ana aydan amşi İllal Şehade!” diye, ben de ona bağırdım. Bir an bakakaldı yüzüme... Ve yumruğumu suratına yapıştırdım.
Sırt üstü düştü yere.
Hemen çöktüm ümüğüne. Gövdesine sardığı bombalı yelek bacaklarımın arasında kalakaldı. Ve o bomba sarılı gövdenin üstüne oturmuşken, yumruğum havada, gözlerinin içine baka baka bir kez daha bağırdım: “Fecer!” “Patlat” dedim yani.
O anlarda o başparmak birkaç kez butonun üstünde gidip gidip geldi. Sonra gözleri değişti, vazgeçti.
Tetiği elinden aldığım gibi, anında kestim kablosunu... Zaten yetişti arkadaşlar. Kısacık bir anda söktük çıkarttık bombalı yeleği. Ona dediğim “Ve ana aydan amşi İllal Şehade!” cümlesine gelince...
Türkçesi, “Ben de şehadete yürüyorum” demekti.
Ben orada onun o kör inancını, ‘Biz’ olma, bir Türk yüzbaşısı olma ruhuyla ve gerçek bir Müslüman şuuruyla yendim. Bombalı yeleğe gelince... İçinde 8 kalıp C4 ve RDX çıktı.
Patlasaydı! En az 80 parçalanmış insan demekti...
Dabık'ta çöken DEAŞ yalanları
DABIK’ın adı bile ÖSO’yu ürkütüyordu. DEAŞ burada kıyamet öncesinde çok kanlı ve çok büyük bir savaş yapacağını, kazanacağını ilan etmiş, ta ortaya çıktığından beri bunun propagandasını yapmıştı.
Dabık’ı alacak grup çok çekiniyordu. ÖSO’cularla birlikte Duaybek’e girdik. Yalnız biraz fazla ileri gitmişiz, bir ÖSO lideri bağıra çağıra yanıma geldi.
“Burası Dabık, kaçalım, gidelim.”
Sonra biraz geriye yaslandık, keşfimizi yaptık. Oradan baktığımızda Dabık’ın üstünde devasa bir DEAŞ ‘bayrağı’ vardı.
Sonradan anlayacaktık. Bu bayrak Dabık’ın üstünde değil, Dabık’ın güneyinde Arşak denilen bir höyük vardı, onun üzerinde sallanıyordu.
Artık yarın sabah Dabık’a taarruz edecektik. Dabık iki koldan ele geçirilecekti.
Bizim grup Arşak’a girdi. Sert bir çatışma oldu, ama ilerledik. Sonunda ÖSO telsizden Arşak’ın düştüğünü söyledi. Oturdum, sırtımı bir duvara verdim.
Hemen ardından 25-30 civarında patlama sesi duyuldu. Patlayanlar sensörlü, uzaktan komutalı, basma düzenekli mayın EYP ve GEYP’lerdi.
Biraz önce ben de oraya girmiş, aramaya başlamaları talimatı vermiş ve şu an bulunduğum yere gelmiştim.
ÖSO orada 15 şehit verdi. 20’den fazla yaralı vardı. Buna rağmen ÖSO orayı terk etmedi. Ve o devasa bayrağı oradan indirdi. Ve bu olay Dabık’ın çözülmesinin temel nedeni oldu. Ertesi gün Dabık, DEAŞ tarafından bir tek mermi dahi atılmadan, bize geçti. O gün Arşak’ı almamız, o DEAŞ bayrağını oradan indirmemiz, psikolojik eşiğin aşılmasına, DEAŞ’ın çözülmesine neden olmuştu. ÖSO’cular burada DEAŞ’ın direnç eşiğinin, Dabık yalanının çöktüğünü görmüşler, üstüne bir de yaşamışlardı.
Höyük’te indirdikleri DEAŞ bayrağının yerine kendi bayraklarını asmışlardı. Bizim bayrağımızı da asmak istiyorlardı.
“Hayır” dedik. “Buralar sizin. Sizin bayrağınızı dalgalandırın.”
1430 metreden tek kurşun
Bir asker anlatıyor:
“Tuveyran köyünün doğusunda icra edilen operasyon sırasında cephe hattında ÖSO savaşçıları ve biz DEAŞ’la temas halindeydik. Bulunduğumuz bölgeye bir anda çok yoğun havan ve uçaksavar atışı gelmeye başladı. Biz yerimizi değiştirdikçe havan atışları da bizi takip ediyordu. Nasıl oluyordu?
Bunları kesin birisi yönlendiriyordu. Ara ara da keskin nişancı atışlarına maruz kalıyorduk. Hemen sonra keskin nişancının, aynı zamanda ileri gözetleyici olabileceğini düşündük. Böylece keskin nişancım Mustafa Bozkurt’a emir verdim:
“Mustafa şu çakalı bul!”
Bu arada atışlar devam ediyordu. Mustafa keskin nişancı tüfeğini eline aldı. Uygun yere mevzi almak için sıçramaya başladı. O giderken keskin nişancı atışlarının ona gelmeye başladığını gördüm. Keskin nişancı mermileri ayaklarının dibine vuruyordu.
“Dikkat et Mustafa! Sana atıyor.”
Döndü, eliyle anladığını bana anlattı. İlerlemeye devam etti, bir yerde mevzi aldı. Atışlar üzerine gelmeye devam ediyordu, görüyordum. Bulunduğu mevziden 10 dakikaya yayılan bir sabır savaşına girdi. Etrafına habire mermi geliyordu. Biz de bu arada havan ve Doçka atışları nedeniyle kafamızı kaldıramıyorduk.
On dakika sonra Mustafa’nın atışı duyuldu. Tek atış!
Mustafa tam 1430 metre mesafede bir evin penceresinin gerisinde mevzi almış DEAŞ’ın keskin nişancısını tek mermide vurmuştu.
Bundan birkaç dakika sonra havan atışları azaldı. Mustafa’yı yanıma çağırdım. Gelirken, üzerine tekrar keskin nişancı atışları başladı. Mustafa’ya oradan bağırdım:
“İkinci bir keskin nişancı var. Yerini tespit et Mustafa...”
Mustafa geri döndü. On dakika sonra telsizden ilk hedefin 250 metre doğusundaki başka bir evin içerisinden atış geldiğini ve hedefi tespit ettiğini söyledi.
Mustafa yine on-on beş dakika gözetledi, baktı, baktı ve yine tek bir atış yaptı.
Mustafa tekmil verdi. “Tamam komutanım. Onu da hallettik.”
Bir süre sonra bölgeye gelen bütün atışlar kesildi ve ÖSO unsurları köye girerek özgürleştirdiler.
Yazar notu
Düşmanını önce ruhunda yenmelisin. Düşman mutlaka hisseder bunu. Sana karşı savaşma isteğini ilk önce burada kırarsın. Bunun yani düşmanı ruhunda yenmenin olmazsa olmaz bir şartı vardır. Ruhunda düşmandan önce kendini yenmelisin. “Ölümü yenmelisin.” Ölümü ruhunda yenmeden ölümün üstüne gidemezsin. Sonra mücadele, savaş ya da çatışma başlar. Ölürsün ya da öldürürsün, ama mutlaka kazanırsın. Ve bu fiziki çatışmanın sonunda şu olur.
Düşmanın sana karşı savaşma azmi ve iradesi kırılır. İşte nihai zaferi burada kazanırsın.
GERÇEK ZAFER: Düşmanın sana karşı savaşma azmi ve iradesini kırmanda gizlidir.
Bu gerçek hikâye, tam tamına Mehmetçiklerin yaptığı ve kazandığı ruh savaşının adıdır. Ele geçen DEAŞ militanları örgüt içinde sert tartışmaların çıktığını anlatmışlardır: “Türk askerine bulaşmakla çok büyük hata yaptık!”
T24