Cumhuriyet'ten İpek Özbey'in aktardığı bilgiler şu şekilde:
Neden Prof. Dr. Esergül Balcı? İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdikten sonra çeşitli yerlerde edebiyat öğretmenliği yaptı. Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde yüksek lisans, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Eğitim Yönetimi Teftişi Planlaması Ekonomisi alanında doktorası bulunuyor. Hacettepe, Abant İzzet Baysal, Muğla Sıtkı Koçman, Ege, Dokuz Eylül üniversitelerinde çalıştı. Bölüm başkanlığı, enstitü müdürlüğü, dekan yardımcılığı, dekanlık görevlerinde bulundu. Moskova Devlet Üniversitesi’nde ders verdi ve Rus eğitim sistemini inceledi. Polonya’daki Krakow Üniversitesi ile Litvanya Vilnius Üniversitesi’nde Erasmus kapsamında ders verdi. ABD’deki Michigan State Üniversitesi’nde araştırmacı olarak çalıştı. Eğitimde tarikatların etkisini incelemek üzere 2018’deki “Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği” adlı araştırması nedeniyle Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’nce “araştırmayı hangi amaçla, kimlerle ve izin almadan yaptığı” iddiasıyla, hakkında inceleme başlatıldı. Savunmasını yaptı, kendi ifadesiyle “İşin tadı kaçtığı için” emekli oldu. “Türkiye’de Eğitim Politikaları”nın yazarı olan Prof. Balcı, yeni kitabı için tarikatları araştırmayı sürdürüyor. TÜGVA’yla ilgili belgeler sızıp üzerine yoğun tartışmalar başlayınca, bize de Prof. Balcı’ya sormak kaldı.
2002’den bugüne tüm kabinelere bir bakın, tüm tarikatların belli ölçülerde temsil edildiğini göreceksiniz. İktidarın ana gövdesini oluşturan Nakşiler ve kolları; İlim Yaymacılar, Menzil, Hak Yol ve tabii ki FETÖ.
FETÖ daha organize olduğu ve uluslararası bağlantıları daha erken kurduğu için belli bir zaman gelince Erdoğan’ı ve diğerlerini tasfiye edip tek başına iktidar olmak istedi. 15 Temmuz’un özeti aslında budur.
Bizim raporu açıkladığımız zaman FETÖ sarsıntısı iktidarda devam ediyordu ve diğer tarikatlara yönelim oldu. Onlara alan açıldı. Mesela TSK’de, poliste, adalette belli gruplar FETÖ’nün yerini almaya başladı.
TÜGVA bütün bu tarikat yapılarının çatı örgütü diyebiliriz. Hükümette temsil edilen ya da hükümete yakın tarikatların gençlik örgütlenmesi. TÜGVA bir çeşit tarikatların insan kaynakları birimi gibi dizayn edildi.
Yüzlerce tarikat şirketi faaliyet yürütüyor. Milyarlarca dolarlık ciroları var. Devlette hepsinin kaydı olduğunu biliyoruz. O listelerdeki çocukları memur yapıp bir işe yerleştirmekle bitmiyor. Her birinden düzenli para kesiliyor.
Fotoğraf: Necati Savaş
• Hocam sizinle bir yılı geçti konuşalı. 2018’de yaptığınız bir araştırma var, buna göre Türkiye’de 2.6 milyondan fazla kişinin bir tarikat ya da cemaatle organik bağı bulunuyor. Sık sık cemaatlerin, tarikatların devletin kurumlarına nasıl sızdıklarını konuşuyoruz. Son olarak da TÜGVA’yla ilgili bazı belgeler sızdı. Belgelere göre resmen her yere çökmüşler... Bu yapılar için vakıf demek doğru mu, yoksa salt cemaat bağlantılı oluşumlar mı?
Aslında AKP, kuruluşundan itibaren zaten bir tarikatlar koalisyonuydu. 2002’den bugüne kadar kurulan tüm kabinelere bir bakın, tüm tarikatların belli ölçülerde temsil edildiğini göreceksiniz. İktidarın ana gövdesini oluşturan Nakşiler ve kolları; İlim Yaymacılar, Menzil, Hak Yol ve tabii ki FETÖ. FETÖ daha organize olduğu ve uluslararası bağlantıları daha erken kurduğu için, belli bir zaman gelince, Tayyip Erdoğan’ı ve diğerlerini tasfiye edip tek başına iktidar olmak istedi. 15 Temmuz’un özeti aslında budur. Bizim raporu açıkladığımız zaman FETÖ sarsıntısı iktidarda devam ediyordu ve diğer tarikatlara yönelim oldu. Onlara alan açıldı. Mesela TSK’de, poliste, adalette belli gruplar FETÖ’nün yerini almaya başladı. TÜGVA bütün bu tarikat yapılarının çatı örgütü diyebiliriz. Hükümette temsil edilen ya da hükümete yakın tarikatların/cemaatlerin gençlik örgütlenmesi. Kuruluşu 2014, yani FETÖ ile hükümet arasında iplerin koptuğu yıl. Dershanelerin kapatılma kararıyla eşzamanlı. Kurucusu kim: Bilal Erdoğan. Bu yolla, tüm tarikatların altyapısı ve insan kaynağı bir arada toplandı. FETÖ’den boşalan devlet kadrolarına TÜGVA üzerinden diğer tarikatların adamları yerleştirildi. TSK’ye, polise, adliyeye, Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) ve diğerlerine. TÜGVA bir çeşit tarikatların insan kaynakları birimi gibi dizayn edildi. Hepsinin kaydı olduğunu görüyoruz. FETÖ de özellikle TSK’deki üyelerinin dosyalarını tutardı. Aynı yöntemi TÜGVA’nın uyguladığını görüyoruz.
• Milli Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet ve aralarında Ensar ve TÜGVA’nın da olduğu bazı vakıflarla protokol imzaladıklarını biliyoruz. Bu protokollerin içeriğini konuşalım mı biraz?
Bunun iki yönü var: 1. TÜGVA için Bakanlık kaynaklarını, yani milletin hazinesini kullanabilmek; 2. MEB üzerinden Türkiye’deki bütün öğrencilere ulaşmak. TÜGVA’nın hemen hemen bütün gelir kaynağının milletin hazinesi olduğunu yayımlanan belgelerden anlıyoruz. İktidarın yerel yönetimde olduğu yerde belediye, belediyenin iktidar partisinde olmadığı yerlerde valilikler para, bina, yemek sağlamış. Olmadı kaymakamlıklar, o da olmadı işadamları devreye girmiş. FETÖ de aynı yöntemle kamuya ait yerleri işgal eder, devlete yerleştirdiği memurlardan aylık olarak düzenli “Himmet” toplardı. Mahkeme kayıtlarında var.
• Bir bakanlığın dini vakıf ve derneklerle protokol imzalaması örneğine daha önce rastladık mı?
Ben hatırlamıyorum ama tarikatlar yasal olmadıkları için, dernek ve vakıflar üzerinden örgütlendiklerini biliyoruz. Bunu devletin ilgili kurumları da çok iyi biliyor. Burada artık bir müdahale olmalı. Yeni bir düzenlemeye bile ihtiyaç yok. Mevcut yasalar uygulanmalı ve tüm dini örgütlerin dernek ve vakıfları kapatılmalı. Yurt, bina, şirket, taşınır taşınmaz tüm mallarına ve banka hesaplarına el konmalı. Çünkü her biri Türk milletinin hazinesinden alınmış mallar.
• İBB’nin açıkladığı AKP döneminde bu vakıflara verilen taşınmazlar konusu çok tartışıldı. Bu tür vakıfların, cemaatlerin parayla ilişkilerini anlatır mısınız?
Bunların neredeyse hepsi birer holding haline gelmiş. Yüzlerce tarikat şirketi faaliyet yürütüyor. Milyarlarca dolarlık ciroları var. Devlette hepsinin kaydı olduğunu biliyoruz. O listelerdeki çocukları memur yapıp bir işe yerleştirmekle bitmiyor. Her birinden düzenli para kesiliyor. Bu insanlar biliyor ki parayı vermezse kapının önüne konulacak. Aynı FETÖ yöntemi. Belediyelerin, özel idarenin, bakanlıkların ve bağlı iştiraklerinin ihaleleri incelensin. Çoğunu bir tarikat şirketinin aldığını göreceksiniz. Zaten o kamu kurumunun başına bir tarikat temsilcisi getirilmiş. Onun yaptığı ihaleyi kim alacak sanıyorsunuz. Bire bin verilen ihaleleri Sayıştay raporlarından okuyoruz. Yani bu bir kısırdöngü. Tarikat dinle siyasete hâkim oluyor, siyasi bağlantılarıyla adamını devlete yerleştiriyor, o adam ihaleyi tarikata veriyor, tarikat oradan kazandığıyla siyaseti finanse ediyor ve belli kesimleri yönetiyor.
• Peki, kimlerin çocukları yararlanıyor bu vakıflardan?
Raporu hazırladığımızda da görmüştük. Bu vakıfların ilk hedefi yoksul ve çaresiz Anadolu insanı. Pratikte şöyle gelişiyor: Göçle şehre gelen aileler kalabalık. İnsanların gelirleri yetmiyor. Çocuğu tarikat yurduna gönderdiğinde bir boğaz azalmış oluyor. Çocuk okul çağına geldi ama köyde okul yok. Gideceği okul uzakta ve yurt da yeterli değil. Ne yapsın; tarikata teslim ediyor. Çocuğunuz büyüdü, okumak için başka bir şehre gitmek zorunda. Asgari ücretli biri çocuğunu nasıl okutsun? Yurt, yol, yemek, kitap, defter parasını nasıl karşılasın? Kasıtlı olarak yurt konusu tarikatlara bırakılmış. Tarikatlar bunun için Diyanet’le ve MEB ile protokol imzalıyor zaten. Yaptıklarını meşrulaştırmak için.
• Siz şöyle demiştiniz: Taşrada devlet eğitimden kademe kademe çekilmiş. Bazı bölgelerde okullar kapatılmış. Yoksulluk ve sahipsizlik nedeniyle aileler çocuklarını tarikatlara teslim etmiş. Yarın bu çocukların hangi amaç için nasıl kullanılacağı meçhul. Buyrun işte, dediğiniz gibi... Çocukların bu yapılara girdikten sonra nasıl bir hayatları oluyor?
Öncelikle her türlü istismara açıklar. Karaman’daki olayları hatırlayın, Akyazı’daki sapıklığı hatırlayın. Bunun temelinde tam bir biat kültürüyle beyinlerinin yıkanması yatıyor. Çocuklar hurafelerle gerçeklikten ve bilimden uzaklaştırılıyor. Bu bilinçli bir tercih, çünkü şeyhleri ne emrederse onu yapmaya programlanmaları gerek. Çoğu hayattan kopuk kimseler haline geliyor. Kadınlar sadece doğuran, kocasına itaat eden, ikinci sınıf yaratıklar olarak idealize ediliyor. “‘Çalışan kadın fuhuşa meyillidir” diyenler nereden çıktı sanıyorsunuz? Buralarda yetişmiş kimseler. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali için tarikatlar kampanya başlatmadı mı? Kadın cinayetleri nasıl bu kadar artıyor? İşte buralardan çıkan öğretinin sonucudur bu.
• Tarikat ve cemaatlerin örgütlenme ya da taraftar kazanmak için kullandığı yöntemlerden biri eğitim kurumları. Gülen yapılanması da lise, üniversite ve dershaneleriyle kendisine pek çok taraftar bulmuş, sonrasında bu öğrencileri bürokrasinin içine yerleştirmişti. Buralarda nasıl örgütleniyorlar?
Aslında bunlar da aynı yöntemi kullanıyorlar. Özellikle köyden kente göç eden yoksul aile çocuklarını alıp sözüm ona eğitim veriyorlar. Yoksul aile de çevre etkisi sonucu güvenilir hoca düşüncesi ile çocuklarını bu okullara gönderiyor. Nitekim Aladağ’daki yurtta yanan kız öğrencilerin aileleri bunu itiraf etmediler mi? Bu yapıların, üniversitelerin açıldığı günlerde üniversite bahçelerinde birtakım stantlar kurup kendi yurtlarına öğrenci avladıklarını biliyoruz. Bu yurtlara gidenler çoğunlukla ekonomik durumu bozuk olan aile çocukları. Bu çocuklar, bir yerde gelecek kaygısı ve geleceğini güvence altına almak için zorunlu olarak bu yurtları tercih ediyorlar. Bazıları az da olsa gerçekten dinini öğreneceği varsayımıyla tabii.
• Çocuklara ne öğretiliyor da o öğrendiklerini bu sızdıkları kurumlarda hayata geçirmeleri isteniyor?
Bakanlık, TÜGVA dışında İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı, Birlik Vakfı vb. vakıflarla da çeşitli protokoller imzaladı. Bu vakıflarla imzalanan protokollerin amacı, yaygın-örgün eğitim kurumları ve halk eğitim merkezlerinde, öğrencilere sosyal, sanatsal, kültürel, sportif, bilimsel, teknolojik etkinlikler, yarışmalar, mesleki ve teknik kurslar düzenlemek gibi kulağa hoş gelen faaliyetleri içeriyor. TÜGVA ile “Kültür ve Medeniyet” seminerleri, Ensar Vakfı ile “Değerler Olimpiyatı”, “namaz bilinci” ve “diriliş” temalı çalışmalar yapmak için protokoller imzalanmış. Açılacak kurslarla ilgili planlama, uygulama ve organizasyon MEB tarafından yapılacak ve kurslarda görev alan vakıf personelinin de ücretini MEB ödeyecek.
• Kaç yıllık bu protokoller?
Üç veya beş yıllık. TÜGVA açtığı bu kurslarla asıl amacı doğrultusunda eğitim vermekte ve beyin yıkamakta. Ensar Vakfı’nın isteği olmadan MEB protokolü iptal edilemeyecek. Diğerlerinde iptal yetkisi MEB’dedir. Birlik Vakfı ise MEB ile “Osmanlı Türkçesi Eğitimi” düzenlenmesine yönelik protokol imzalamıştır. Bu vakıf, halk eğitim merkezlerinde düzenleyeceği “Osmanlı Türkçesi Eğitimi” kursları aracılığı ile vatandaşlara ideolojik propaganda yapma fırsatı yakalamıştır. Açılacak kurslarda MEB kendi öğretmenini görevlendirecek. Birlik Vakfı ile MEB bu protokol dışında eğitim alanında her türde ortak projeler geliştirip uygulayabilecek. MEB, bu madde ile görev, yetki ve iradesinin bir bölümünü vakfa devretmiş görünmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, 2018 yaz Kuran kurslarına ilişkin raporunda özellikle dernek, vakıf ve cemaatlerin Kuran kurslarındaki etkilerinin azaltılması gerektiğini vurguladı. Diyanetin bile uzak durmaya çalıştığı dernek, vakıf ve cemaatlere MEB’in yakınlığı gerçek hedefini gösteriyor. Eğitim Sen, protokolün iptali için dava açarak MEB’in TÜGVA ile imzaladığı protokolün imam hatip liseleri dışındaki tüm eğitim kurumlarında yürütmesini durdurdu ancak Eğitim Sen’in itirazına karşın, dava sonuçlanmadan MEB, TÜGVA ile İşbirliği protokolünü 25.02.2021 tarihinde tekrar yürürlüğe soktu. Bu protokol, müfredatla çelişen değerler eğitimi, dayanaksız öğrenci kulüpleri ve keyfilikler ile “Eğitim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği”ne aykırılıklar içeriyor. Bir kamu hizmeti olan eğitim-öğretim hizmetleri kamu görevlileri eliyle yürütülür. Oysa MEB, TÜGVA ile protokol yapmakta ısrar ediyor. Bu, bir hükümet politikasıdır ve politikalar adım adım uygulanmaktadır. Bu politikalarla, dinselleşme eğitim sürecine yansımış, okullarda “tek din, tek mezhep” anlayışı üzerinden inanç istismarına dayanan pratik uygulama ve söylemler belirginleşmiştir.
• Örnek verir misiniz?
Eğitim sistemi en temel bilimsel ilkelerden uzaklaşırken, okullarda dinselleşme, işbirliği yapılan vakıflar yoluyla da hızla artarak kaygı verici boyuta ulaşmış; bilimden çok, dini referanslara göre düzenlemeler artarak hayata geçirilmiş; laik-bilimsel eğitim düşmanlığı daha da artmış; başta imam hatip okulları olmak üzere, bazı okullarda karma eğitim karşıtı uygulamalar hayata geçirilmeye çalışılmış; hatta “Kadın Üniversitesi” açma girişimleri başlamıştır. Eğitim politikalarının oluşturulması ve uygulanmasında; Diyanet’in, dini vakıf ve cemaatlerin belirleyiciliği ve etkinliği artmıştır. MEB, Diyanet ile, dini vakıf ve derneklerle imzaladığı bu protokollerle eğitimi dinselleştirme sürecinde cemaatlere “özel görevler” vermiştir. Eğitim müfredatında sürekli bireyci ve dini değerlere vurgu yapılmış, “tek din, tek kimlik, tek mezhep” üzerinden “milli değerler” temel alınmıştır. Dayatılan din dersleri, çocukların zihinsel gelişimi ve pedagojik açıdan sakıncalı olmasına karşın sürdürülmektedir.
• Türkiye’nin en ciddi kurumlarına sızmak… Bu bir ulusal güvenlik sorunu değil mi aynı zamanda?
15 Temmuz’da Genelkurmay Başkanı olan şimdiki Milli Savunma Bakanı’nın boynuna palaskayı kim geçirdi? Yaveri... Emir alması gereken amirini öldürmeye çalıştı. Peki, emri kimden aldı: İlkokul mezunu bile olduğu şüpheli, ağlak bir vaizden. Yarın “Darül Harp” yani İslam dışı devlet gördükleri Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bu tarikatlardan herhangi birinin şeyhi aynı emri verebilir. Devletin kritik kurumlarına yerleştirdikleri insanlar amirinin emrini mi dinler, yoksa şeyhinin emrini mi? Olay bu kadar basittir aslında.
• Bazı videolarda TÜGVA’da sadece erkeklerden oluşan kalabalık bir gruba bir kişi tarafından söylettirilen “yeminde”, “Müslümanları çok seveceğiz” ve “Yalnız Allah için öleceğiz” ifadeleri kullanılıyor. FETÖ ile ilgili yapılan araştırmalarda da evlerde böyle yeminler edildiği iddia ediliyordu.
Şunu açıkça ifade edelim: Bunlar her ne kadar dernek, vakıf gibi görünseler de her biri dini birer örgüttür. Temel refleksleri örgütseldir. Yani bugün Büyükada İskelesi’nden çıkmayanlar, bu refleks ile hareket edenlerdir. Bizim hukukumuzda “Kanunsuz emir uygulanmaz” diye bir kural vardır. Devletin kaymakamı ve polisi mahkeme kararına karşı neden direnir? İşte bu örgütsel reflekstir. Kendisinin oraya normal yollardan gelmediğini bildiği için. Tüm dini örgütler de gücü ve iktidarı kaybetmemek için ölebilir de öldürebilir de.
• Buralara kolay giriliyor mu, yoksa aslında kendilerine göre bir “güvenlik” araştırmasından mı geçiriliyorlar?
Eğer yayımlanan listelerdeki gibiyse, her biriyle ilgili tıpkı FETÖ gibi dosyalar tutulmuş. Ayrıca bu insanlar belli referanslarla özgeçmişlerini gönderiyor. Devletin tüm imkânlarını kullananlar bu listeleri de “güvenlik soruşturması” yapabilecek kurumlara göndermiştir.
• Peki, ne yapmalı?
Bütün dünyadaki devletler, kendi varlık sebebine kastetmiş yapılara bu kadar müsamaha göstermezler. Devletin şuna karar vermesi lazım: Cumhuriyet mi kalacağız, yoksa Taliban mı olacağız? İrade gösterildikten sonra kanunlarımız açık ve uygun. Tarikatların tamamı derhal kapatılarak mal varlıkları tekrar milletin hazinesine kazandırılmalı. Yeniden böyle vakıf ve dernek adı altında örgütlenmelerini ve milleti sömürmelerini engelleyecek düzenlemeler yapılmalı. Torpil ve irtikapla devlete yerleştirilmiş olanlar tek tek ayıklanmalı. Hakkı yenen gençlerimize işleri ve hakları iade edilmeli. Tarikat okul ve yurtları MEB’e devredilmeli ve buralardaki tüm çocuklar rehabilitasyona tabi tutulmalı. Bütün bunların yasal dayanakları vardır ve Türkiye, kanun devleti olduğunu hatırlamalıdır.
CUMHURİYET