Cumhuriyet'ten İpek Özbey'in sorularını yanıtlayan RTÜK üyesi İlhan Taşcı, ''Bugüne kadar hiçbir üst kurul toplantısının ardından sosyal medya aracılığıyla kamuoyuna açıklama yapmadım. Ancak son üst kurul toplantısında ceza istemli gelen dosyaların hem içerikleri, hem cezaların dayandırıldığı maddeler, hem de cezalandırılan kanallara baktığımızda stratejik ve taktiksel bir yöntem izlendiği netlik kazandı. Yurttaşları, haber alma özgürlüklerine yönelik müdahale konusunda bilgilendirmek benim görevim. Müdahalenin ulaştığı nokta ve bundan sonra doğurabileceği sonuçlar konusunda yayıncıları ve toplumu uyarmak istedim'' dedi.
Ağır cezalar isteniyor
Ne değişti?
Öncelikle 2018 Temmuz ayından itibaren rejim değişti. Ekonominin, dış politikanın hali içler acısı. Gerçekler duyulmasın, iktidarın icraatı sorgulanmasın ve yönetim anlayışları eleştirilmesin istiyorlar. Özgür basının sesini kısınca halkın olan biteni duyamayacağını ve öğrenemeyeceğini düşünüyorlar. İşte Covid-19 salgını nedeniyle insanlara maske bile dağıtılamadı.
İktidara ve Cumhur İttifakı’na yönelik giderek artan bir eleştirel yaklaşım var. Bu iktidarın farklı kesimlerce eleştirilmeye ne alışkanlığı ne de tahammülü var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın medyayı virüs olarak nitelendirmesi de bu anlayışın bir sonucu. RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in bu sözü emir telakki edip düğmeye basması da bu anlayışın planlı, programlı ve belli bir stratejiyle uygulandığını gösteriyor. İktidarı sorgulayan, yeri geldiğinde eleştirebilen kanallara içerikleri boş raporlarla ağır cezalar isteniyor.
Cezaların artmasının “medya virüsleri” açıklamasıyla bir bağlantısı olduğunu mu düşünüyorsunuz?
RTÜK’teki hiçbir hamle ve ceza rastlantısal değil. Cumhurbaşkanının medya virüsü sözü, RTÜK Başkanı için de bir işaret fişeğiydi. Cumhurbaşkanı Odatv için “hesabını verecekler” dedi, ardından sevgili Barış Pehlivan ile Barış Terkoğlu tutuklandı. Erdoğan, “Medyadaki virüsleri temizleyeceğiz” dedi, hemen ardından RTÜK en ağır cezaları vermeye başladı. Bağlantının da ötesinde Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri, medyaya bakışlarındaki yeni dönemin başlama vuruşuydu.
Peki, basın özgürlüğü açısından bu iş nereye gider?
Bu iş çok tehlikeli bir noktaya gider, İpek Hanım! Bugün ne uluslararası, ne de ulusal patronaja sahip hiçbir yayıncının ekranının karartılmayacağını söyleyemem. Verilen ceza maddeleri en ağır olanlar ve sonucu lisans iptaliyle, yani televizyonların kapatılmasıyla sonuçlanacak türden! Sesini kısamadıkları kanalları kapatacaklar. Maalesef kimi yayıncılar bu riski hâlâ göremiyorlar. Ebubekir Şahin son dönemde yayıncılara parmak sallar hale geldi. İstiyor ki kimse AKP’yi eleştirmesin. Halkın gerçekleri bilmesini, duymasını istemiyorlar.
Bu nedenle de bağımsız medyayı istemiyorlar. Bu koşullarda basın özgürlüğünden söz edilemez. Güçler ayrılığı ilkesinin bu kadar hasar aldığı ve hatta yok edildiği bir ortamda medyanın dördüncü kuvvet olarak ortaya çıkmasını beklememiz biraz hayalciliğe girer. Yasama, yargı ve yürütme saçağının oluşamadığı bir ortamda dördüncü kuvvet olarak medyanın ortaya çıkması, varlığını sürdürmesi olanaksız. Düşünce ve basın özgürlüğünüz ancak demokrasiniz kadar güçlü olabilir.
Ropörtajın devamı için TIKLAYIN