Ardıç, "Nitekim Ankara yönetimi ezan için dokuz yıl, müze için on bir yıl beklemiştir. Neden? Alıştıra alıştıra, sindire sindire, diyecekler... Neden şapka ve kılık kıyafet için üç yıl, yazı için beş yıl, soyadı için on bir yıl, kadınların seçme ve seçilme hakkı için on iki yıl beklenmiştir? (Belediye seçimlerinde yedi yıl, genel seçimlerde on iki yıl... Alıştıra alıştıra, sindire sindire...)
Ve de neden bazı Osmanlıca ay isimlerinin 'Türkçeleştirilmesi' için tam yirmi iki yıl? Kafamızı kurcalıyor, soruyoruz, sormakla yetiniyoruz, küfür yiyoruz. Bu politika, 'kimse istemeden biz kendimiz yapalım' politikasıdır." düşüncesini dile getirdi.
Ardıç, "Ayasofya'nın müzeye çevirilmesi çok mu gerekliydi? Bu bir devrim miydi? Ezandan Arapça'yı silmek şart mıydı? 'Allahüekber' deyince kimse anlamıyor muydu da 'Tanrı uludur' şeklinde açıklamak gerekiyordu? Hayır, bu bir özentiydi. Martin Luther'in İncil'i Almanca'ya tercüme etmesi gibi bir şey...
Aynı kafa, Sultanahmet Camii'ni 'resim galerisi' ya da 'caz kulübü' yapmayı da düşündü. Yıldız Sarayı'nı kumarhane yaptılar, sonra da 'harb akademisi'. Orası pis padişah Abdülhamid'in sarayıydı ya, yokedilmesi gerekiyordu." ifadesini kullandı.
Ardıç, "Stalin de büyük bir katedrali yıktırmış, metro istasyonu yapmıştı. Politbüro üyeleri ikonaları nişan tahtası olarak kullanıyorlar, ateş edip yüzlerce yıllık sanat eserlerini bu şekilde yokediyorlardı. Bazı tarihçiler buna düpedüz 'din düşmanlığı' diyorlar. Yok canım, biz o kadarını yapmadık." değerlendirmesinde bulundu.
Yazının devamı için TIKLAYIN