Eski milli futbolcu ve MHP milletvekili Saffet Sancaklı, eşi Hülya Sancaklı'nın intiharından sonra ilk kez konuştu... Sancaklı, 'Çocuklarla birbirimize rol yapıyoruz. Her şey Hülya hanımı hatırlatıyor' derken intiharın ardından o eve bir daha adım girmediklerini de sözlerine ekledi.
Saffet Sancaklı, Habertürk Gazetesi'nden Kübra Par'ın sorularını yanıtladı.
Sizin için zor bir yıldı; eşiniz Hülya Hanım’ı kaybettiniz. Hayat nasıl? Kendinizi toparlayabildiniz mi?
Toparlayamadık. Hülya Hanım ilkokul arkadaşımdı, mahallenin kızıydı. Dünyada da bu işi yapacak (intiharı) en son insandı. Öyle bir şey yaşadık ki, kurtulmamız çok zor. Ama ben de Saffet Sancaklı’yım, çocuklara, sülaleye, topluma karşı dik durmak zorundayım. Başka sorumluluklarım var; milletvekiliyim. Türkiye zor günler geçiriyor. Partide de görevim var. Ama önceliği çocuklara verdim.
Çocuklarınız Duygu ve Mert nasıl?
Aslında üçümüz de birkaç aydır birbirimize rol yapıyoruz; ben onlara rol yapıyorum, onlar da babaları üzülmesin diye öyle davranıyorlar. Toparladılar biraz ama her şey bize Hülya Hanım’ı hatırlatıyor. Bir çorba içsek, “Annem de bu çorbayı çok iyi yapardı, çok severdi” diyorlar. O eve bir daha hiç girmedik. Çocuklara daha az hatırlatması için hemen başka bir ev alıp eşyalarına kadar her şeyini yeniden yaptım. İlk birkaç ay zor geçti. Çocuklar da olgunlar, şu anda Hülya Hanım’la ilgili yapabileceğimiz iki şey var; dua ediyoruz ve hayır işleri yapıyoruz. Duygu, “81 İlde 365 Kütüphane” adlı bir projenin başına geçti. Bir de Allah kısmet ederse Hülya Hanım’ın adına bir okul yaptıracağım.
Mert annesinin intihara kalkışacağını fark etmiş, engellemeye çalışmış. Neler yaşandı o gün?
Anayasa görüşmeleri için Ankara’daydım. Mert de Meclis’te yanımdaydı. Sayın Genel Başkan’la yemek yiyorduk. Mert’e bir veda mesajı geldi. Telefonda annesiyle epey bir konuştu ve durumu anladı. Ben de hemen ambulansı ve güvenlikleri eve yönlendirdim. Ama aklıma silah gelmedi, ilaç içeceğini düşündüm.
Sizin silahınız mıydı?
Evet, benim silahımdı. O da evde ortada durmuyordu.
Beklediğiniz bir şey miydi?
Hayır, beklediğim bir şey değildi. Ben milletvekili seçildim, bir iki ay sonra da kızım Duygu evlendi. Dizi seyrederken bile aynı koltukta oturan, birbiriyle iyi anlaşan bir aileydik. Bir anda 4 kişinin 2’si evden uzaklaştı. Böyle olunca eşimin psikolojisi biraz bozuldu. İlk birkaç ay fark etmemiştim, çünkü metanetli bir kadındı, morali bozulsa bile belli etmezdi. Sonra kendisi anlattı. “Sıkılıyorum. Anneme gidiyorum oturamıyorum, alışveriş merkezine, kafeye gidiyorum duramıyorum” dedi. “Ne oldu da böyle hissediyorsun?” diye sordum, “Bilmiyorum” dedi.
Neden sizinle Ankara’ya taşınmadı?
Mert’in lisesi vardı. İyi bir okulda okuyordu, 2 senesi kalmıştı.
Aranızda gerginlik, küskünlük var mıydı?
Yoktu ya... Hülya Hanım bana hiç küsmezdi ki. Çocukluk arkadaşıydık.
Bunu sormak zorundayım; evde şiddet var mıydı Saffet Bey?
O soruyu bizi tanıyan aileleri bulup onlara sorun. Şiddet olur mu hiç! Hayatım boyunca aklıma bile gelmedi. Bizim evde kavga gürültüyü bırakın, yüksek sesle konuşulmazdı. Çocuklar da öyle büyüdü. Hülya Hanım’la aynı mahalledendik, ilkokul, ortaokul, lise boyunca aynı okulda okuduk. O benden iki sınıf alttaydı. O, liseyi bitirince de nişanlandık. Biz birlikte büyüdük. O benim sadece eşim değildi, en yakın arkadaşımdı, sırdaşımdı. Ben bugünlere gelirken beraber geldik. O hep arka planda kaldı, çünkü öyle bir yapısı vardı. Televizyona çıkmak, görünmek istemezdi.
Açıkçası sert bir mizacınız olduğunu düşünenler “Bu adam kim bilir evde kadına neler yapıyordu ki bu noktaya sürüklendi” demişler...
Yok, biz hayatımız boyunca Hülya Hanım ile kavga etmedik. Bir gün çocuklarımla karşılaşırsanız bunu onlara da sorabilirsiniz...
Peki, kendinizi sorumlu hissediyor musunuz, suçluluk duygusu var mı?
Suçluluk duygusu yok. Çocuklara da onu söyledim. Duygu, “O gün anneme gitseydim, onunla yemeğe çıkardım” diyor. Mert de, “Ankara’ya gelmeseydim, belki orada olurdum” diyor. Onlara, “Bizim suçluluk duyacak bir şeyimiz yok” dedim.
Peki, onu bu noktaya ne sürüklemiş olabilir? Bunaldığını söylemiş...
Bana anlattığı zaman, “Doktordan yardım alalım” dedim. “Doktora ne diyeceğim? “Kocanla aran nasıl?” diye soracak. “İyi”. “Çocuklarla aran nasıl?” “İyi”. “Maddi problemin var mı?” “Yok”. “O var mı?” “Yok” “Bu var mı? “Yok”... “Ne anlatacağım ki ben doktora” dedi. “Yine de git, belki bir faydası olur” dedim. İki üç ay daha direndi, sonra gitti. Çok şiddetli olmayan anti-depresanlar kullanmaya başladı. Onları kullanmaya başladıktan 1 ay sonra her şey normale döndü. Neşeliydi. Duygu ile geziyorlardı. O hafta da hep beraber Bosna’ya gitmiştik. Çok iyi geçti. Kıştı, dağlarda karların içerisindeydik. Havaalanına geldik, baktım, kar yağışı nedeniyle İstanbul’dan uçak kalkamıyor ve çoluk çocuk herkes perişan bekliyor. Ulaştırma Bakanı’nı aradım, durumu izah ettim. Bizi bir şekilde oradan aldırmasını rica ettim. “Tamam, küçük bir uçak var mı bakayım” dedi. 150-200 kişinin beklediğini söyleyince, sağ olsun başka bir şehirden uçak gönderdi. Millet arkadan bana dua etti. Hatta Hülya Hanım da, “Ne kadar büyük sevap işledik” dedi. Keyfi yerindeydi. Ne oldu da o noktaya geldi anlayamadık.