Abone Ol

Salih Tuna'dan şok sözler: Sözcü gazetesinde yazarlar konsomatris, okurlar müşteri!

Yeni Şafak gazetesi yazarı Salih Tuna, Yılmaz Özdil'in kişiliği ile yazdıklarından yola çıktı, Sözcü yazarları ve okurları için oldukça ağır benzetmeler yaptı.

Salih Tuna Sözcü yazarlarına konsomatris dedi

Sözcü gazetesi okurlarını "yobaz" ilan eden Salih Tuna, Sözcü yazarlarının da o yobazları yani müşterilerini memnun etmeye çalıştığını söyledi...

Eleştirilerini daha da sertleştiren Salih Tuna, bu durumu "Yazar okur ilişkisinden ziyade müşteri “konsomatris” ilişkisine" benzetti, Sözcü okurları için de "Müşteri iştiyakı da askerdeki, 'aç aç' kozalaklığını çağrıştırır vaziyette" dedi...

O REKLAM FİLMİNİ BÖYLE SAVUNDU

Yılmaz Ödzdil'in, AK Parti'nin çektiği ve henüz yayınlanmayan reklam filmi için yazdığı "AK Parti bundan bir buçuk ay önce referandum kampanyası için bir reklam filmi çekmiş. Stadyumda çekilen bu reklam filminde milli maç oynanıyormuş. Rakip takım sportmenliğe aykırı her türlü faulü yapıyor ama “şerefsiz hakem” hep bizim aleyhimize düdük çalıyor, milli takımımızı resmen doğruyormuş. Birden Türk bayrağı gibi kırmızı beyaz giyinmiş dünya tatlısı sevimli bir kız çocuğu sahaya koşarak giriyormuş ve şerefsiz hakeme “kırmızı kart” gösteriyor. Tee bir buçuk ay sonra Avrupa sahalarında mağdur edileceğimiz, tee bir buçuk ay önceden nasıl tahmin edildi?.." şeklindeki yazısını hatırlatan Salih Tuna, şu soruyu sordu:

"Bir buçuk ay öncesinden Avrupa'nın bize haksızlık yaptığını öngörmek “kehanet” oluyorsa, Necip Fazıl'dan Nazım Hikmet'te, Mehmed Akif'ten Kemal Tahir'e, Cemil Meriç'ten Attila İlhan'a kadar onca “münevverin” 40-50 yıl öncesinden söyledikleri ne oluyor?"

İşte Salih Tuna'nın o yazısı:

ONU DA ALLAH YARATTI, YAPMAYIN BÖYLE

Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil özünde iyi bir insandır. En azından aramızdaki “diyalogdan” edindiğim izlenim budur!

Uğur Dündar da muhakkak öyledir.

Her ikisi de samimi Atatürkçülerdir. Öyle Can Dündar gibi Atatürküzerinden piyasa yapıp da “vatana ihanet” edenlerden değildirler.

Hiçbir vakit (diğer bir Sözcü gazetesi yazarı) Saygı Öztürk gibi FETÖ kanallarının gülü olmamışlardır.

Emin Çölaşan veya Bekir Coşkun gibi PKK'nın partisine oy isteyecek kadar da savrulmamışlardır.

Demem o ki, beğenirsiniz beğenmezsiniz ayrı bir konu, ama bir duruşları vardır.

Zaten bu nedenle, “Atatürkçülerin FETÖ adına devşirilmesine engel olabilmek için Sözcü gazetesinin başına Uğur Dündar geçsin,” demiştim. (Keşke Cumhuriyet gazetesinin başına da Ümit Zileli falan geçse. En azından Türkiye'ye açık seçik şekilde müstevlilerin müdahale etmesini isteyen Aslı Aydıntaşbaş'ların yerine Erol Mütercimler gibi gerçek Atatürkçüler köşe yazarlardı.)

Gelgelelim…

Erdoğan ve AK Parti “düşmanlığı” en aklı başında olanların bile bünyesini bozuyor.

Hâsseten “düşmanlık” diyorum; zira, müşterilerini/ okurlarını “karşıtlık” veya “muhaliflik” artık kesmiyor.

Müşterilerinin duymaya alışık olmadıkları en ufak şeyi yazdıklarında öyle bir “mahalle baskısına” maruz kalıyorlar ki aklınız durur.

Bakın…

Esat'ın, “dönemin başbakanı” Erdoğan'a vaktiyle hakaret etmesini Yılmaz Özdil içine sindirememiş, “Türkiye Cumhuriyeti başbakanına Esat gibi Hacivatlar hakaret edemezler. Bu hakareti ona yedirmemiz lazım...” demişti de okurları tarafından bir linç edilmediği kalmıştı.

“AKP'den ihale mi aldın, Erdoğan milletvekili yapar seni şimdi…Yalaka…” lakırdıları gırla gitmişti.

Hülasa, Yılmaz Özdil'in onca yıl paşa gönüllerine göre diller dökmesinin hatırını bile yok saymışlardı.

Soru şudur:

Kendi ülkelerinin başbakanına hakaret edilmesine tepki gösteren “yazarlarına” bile tahammül gösteremeyen bu “yobaz okurları” kim nasıl üretti? (Evet, yobaz! Envaiçeşit yobazlık vardır. Küfür yobazı, din yobazı ve hatta bilim yobazı. Bilimin entegrizmi “bilimselcilik” de bilim yobazlığıdır.)

Tamam, Sartre'ın dediği gibi yazmak sipariş işidir.

Lakin söz konusu hal, “siparişten” çok öte; karşılıklı tozutma/ aklı yele verme/ sakatlama/ meflûç etme biçiminden ibaret.

Yazar okur ilişkisinden ziyade müşteri “konsomatris” ilişkisine benziyor bu! Müşteri iştiyakı da askerdeki, “aç aç” kozalaklığını çağrıştırır vaziyette.

Haliyle “yazarları” da “tozutuyor”; hem de, Erdoğan'ın mezarına tükürecek kadar…

Geçen gün Yılmaz Özdil (müşteri memnuniyeti belasına olsa gerek) yine felâket “tozuttu.”

Nasıl mı?

Anlattığı şu: AK Parti bundan bir buçuk ay önce referandum kampanyası için bir reklam filmi çekmiş. Stadyumda çekilen bu reklam filminde milli maç oynanıyormuş. Rakip takım sportmenliğe aykırı her türlü faulü yapıyor ama “şerefsiz hakem” hep bizim aleyhimize düdük çalıyor, milli takımımızı resmen doğruyormuş. Birden Türk bayrağı gibi kırmızı beyaz giyinmiş dünya tatlısı sevimli bir kız çocuğu sahaya koşarak giriyormuş ve şerefsiz hakeme “kırmızı kart” gösteriyormuş.

E'ee?

E'si, soruyor: “Tee bir buçuk ay sonra Avrupa sahalarında mağdur edileceğimiz, tee bir buçuk ay önceden nasıl tahmin edildi?..”

Yani?

Terör örgütlerine “hayır” kampanyası yaptıran Almanya'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin bakanlarına “evet” kampanyası için yasak koyması ve Hollanda'nın o atlı itli saldırısı muvazaa, oyun veya tiyatrodan ibarettir.

Yılmaz Özdil'in bu “saptaması” karşısında müşterileri (Uğur Dündar'ın “Halk Arenası”ndakiler dahil) zevkten dört köşe alkışı patlatıyor.

“Vuuuuuuuuuuuu…. Vay canına…”

“Nasıl da yakaladı adam…”

“Ulan helal olsun...”

İçlerinden bir kişinin bile aklına şuncağızı sormak gelmiyor: Yahu 249 kişinin katledildiği, Meclis'in bombalandığı 15 Temmuz'a da “tiyatro” dedik de ne oldu; yeterince rezil olmadık mı?

Bir buçuk ay öncesinden Avrupa'nın bize haksızlık yaptığını öngörmek “kehanet” oluyorsa, Necip Fazıl'dan Nazım Hikmet'te, Mehmed Akif'ten Kemal Tahir'e, Cemil Meriç'ten Attila İlhan'a kadar onca “münevverin” 40-50 yıl öncesinden söyledikleri ne oluyor? (“Tek dişi kamış canavarın” ayaklarımız üzerinde durma iradesi gösterdiğimizde üstümüze çullanacağını, yarım asır öncesinden nasıl öngördüklerine yerimiz olsa da tek tek örnek versem.)

Hepsinden geçtim…

Daha dün üyelik başvurusunda bulunan türedi devletleri bile AB'ye alan Avrupa, elli yıldır bizi kapısında bekletmekle “kırmızı kartı” çoktan hak etmedi mi?

Kaldı ki, komplo teorisinin de kendine göre bir “raconu” vardır, bu nedir Allah aşkınıza. Almanya, Hollanda oturmuş Türkiye ile “evetçilik/ hayırcılık” oynuyor, he mi?

Yanlış anlaşılmasın, isteyenin istediği kadar “saçmalama” hakkı vardır.

Lakin “saçmalamak” da “köşe yazısında” durduğu gibi durmaz; bazı bünyeleri felâket çarpar.

Müdür zaten çok hassas, aranıyor!

Geçen gün sizin saçmalıklarınızın etkisiyle olsa gerek gündüz gözüyle, “Avrupa 'hayır' diyor; çünkü 'evet' çıkmasını istiyor…” dedi işte.

Normal bir insan böyle söylese kliniğe kapatırlar.

Ne hale getirdiniz adamı. Onu da Allah yarattı, yapmayın böyle.