Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
“Bozgunculuk” diyoruz. “Bozmak”tan türettik. İktidarlar akıl veren muhalefete karşı kullanmayı çok seviyor. Oysa insanın böbreğindeki taşı hissedip görememesi gibi, asıl kırılma içeride yaşanıyor.
AKP’nin İhvancılığa dayalı dış politikası Türkiye’yi yalnızlaştırdı. Devlet, kendi burnunun ucundaki denizlere sahip çıkacağı enerjiyi, Suriye ya da Mısır ile kavga etmekte kullandı. Dostlarını buluşturamayan siyaset, hiç birleşmez denilen düşmanlarını yan yana getirdi. Yetmedi, kendi donanmasını yönetenlere kurulan kumpaslar için devletin başı “savcısıyım” dedi. Savcısı olan Zekeriya Öz’lerin tırnağına taş değmesin diye de kendi makam aracını verdi. Yıllardır Lozan’la “burası küçük” diye uğraşırken, Türkiye’nin denizlerle çevrili olduğunu, vatanın sularda da sürdüğünü yeni hatırladı.
Neyse olan olmuş demeyin...
Cumhurbaşkanı’nı dinliyorum, Libya ile yapılan anlaşmayı anlatıyor:
“Bu konudaki çalışmalar bir anda ortaya çıkmış değildir. Türkiye olarak, deniz yetki alanları konusunda Libya ile 10 yıl önce ilk adımları attık. Halen Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın Kurmay Başkanlığı’nı yürüten Tümamiral Cihat Yaycı’nın bu konuda hazırladığı raporlar, haritalar, yazdığı makaleler ve kitaplar ortadadır.”
Dönüp Savunma Bakanı Hulusi Akar’a bakıyorum, sanki bir yere cevap veriyor:
“Silahlı Kuvvetler bir bütün, Milli Savunma Bakanlığı bir bütün. Burada herhangi bir şekilde farklı kriterler, yaklaşımlar asla söz konusu değil.”
Akar’ın geçen yıl “bazı basın organlarımız bilerek veya bilmeyerek bazı kişilerle, bazı kuvvetlerle anıyorlar, bu doğru değil” dediğini de hatırlıyorum.
Emin misiniz diyorum? Çünkü mesele bu kadar basit değil.
Hulusi Akar izin vermedi
Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda geçen hafta “Libya Mutabakatı Çerçevesinde Doğu Akdeniz’de Stratejik Denklem” çalıştayı yapıldı. Toplantıyı, Cumhurbaşkanlığı Güvenlik ve Dış Politikalar Kurulu düzenledi. Bu hafta Meclis’e gelmesi beklenen Libya muhtırası hatırlanırsa, devletin Libya konusunda doktrin oluşturacağı en kritik zirveydi.
Tabii ki gözler, Cumhurbaşkanı’nın “10 yıldır çalışıyor” dediği Cihat Yaycı’yı aradı. Ama Yaycı zirvede yoktu. Herhalde hasta diye düşünülürken, sosyal medyada emekli askeri hâkim Ahmet Zeki Üçok öğrendiklerini açıkladı.
“Yaycı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın tarafından bizzat davet edildi ancak Hulusi Akar katılmasına izin vermedi” diyordu.
Toplantıyı takip edenlerle konuştum. Yaycı’nın yerine Deniz Kuvvetleri’nden başka bir amiral çağrılmıştı. Doğal olarak Yaycı gibi konunun uzmanı değildi. Büyük oranda yazılı bir metni okuyarak sunum yapmıştı. Ardından konuşmasını “arz ederim” diye bitirmişti. Toplantıya katılanlar geçmiş toplantılarda Yaycı’nın yaptığı ayrıntılı sunumları hatırlattı. “Neden gelmedi” diye soranlar oldu.
Türkiye, belki de önümüzdeki 100 yılını etkileyecek bir hamleye hazırlanırken, herkes doğal olarak sürecin mimarı ile konuşmak istiyordu. Devletten ya da basından Genelkurmay’a gelen “Yaycı kamuoyuna anlatsın” talepleri Hulusi Akar’dan geri dönüyordu. Medyada alakalı alakasız herkes görüş bildirirken, meseleyi 10 yıllık sürecin sonunda anlaşmaya dönüştüren kişi susturuluyordu. Üstelik konuya dair makale yazarak anlatma girişimlerine bile engel olunuyordu.
İttifaksız Türkiye’nin zorunlu ittifakı
10 yıl deniyor ya. Sahiden süreç, 2009 yılının son aylarında, Yaycı’nın konuyu daha sonra Balyoz kumpasıyla tutuklanacak Plan Prensipler Daire Başkanı Cem Gürdeniz’e anlatmasıyla başladı. O güne kadar Türkiye’de deniz yetki alanları haritası çizilirken sadece dikey hatların kullanıldığı yanlış bir yöntem izleniyordu. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır, Lübnan, İsrail ve Yunanistan’ın yaptığı gibi diyagonal hatlar kullanıldığında ise harita değişiyor; Türkiye, Libya ile deniz komşusu oluyordu. Gürdeniz’in direktifiyle konu dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı’na aktarıldı. Onun da oluruyla çalışma başladı.
Konuyu akademik olarak da inceleyen Yaylı, 2011’de “Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasında Libya’nın Rolü ve Etkisi” başlıklı ilk makaleyi ortaya çıkardı. Ardından raporlar, kitaplar, haritalar gelecekti. Hazırlanan proje, Libya’ya önerilmek üzerine siyasi iktidara sunuldu. Dönem Kaddafi devriydi. Kaddafi’nin bizzat AKP’nin de desteklediği operasyonla devrilmesi, süreci kesintiye uğrattı. Doğu Akdeniz’de ekonomik bölgelerin belirlenmesinde ittifaklar olmazsa olmazdı. İttifaksız kalan Türkiye için, Kaddafi’ye niyet olarak hazırlanan çalışma bugüne temel oldu.
FETÖ’nün hedefinde
Bugün sosyal medyada FETÖ’cülerin, özellikle firari askerlerinin hesaplarından, Yaycı’nın sistematik hedef alındığını görüyorsunuz. Bunun en temel sebebi Yaycı’nın aynı zamanda FETÖMETRE denilen, 64 ana kritere dayanan bir sistemle TSK içindeki FETÖ’cüleri tespit eden çalışması. FETÖMETRE’nin bütün TSK’ye uygulanmasına sıra geldiğinde “birileri” ayak sürümüştü.
Öte yandan Yaycı, son 10 yılda yeniden keşfedilen denizciliğin stratejik öneminin, Doğu Akdeniz ve münhasır ekonomik bölge çalışmalarının ve nihayetinde Libya ile yapılan anlaşmanın öne çıkan ismi. Bu da onu doğal hedef haline getiriyor. FETÖ’nün yayın organı Taraf’ın arşivini taradığımda, bir gemide nasıl oluyorsa yapılan bir ses kaydına dayanarak, Cihat Yaycı’nın daha o yıllarda hedef alındığını görmem sürpriz olmadı.
TSK içinde NATO ayrımı mı?
Üstelik Saray’daki toplantı krizi ilk değil. Son YAŞ’ta Yaycı’nın terfi ettirilmemesi sürpriz görülmüştü. Türkiye Gaziler ve Şehit Aileleri Vakfı’nın, Yaycı’ya verdiği plaketin haberini yapacak Anadolu Ajansı’nın, “yukarıdan” engellenmesi gibi onlarca vaka, Yaycı’ya tavrın sistematik olduğunu gösteriyordu.
Kibir mi, kıskançlık mı, kapris mi? Bilmiyorum. Ortada olan bir şey var ki, mehter marşıyla Libya’ya yürüyen hükümetin Savunma Bakanı, devletin doktrininin mimarı olan amiralini masa altından tekmeliyor. TSK kaynaklarına sorduğumda, her zaman “NATO’ya bağlıyız” vurgusu yapan Akar ile ortaya koyduğu projeler NATO ülkelerinden tepki gören Yaycı arasında daha derin bir ayrımdan söz ediyorlar. Hatırlayın, 2 yıl önce NATO tatbikatında Erdoğan’ı ve Atatürk’ü hedef yapan senaryo, Yaycı’nın da aralarında olduğu askerler tarafından deşifre edilmiş, NATO ile ipler gerilmişti.
Birilerine “bozguncu” demeden, daha içeride bozma işiyle meşgul olanlara dönüp baksak mı?