Turuncu saçlı kızlardan birini buldum. Artık saçlarını, hayatını, dünyaya bakışını değiştirmiş. O günlerden bugüne kendini geliştirmiş, eğitmiş kadınlığa ulaşmış. Ama içerisinde hâlâ bir “turuncu” var. Şimdilerde, fantezilerimize hükmediyor. Adı, Seda Oturan. 28 yaşında. Milano’da moda tasarımı okumuş. Sevgilisi “İçindeki fahişeyi dışarı çıkar” deyince, kırmış tabularını. Şimdi, İstanbul’da küçücük dükkânından insanların yatak odalarına giriyor. Sürekli bir hareket içerisinde. Anlatıyor, bana da siz okurlarla paylaşmak kalıyor:
Kalabalık bir ailedenim
- “Sakin bir hayattan nefret eden biriyim. Beni sürekli başka yerlerde görürsün. İstanbul doğumluyum. Ama anne baba Tuncelili... Biraz Alevilik var, Bektaşi felsefesi biraz... Çok kalabalık bir ailede yetiştim. Böyle, dokuz teyze, iki dayı, anne tarafı 11... Babamlar yedi kardeş filan. O yemekler hiç bitmezdi. Bence en büyük şans da onların o kültürü. Kürtçe de konuşuyorlardı, Zazaca da konuşuyorlardı. O kültürü de aldım. Ama daha sonra işte, yavaş yavaş ayrılma olayı oldu, bir yerde. Ailem hep beni böyle şirketin avukatı olarak yetiştirdi, “Hukuk okuyacaksın, avukat olacaksın.” Ben hukuk fakültesini kazandım sonra evden kaçtım. Dedim ki “ben yapamayacağım.”
Politecnico’ya dereceyle girdim
- “Gizlice, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Moda Tasarım sınavlarına girdim. O sene de yeni açmışlar. Çaktırmadan oraya girdim, kazandım ve aileme dedim ki, ‘Ben kazandım böyle bir şeyi; artık tamam, yapacak başka bir şey yok.’ İki sene sonra, Politecnico’yu duydum. Kardeş okul. İşte İtalyan Teknik Üniversitesi diye geçiyor. Oraya başvurdum. Sıfır İtalyancamla! Bu arada tabii, benim ablam İtalyanca öğretmeni. Oradan bir kültürü vardı. İtalya’da yaşıyordu, ailecek gidiyorduk. Oradan kültürüne aşinaydım. Ben Politecnico’ya giren, hem de ikincilikle alınan ilk Türk’üm. Sadece beş kişiyi alıyorlardı!
Küçükken hiç çizmezdim ama görsel, Allah’ın bana vermiş olduğu bir vizyon var ve görüyorum, ben bunu gözümde yaratıyorum. Mesela senin tişörtünü görüp, ‘haa bundan şöyle bir şey çıkar’ deyip baktığımda gözümün önüne geliyor. Çizeyim de bakayım gibi bir şeyim yok.”
İTÜ’lü ‘Tiki’ Seda’nın evrimi
- “İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki kızı anlatayım sana. Turuncu saçlı, tamamen böyle Burberry kemer, ayakkabı, telefon kılıfı Burberry, tam bir ‘Tikky’ girl. İtalya’ya geçtiğimde o kız gitti. Tamamen evrime uğradı. Bambaşka biri oldu. Ne marka takıntısı kaldı... Çünkü insanları gördü. Farklı kültürleri tanıdı. Aslında onun tamamen ‘fake’ olduğunu gördü. Hani, doğallığı gördü. Anlatabildim mi? Burada devamlı bir gösteriş içerisinde olan bir kızdı ama İtalya’ya gidince vizyon oluştu.
Politecnico bittikten sonra İstanbul’a geldim. Yolda bir arkadaşımla gezerken bir tane yazı: Bir yarışma. “Marangoni”. Bu, modanın en iyi okullarından biri ve çok pahalı bir okul. Ben orada okumak çok istiyordum ve dedim ki, ‘Buna para yok ama yarışma var,’ Arkadaşıma döndüm ve dedim ki, ’Ben bu yarışmaya gireceğim, kazanacağım.’ O yarışmayı kazandım ve burslu okudum Marangoni’de. Bu da çok büyük bir adım oldu. Söyleyip ve başarmak! Marangoni’de ‘imaj’ üzerine okudum.”
İlk öneri sevgilimden geldi
“İç çamaşırına ilgim daha önceden hiç yoktu. Maragoni’de proje yaparken ben iç çamaşırı yaptım ve hoca çok beğendi. ‘Sen niye böyle şeyler yapmıyorsun’ deyince, aklımda bir şeyler oluşmaya başladı. Çizdi, bu tarz git, şu tarz git. Benim bu arada sevgilim var, İtalyan, ‘Sen iç çamaşırı yap, yapmalısın, içinde olan bir şey zaten, gece kadınısın, sürekli gece çıkmayı seviyorsun. İlişkilerin çok iyi insanlarla, iç çamaşırlarına çok önem veriyorsun. Senin içinde bir fahişe var bunu göstermelisin. Kadınlara da ilgin var, dedi. Bir anda gözümdeki perde kalktı. Muhakkak iç çamaşırı estetik falan filan, uçuştu gözümde. Öyle başladı.”
Türkiye’de pazar eksikliği var
“Türkiye’de böyle bir boşluk var! Evet herkes tasarımcı, herkes dış giyim, markalara giriyorsun tasarımcı oluyorsun, yok oraya giriyorsun, hep aynı. ‘Seda saldır,’ dedim. Aldım portfolyomu, geldim buraya. Aman işte, asıl orada maceralar başlıyor, bilir misin, Zeytinburnu, Maslak’ın arka sokakları, merdiven altı yerler, atölyeler.... ve elimde portfolyo geziyorum. İnsanlar hep ‘Sex Shop’ kafasında. Bunlar ancak ‘Sex Shop’. Diyorum ki ‘Bunlar Sex Shop değil. Bunları yapmamız lazım bana sadece numune verin, numune yapmak istiyorum.’ Başladık biz numune yapmaya. Çevreme pıt pıt, sonra, ‘..a a bana da yap, a a bana da yap...’ ondan sonra baktım ki bu iş böyle olmayacak. Ailemle konuştum. Ben böyle bir şey yapmak istiyorum, küçük bir modelhane açtık bana. Makinelar, Ayla abla şu an hala çalıştığımız, Ayla ablayla beraber yapıyorduk. İki sene önce, firmayı açtık. Ailemin desteği oldu.”
‘O’ kadınlar varmış; bunu fazlasıyla gördüm
“Türkiye pazarı hep aynı. Hiç farklı bir şey yok. Benim burada yapmak istediğim farklı bir şey yapmaktı. Kadın bana gelsin, gelinliğimin altına jartiyer giymek istiyorum desin. Ben ona özel bir şey yapayım. O kendini bulsun. Ya da atıyorum; erkek arkadaşına sürprizler yapsın. Anladın mı? Tamamen o fantezi dünyasını geliştirmek. Hani bunu dışarıda konuşamıyorlar ama gelip benimle konuşsun. Ben onu çizeyim, yapayım. Evet iç çamaşırı kadının kalitesini gösterir ama ben o kadını diğerlerinden özelleştirmek istiyorum. Orada da Femme Fatale tasarım ağır bastı. Ben normal bir sutyen de tasarlayabilirdim ama ne yaptım, günlük hayatında bir kız bluzun içine de giyebilsin ya da bir gömlek üstüne at ve çık. Hani bunu göster, dışarıya da göster. Neden dışarıya vurmayalım ki böyle özel bir şeyi? Türkiye’de çok zor. Ama o kadınlar varmış. Ben bunu fazlasıyla gördüm.”
Şiddet gören kadınlar için tasarım
Buraya gelip hayatını güzelleştiren kadınlar da var ama dükkâna girmeyi aklından bile geçiremeyecek kadınlar da var. Duyuyorum, bu ülkede yaşayıp, şiddet gören ezilen, eve kapatılan kadınları da unutmamak lazım. Onların da özgürleşmesi için bir şeyler yapmak istiyorum. Tabii kalkıp “Bunu giy diyemem, jartiyer giy çık diyemem. Ama yeni bir tasarım yapmayı planlıyorum. Öldürülen, şiddet gören kadınlar için. Sadece onlar için kalemimi oynatmak istiyorum. İleride de o tasarımın gelirinden bir kısmını kadın derneklerine bağışlamayı düşünüyorum. Kendi ayakları üstünde duran bizim gibi kadınlardan kendi ayakları üzerinde durmasına izin verilmeyen kadınlara bir el uzatma... Çünkü burada konuşuyoruz, güçlü kadın, gece kadını ama bu ülkede çok başka kadınlar da var.
Onlar için bu projeyi hayata geçirmeyi planlıyorum. Son birkaç aydır Türkiye’den kadın hikâyeleri okuyorum. Onların hayatlarına bakıyorum. Onlar için benim yapabileceğim tek şey tasarlamak olur. Onu da yapacağım. Elimden ne gelirse....”
Çıt, çıt, çıt... sürprizli tasarımı var
Phantaso var mesela. Phantaso kadını ‘aşkım, sevgilim sana bu akşam sürprizim var diyorsa çıt çıt çıt açıyorsun, bambaşka bir sutyenin oluyor ve sen orada ne yapıyorsun 25th Hour, +1 saatini nasıl değerlendirirsin oluyor ve kadın hem çıplak hem de fantezi, seksi bir görüntü olmuş oluyor. Erkek orada bitiyor ve iç çamaşırı görevini tamamlamış oluyor. O yüzden iç çamaşırı maksimum 10 dak kadının üstünde kalıyor.
Hediyeyi alanlar hep erkek
“Müşterilerimin yüzde 60’ı erkek. O zaman daha iyi oluyor. Gelmişken alıyorlar. Bir de buraya gelen 1-2 tane almıyor. Alıyor. İndirim haftası yaptık geçenlerde, gelenlerin çoğu erkekti. Eşine alıyor, kız arkadaşına alıyor. Kız arkadaşına özel paket yaptırıyor. Yine ‘on-line’ satışta da öyle: ‘Ben kız arkadaşıma alacağım; ama içine de şunu atar mısınız?”
Fonksiyonellik alıcıyı çekiyor
“Mesela bir tasarım, 25th Hour’da en önemli olan fonksiyonelliği, kadın iç çamaşırını giyiyor ama gece kullanıyor gündüz kullanıyor. Mesela birini giydiği zaman göğsünü daha fazla göstermek istiyorsa tokasını aşağı çekiyor veya istemiyorsa yukarı, çok tatlı bir fonksiyonellik. Hem istediği yerde yapabiliyor. Bu çok işe yarıyor. Hem toparlıyor hem seksi bir görüntü veriyor. Bir üründe tasarım görmek çok iyi. Fonksiyonellik her zaman alıcıya daha güzel geliyor.”
Günel Cantak / Cumhuriyet