MAGAZİN muhabirleri yaz boyunca Bodrum'da sansasyonel haber ve fotoğraf peşine düşüyor. Onlar kimilerinin korkulu rüyası, kimileri için ise şöhrete ulaşmanın yolu... Bazıları sadece fotoğraf çekmedikleri, haber de buldukları için kendilerine paparazzi denmesinden hoşlanmıyorlar. Bazen bir kişiyi hem denizden hem karadan haftalarca takip ettikleri oluyor. "CIA ajanı gibi çalışıyoruz" diyorlar.
ASLI ÇAKIR
Posta Gazetesi Yayın Yönetmeni Rıfat Ababay'ın deyimiyle "Magazincilerin Mekke'si" Bodrum'a doğru yola çıkıyorum. Ve oranın Kabe'si Türkbükü'ndeki otelime yerleşiyorum. Buraya, bir kısmı böyle adlandırılmaktan hoşlanmasa da, paparazzileri takip etmeye geldim. Yani onlar takipteyken ben de peşlerinde olacağım 24 saat boyunca.
Herkes "Oh, keyifleri keyif. Üç ay Bodrum'da hem iş hem tatil" dese de programları çok yoğun. Mesela ben bir gün boyunca sadece üç dakika denize girebildim, o da bir takip için. Anlatacağım...
Beni Posta gazetesinden Ahmet Cumalı karşılıyor. Onun peşine takılacağım. Söylediğine göre Bodrum'a mevzilenmiş TV muhabirleri, kameramanları ile sayıları 30'a ulaşıyor. Sabah 11.00 civarı da çoğu Hoca'nın Yeri'nde kahvaltı etmek için buluşuyor.
"Oteldeyim diyor, oysa 100 metre ötede mevzilenmiş"
Ben de oraya gidiyorum. Bir magazin muhabiri giriyor, biri çıkıyor. Her gelen gazeteleri kontrol ediyor. Haberi çıkmış mı, atlatıldığı bir haber var mı diye merak ediyor. Diyeceksiniz ki "Adamlar yanında, onlara sorsun". Ama işler öyle yürümüyor. Hepsi çok iyi arkadaş. Birbirlerine yardım ettikleri de oluyor. Haber atlatmak için yalan söyledikleri de.
Birini "Abi doğru söylesene, var mı bir şey, çektin mi çekmedin mi?" diye diğerini azarlarken görüyorum. Sonra bir diğerini "Deniz Akkaya geldi, biliyorsun değil mi?" diye yardım ederken. Biri ise telefonda yalan söylüyor öbürüne: "Hiçbir şey yok bugün. Dolanıyorum." Nasıl yani? Arabadayız ve önemli bir iş için mevzilenmiş durumdayız.
Hürriyet'ten Cenker Tezel ve Ahmet Cumalı bir anılarını anlatıyor. Gülerek... Ahmet "Bir işin peşindeyim" diyor, "bir-iki yıl önce. Cenker'i aradım. 'Abi, ne yapıyorsun?' dedim. 'Oteldeyim, biramı aldım, keyif çatıyorum. Bugün hiçbir şey yok' dedi. 'Ben de oteldeyim' diye cevap verdim. Yaklaşık beş dakika sonra siper aldığım yerden ayağa kalktım. 100 metre ötemden birisi daha çalıların arasından çıktı. Elinde fotoğraf makinesiyle Cenker."
Benden kimse şüphelenmez, burada kadın muhabir yok
Programa dönelim. 11.00 civarında Hoca'nın Yeri. Çay, kahvaltı. Sonra volta zamanı. Yani Türkbükü'nde bir uçtan bir uca, makbulü daha zenginlerin olduğu Divan Palmira'dan Maça Kızı'na kadar gidip geri dönmek.
En zoru Maça Kızı'na girmek. Müşteri gibi girmek lazım. Ben iyi bir kamuflajım çünkü magazin muhabiri olamam. Kadın magazin muhabiri yok Bodrum'da. Bikini üstü, şort, güneş gözlükleriyle iskelede dolaşıp Deniz Akkaya arıyorum. Sırtımdaki teybimi, fotoğraf makinemi taşıdığım çanta garip kaçıyor ya.
Zaten genel olarak herkesin pareolar, topuklu ayakkabılarla olduğu bir yer için fazla sadeyim. Neyse, kimseyi göremiyoruz. Çıkıyoruz. Bir yerde bir şeyler içiyoruz. Ama alkol yok. "Alkol ve bu iş bir arada olmaz!" Peki.
Bir volta daha ve arabaya geçiyoruz. Koyları dolaşacağız. Ahmet'in telefonu durmuyor. Gelen haberlerin bazıları "kolpa" olabilir. Yani bizi başka yere yönlendirmek için uydurma istihbarat. Kime güveneceğini bilemiyorsun.
Birkaç gözde koyda "iş" bakındıktan sonra "bomba bir haber" için toprak, kayalıklı bir yoldan geçip bir sitenin tepesinde duruyoruz. Makineler aynı zamanda dürbün görevi de görüyor. Sitenin iskelesini gözetlemeye başlıyoruz. "Evet, vallahi yakaladık abi, bak yanındaki de..." diyor Cenker. Aman ne sevinç, mutluluk.
Dalga geçiyorum sanmayın. Ben de heyecanlı bir mutluluk içindeyim, nedense. Biraz da utanıyorum dürbünle birilerini gözetlediğimiz için. Ve hayal kırıklığı... Hayır, onlar değiller.
O sırada sitenin güvenliği geliyor. İşi sonraki günlere bırakarak ayrılıyoruz.
Olmazsa denizden çekeriz
Birkaç koy daha ve Türkbükü'ne dönüyoruz. Ben bu sırada ne zaman yemek yiyeceğiz diye düşünüyorum. Tamam su, ayran alıp duruyoruz ama... Yok, akşam yemeğine kadar bir şey yok. "Kuvvetli kahvaltı"nın önemini ilk defa bu kadar "hissediyorum". Daha Türkbükü'ndeki iskeleler güneşlenme yeri olmaktan çıkıp beach party mekanı olacak. Yavaş yavaş müzik başlıyor. Ve tabii volta.
Evet birkaç ünlü görüyoruz. Ama onların arasına girip çekim yapmak mümkün değil. Ahmet hemen bir tekne kiralıyor. İçeriden çekemezsek biz de denizden çekeriz.
Çekimler bitiyor ama Ahmet'e telefon geliyor. "Bir habere gitmem gerekiyor, sen istersen yemek ye bu arada" diyor. Yine Hoca'nın Yeri'ndeyim. Artık Hoca beni de tanıyor. Burada gazeteci indirimi var. Doyasıya yiyip çaylar içiyorum ve 10 YTL'ye akşam yemeğimi hallediyorum. Şimdi otele gitmeli, yıkanmalı, dinlenmeliyim. Çünkü gece tekrar iş başlayacak.
Geceleri küçük makine
22.30 civarınnda tekrar Türkbükü'nde buluşuyoruz. Gündüz plaj, akşam parti mekanı olarak kullanılan iskeleler şimdi birer restoran olmuş. Yavaş yavaş toparlanmaya başlıyorlar, bazı iskelelerden müzik sesleri yükseliyor. Ve yarım saat içinde biraz evvelki sakin, balıkçı kasabası sanki İstanbul'un en hareketli barlar sokağına dönüşüyor. Yürürken art arda en son parçaları duyuyorum. Serdar Ortaç ve Kenan Doğulu'nun albümleri buralarda pek tutmuş.
Hangi magazin muhabirine rastlasam hiçbirinde fotoğraf makinesi yok. "Geceleri ufak makineyle dolaşıyoruz" diye açıklıyor biri durumu. Herkesin elinde bir enerji içeceği. Bol kafeinli içeceklerle ayakta kalmaya çalışıyorlar.
Buranın en "in"i Ship Ahoy. İşletmecisi Cemal Yarar "Magazin muhabirleri bizim en yakın arkadaşlarımız. Biz bir aile gibiyiz. Aslında ben hepimizi gurbetçi olarak görüyorum" diyor. İçerisi, daha doğrusu dışarısı tıklım tıklım. Ne kadar güzel, ne kadar hoş, ne kadar zayıf olursanız olun, oraya gittiğinizde taze vücudun, gençliğin önemini görüyorsunuz. Etraf yanık tenli, olabildiğince dekolte giyinmiş genç, hatta küçük kızlarla dolu.
Ama burada çekilecek bir şey yok. Bir volta daha atıyoruz. Birkaç DJ'le sohbet, arkadaşlarla muhabbet ve arabaya atlıyoruz. Haber geldi. Keops'ta çıkan Mahsun Kırmızıgül'ü izlemeye Mesut Yılmaz ve Fatih Terim gelmiş. İçeri giriş kolay. Ahmet'i tanıyorlar. Mesut Yılmaz'ın fotoğrafını çekmemiz yasak. Yasak da... Çekiliveriyor işte. Bu sırada Mahsun Kırmızıgül birkaç pot kırıyor. Vah vah. Ertesi gün gazetelerde: "Mahsun, Terim'e antrenör yerine vantilatör dedi." Dili sürçüyor ama antrenetör diye bir şey diyor, belki de vantilatör demiştir, ben bilmem.
Bu muhabir buradaysa demek ki bir iş var
Çıkıyoruz. Sırada Fink var. Saat gece 2. İçerisi tıklım tıklım. Başka magazin muhabirleri de var. Artık ben de onlardanım, "Bana da açalım bir Red Bull" diyorum. Ama herkes dans ederken, böyle hareketli çalarken etrafı gözleyerek dikilmek çok sıkıcı. "Hiçbir şey yok, bir saattir buradayız. Niye ki?" Ahmet çıkışta açıklıyor. "Öbür muhabir orada olduğuna göre bir şey vardır diye düşündüm" diyor.
İşler kesat. Şanssızım. Saat 04.00 oldu. Ahmet beni otele bırakıyor. "Sen nereye?" diyorum, "Türkbükü'ne. Son bir voltaya."
"Okan Bayülgen'le Deniz Seki'yi 2,5 gün çatıdan takip ettik. Hizmetçi başımızdan aşağı kovayla su döküyordu"
Cenker Tezel anlatıyor...
Okan Bayügen'le Deniz Seki'nin çıkmaya başladıkları ilk günler. O zaman Cansu Dere'yle birlikte. Kaldıkları evin karşısındaki ev, sosyeteden tanıdığımız birine aitti. "Ben tatile gidiyorum ama siz gelin, burada bekleyin, çekin" dedi. Biz de çatıya konuşlandık. Bu arada gazetelerimize fotoğrafsız da olsa bu ilişkiyi yazdık. Ertesi gün Okan Bayülgen balkona çıktı, telefonla Cansu Dere'yle konuşuyor. "Yalan, yok öyle bir ilişki" diyor. Ama evde kahvaltı yapıyorlar Seki'yle beraber.
İki gün o evin çatısında bekledik, zenci olduk artık. Hiç de ayrılamıyoruz, bir tek tuvalet için. Arada hizmetçi kovayla su getiriyordu, başımızdan aşağı döküyordu. En sonunda Deniz Seki evden çıktı, Okan Bayülgen onu uğurlarken çektik.
Magazin muhabirlerine göre son 10 yılın bombası Sibel Can'ın balkonda çırılçıplak yakalanması
Çekimler sırasında bazen bir tekneye objektifi çevirip art arda fotoğraf çekiyorlar. "Kim var?" diye soruyorum, bilmiyorlar. Ne olur olmaz diye çekim yapılıyor, sonra bilgisayarda bakılıyor. Belki bir ünlü rastlar.
Artık kendini ihbar eden kalmadığını söylüyorlar. İhbar edeni de çekmiyorlar.
Masrafları çok. Otel, kiralık bir araba, makine ve diz üstü bilgisayar, cep telefonu konuşmaları... Tekne kiralamalar, yemekler, içecekler de harcırahtan.
Ünlülerin korumaları ve site bekçileri de onların peşinde. Hatta bir gün ufak bir adadan çekim yaptıkları duyulunca çektikleri kişinin korumaları sahilden zodyaklarla adaya "çıkarma" yapmış.
İşleri zor olsa da yine de tüm yaz boyunca terlikle, mayoyla dolaşmak eğlenceli görünüyor.
Bir ara "Belli ki göğüslerini gösterme derdinde değil ki bir tekneyle açılıp üstsüz güneşleniyor. Gerçekten bir kadının göstermek istemediği yerlerini, memelerini çekmek marifet mi sizce?" diyorum. Biri susuyor. Biri "Bu da bizim mesleğin bir parçası" diyor. Öbürü "Tabii insan kendine yapıldığını düşündüğünde..." derken, "Neyse bu başka bir yazının konusu" diyorum.
Onlara göre bu yılın şimdiye kadarki "bomba"sı Sibel Can'ın tangalı görüntüleri. Son 10 yılın "bomba"sı da Sibel Can'dan: Balkonda çırılçıplak yakalanması.
Bodrum'un magazin neferleri
"Ben vahşi hayatı Bodrum'da tanıdım"
Cenker Tezel 30 yaşında. 9 yıldır bu işi yapıyor, Hürriyet gazetesinde çalışıyor. 5 yıldır da yaz aylarında Bodrum'da.
Güneşin altında, çalıların arasında saatlerce bekliyoruz ki biri teknenin güvertesine bikinisiyle çıksın. Benim böyle durumlarda en büyük korkum akrep, yılan gibi hayvanlar. Ayrıca bukalemun, keçi, hatta yaban domuzu var. Artık akrep soktuğunda hızlı yürünmemesi gerektiğini, yılan zehiri için panzehirin özel hastanelerde bulunmadığını, devlet hastanesine gidilmesi gerektiğini biliyorum. Ben vahşi hayatı Bodrum'da gördüm.
Bazıları bizi paparazzi diye hor görüyor. Biz sadece paparazzilik yapmıyoruz. Haber çıkarıyoruz, muhabirlik yapıyoruz. Herkes bizim çektiklerimizi izliyor, okuyor sonra da bizi gazeteci olarak görmüyor.
Ünlü insan onca kişinin arasından kendini belli eder. Aramana gerek yok, parlar.
"Ünlüler de bizim haber kaynağımız"
Orkun Bulut 25 yaşında. Vatan gazetesinin muhabiri. 9 yıldır bu işi yapıyor. 4 yıldır yazları Bodrum'da.
Uzun süreli bir sevgilim var. Ayrı kalıyoruz birkaç ay ama bunu da telefon konuşmalarını artırarak hallediyoruz. Karşılıklı özveri ve güvenle ilişki yürüyebiliyor.
Kızlar için bu iş ağır olabilir. Ayrıca benim kız arkadaşım buraya gelse, böyle bir iş yapsa ben kızarım.
İş çekmekle bitmiyor, bir de çektikten sonra çektirmemek lazım. Diyelim ben Ajda Pekkan'ı çektim. Eğer seni çektiğimi duyarlarsa senin peşine düşerler ve bir daha çekerler. Hatta benden güzel çekebilirler. Ben birçok kez ünlü kişiyi çekip sonra telefon açıp onları kendim uyarmışımdır "Sizi gazeteciler çekiyor" diye. Çekip sonra işi bozmuşumdur.
Bodrum'da kimi çektiğinizden çok insanların bikinili, hatta bikinili ofsayt hallerini görmek önemli. Yani isimden çok olay önemli. Ama ismin kalitesi olayı da daha büyük hale getirebiliyor.
Bazen çektiğimiz insanlar bize haber verebiliyor. Yani ünlü biri başka bir ünlüyü görüp bize söylüyor.
Kötü bir haber yazdığımızda insanlar seviniyoruz zannediyor. Oysa ben bir boşanma haberi yazarken üzülüyorum.
Bizim bir CIA ajanı gibi çalıştığımız da oluyor. Bir ay boyunca takip ettiğimiz kişiler, haberler var.
"Babamı bile çekerim"
Mert Doğan 28 yaşında. Show TV'de çalışıyor. "Pazar Keyfi", "Uçan Kuş" programlarına haber yapıyor.
Her yıl bir yer ünlü olur. "Bu yıl Çeşme popüler" derler ama Bodrum her zaman Bodrum'dur.
Kafa isimler hiç değişmez. Hülya Avşar, İbrahim Tatlıses, Sibel Can, Tarkan...
Ben özel mülke kesinlikle girmem, o mülkün içini çekmem. Ama kamuya açık her yerde çekim yaparım. Eğer malzeme varsa babamı bile çekerim.
Çok özel bir haber yakalarsak prim de alabiliyoruz.
"Kamuflaj önemli. Mutlaka yeşil şort ve tişört lazım"
Ahmet Cumalı 30 yaşında. 6,5 yıldır Posta gazetesinde, magazin bölümünde çalışıyor. 5 yıldır da Bodrum'da geçiriyor yaz aylarını.
Sen kamuflaja önem verenlerdenmişsin. Doğru mu?
Burada koylara gidiyoruz. Sürekli yeşilliğin arasındayız. Kırmızı, turuncu gibi renkler yeşilliğin arasında çok göze çarpıyor. O yüzden her zaman arabamızda yeşil bir şort ve tişört hazır bulunuyor. Arabada ayrıca fazladan bir şort ve tişört de bulunduruyoruz çünkü bazı takiplerde ünlünün evini, otelini bulduktan sonra gece arabada kalıyoruz ki sabah kalktığında onu yakalayabilelim.
Yaralanıp berelendiğin de oluyor, değil mi?
Tabii. Bodrum'da çoğu yer dikenli çalılarla, kurumuş çam ağacı yapraklarıyla dolu. Biz onların üzerinde sürünüyoruz. Bir de kayalıklardan, yamaçlardan çektiğimiz için düşme tehlikesi de çok fazla.
Benim hesaplarıma göre en fazla dört-beş saat uyuyabiliyorsunuz. Bir de takip varsa geceli gündüzlü sıfır uyku...
Tabii ama ona da vücut alışıyor. İşlerin azaldığı akşam 07.00-08.00 gibi de otelde biraz dinleniyoruz. Zaten benim için günün en güzel kısmı otelin sahilinde uzandığım o bir saat.
"Midyeciden mısırcıya buradaki herkes bizim haber kaynağımız"
Burada gündüzlerin daha önemli olduğunu söyledin bana.
Tabii, yazın çektiğiniz fotoğrafların bikinili, mayolu olması daha cazip. İstanbul'da geceler önemliyse Bodrum'da da gündüz çekimleri önemlidir.
İzlediğim kadarıyla burada kimse "Çekme" demiyor, kızmıyor. Mekan sahipleriyle ahbapsınız.
Bodrum'da herkes kardeş gibi. İçeri gireriz, gelen kişilerle muhabbet ederiz. Eğer mekanın içindeysek izin alarak fotoğraf çekeriz. Burada kimse birbirini kırmaz. Ayrıca burada kimse çekme demiyor. Kavga gürültü olmaz.
Saldıran, küfür eden de olmuyor...
Olmuyor. Zaten biliyor ki yapacağı her hareket ertesi gün gazetede çıkacak ve herkes duyacak.
Bodrum'daki haber kaynakların kimler?
Buradaki herkes arkadaşımız, herkes kaynak olabilir. Midyeci de mısırcı da bize haber verebiliyor. "Abi şimdi şu buradaydı, şununlaydı, şuraya gitti" diyebiliyor. Biz de takibe başlıyoruz.
"Hastalanma hakkımız da yok"
Sen ne zaman tatil yapıyorsun?
Eylül gibi İstanbul'a döndüğümüzde mutlaka bir 20 gün tatil yaparız.
Burada izin günün var mı?
Yok.
Hastalanma hakkınız da yok.
Evet. Burada bir kişiyiz bir gazeteden.
Biz hastalanır yatarsak o gün diğer arkadaşlar bana haber atlatabilirler. Ve o haberin neden bizde de olmadığını açıklayamam. O yüzden hasta olsak da çalışırız.
"Kız çok küçükse, annesi de rica ederse çekilmeyebilir. İnsanın aklına kız kardeşi geliyor"
Bu işin ahlaki sınırı nerede? Neyi görürsen çekmezsin ya da çekip yollamazsın?
Çektiğim her şeyi göndermek mecburiyetindeyim. Yayımlayıp yayımlamamaya gazetede karar verilir. Ama kız çok küçüktür, annesi gelir rica eder, o zaman insanın aklına kendi kız kardeşi gelir, duruma göre o fotoğraf kullanılmayabilir tabii.
Şu sıralar Bodrum'da yakalamak için en makbul kişiler kimler?
Burada kişilerin isimlerinden çok nasıl çekildikleri, durumları, haberin kendisinin ilginçliği önemli. Yani üstsüz yakalamak, bikinili yakalamak, belki yeni sevgilisiyle birlikte çekebilmek. Mesela şimdi Hülya Avşar'ı bikinili, Bodrum'da tatil yaparken, yeni sevgilisiyle beraber yakalamak önemli olabilir. Gülben Ergen'i bikinili yakalamak önemli.
Bir magazin muhabiri nasıl olmalı?
Bir kere sabırlı olacak. Saatlerce güneş altında sıkılmadan tek bir noktaya bakarak bekleyebilecek.
Gözleri keskin olacak. Onca insanın arasından ünlüyü seçebilecek.
Soğukkanlı olacak, hemen paniğe kapılırsa tüm işi bozabilir.
İyi bir çevresi olmak zorunda. Yoksa bu işi yapması mümkün değil.
Bunun için de girişken, bol sohbetli olmalı.
İyi kıyafetli, bakımlı, düzgün görünümlü olmak da şart