Tam da “Bir adam gibi ölmek var, bir madam gibi” tartışmaları yapılırken ‘Adam’ diye kitap yazan Yılmaz Özdil'in röportajından çarpıcı açıklamalar;
- Önce ‘Kadın’ı yazdım. İçinde düşüncelerine katılmadıklarım da vardı. ‘Adam’ onun devamı. Ama bu kez bir tercihte bulundum.
Neydi o tercih?
- Dedim ki “Ben buraya herifleri koymayayım, sadece kendi penceremden adamları yazayım”.
‘Adam’ı, ‘herif’ten ayıran kriterler neler?
- ‘Adam’dan kastım, ülkeye katkı sağlayan, geleceğimize, çoluğumuza çocuğumuza hem umut hem moral veren hem de daha yaşanabilir bir Türkiye yaratmaya çalışan insanlar.
Kitapta 400’ün üzerinde ‘Adam’ var. Nedir ortak paydaları?
- Kabaca Türkiye Cumhuriyeti ya da Atatürk devrimleri diye tabir ettiğim bir ortak payda bu. Birbirinden farklı kimliklere, farklı ideolojilere mensup insanlar ama özünde yaşadığımız ülkeye katkı sağlamışlar. Vizyonerler ve bu ülke insanına katkı sağlamak için çalışmışlar.
BİZİ BİRBİRİMİZE BAĞLAYAN TÜRKÜLER VAR
O ‘Adam’lardan biri de babanız. Bir gün elinde kurşunkalemle karşınıza dikilmesi, “Kutsaldır bu, yazacaksan adam gibi yaz, yoksa bırak” demesi... “Çamurla boğuşmaktan korkma, yıkarsın elini geçer” öğüdü... İnsan çamurla boğuşmaktan yorulmaz mı?
- Anadolu insanıysanız yorulmuyorsunuz. Babam da öyle bir insandır, bizi de öyle yetiştirdi. Ama tabii babam bunu toprak olarak tarif etmişti, ben paratoner kafası olarak tarif ediyorum. Şimşekleri kendimize çekmeyi gönüllü olarak üstleniyoruz. Bu bizim işimiz. Mesleğe gerçekten çok büyük bir tutkuyla falan bağlı değilim. Doktorluk, eczacılık, mimarlık, kapıcılık, şoförlük gibi bir iş. Yaptığımız işi hakkıyla, namusuyla yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Kitaptaki isimlerin ortak noktalarından biri de ‘vatanseverlik’. Radikal Kitap ekine konuşan yazar Hüsnü Arkan, “Herkesin kaçıp gitmek istediği yer, vatan değildir” dedi.
- Herkes kaçıp gitmek istemiyor bence. Kaçıp giden, bunu isteyen vardır ama herkes değildir. Vatan ortak bir kaderdir. Mustafa Kemal, Çanakkale Harbi’nden sonra “Hektor’un öcünü aldık” der. Hektor’u bu toprakların çocuğu görür. Benim için ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ sözünün özeti de budur, yurtseverliğin özeti de... Herodot bana göre İzmirlidir. Onun babasının başka bir millete, dine mensup olması beni ilgilendirmiyor. Bizi birbirimize bağlayan yemekler var, türküler var. Bir Sabri Ülker, bir Rahmi Koç, bizi daha refah içinde yaşatabilmek için mücadele eden insanlar. Bir vergi birikimi yaratıyorlar, bu da bir yurtseverlik. Hepimiz güreşemeyiz, ateş edemeyebiliriz. Ama Nasuh Mahruki gibi, betonların arasından insanları çıkarabiliriz. Veya Fazıl Say gibi dünyaya sesimizi duyurabiliriz.
Uluslararası Eğitim Enstitüsü’nün kurduğu Bilim İnsanı Kurtarma Fonu birkaç gün önce en çok başvurunun Türkiye’den olduğunu duyurdu. Sizin bir kızınız var, karşınıza geçse ve “Baba ben gidiyorum” dese...
- Demez. Biz bu ülkenin çocuğuyuz. Karamsar bakmamak lazım. Hakikaten bir milletin başına gelebilecek en büyük felaketleri yaşamışız. Ve müthiş bir başarı öyküsü çıkarabilmişiz. Uzun atlamacıyız biz. Bu kadar karamsarlaşmanın âlemi yok. Ülkemizde kötü giden şeyler varsa -ki var-, bunu değiştirmek için çalışmalıyız. İzmir yangınından İzmir fuarını çıkarmışız biz.
O zaman neden daha iyi kitaplar yazılmıyor, daha iyi şarkılar söylenmiyor, neden her şey vasatlaşıyor?
- Meslek kalibre ortalaması çok düşük bir gazeteci kitlesi var. Bu kitle size tanıta tanıta dördüncü sınıf popçuyu tanıtır. Cumhurbaşkanı’nın sanatçı açılımına bakıyoruz. Sanatçı kapıya çıkıp, “Haberim yok, çağırdılar geldim” diyor. Bu ülkenin sanatçıları var, değerleri var ve yurtdışında daha çok tanınıyorlar.
Medya eleştirisi yaptınız, bari kitabınızdaki ‘adam’lardan Nejat Uygur’un hikâyesiyle devam edelim. Gazetecilere verdiği tiyatro biletinin üzerinde ‘avantaforlar için’ yazıyor ve bu sizin hayatınıza bir duruş kazandırıyor.
- Ortaokuldaydım. Babam Yeni Asır’da çalışıyor. Gazetecilere o zaman fuar zamanında davetiyeler gelirdi. Onlar da şoförlere, sekreterlere falan dağıtılırdı. Bir keresinde Nejat Uygur’u izlemeye gittik. Sırada davetiyeyi okuyorum, üzerinde “Avantaforlar için” yazıyor. Bu, benim hayatımın önemli derslerinden biri oldu. İki kitabım tiyatroya uyarlandı, oraya bile parayla bilet alır giderim.
BALYOZ DAVASINDA YARGILANANLARLA ŞERO ARASINDA ORTAK BİR PAYDA VAR
‘Adam’ kitabında kedi Şero da var... O nasıl girdi kitaba?
- Şero’nun talihsizliği CHP’li olması. Şero AKP’li olsaydı bütün Türkiye’de heykelleri olurdu. Uganda’da da, Amerika Birleşik Devletleri’nde de bir sokak kedisinin bir parti tarafından evlat edinilmesi, partinin tüm mensupları tarafından bakılması, o partinin özgür bir bireyi olması dünya çapında haberdir.
İyi, tamam, güzel ama ‘Adam’larla ortak paydası ne?
- Birincisi, kurucu partinin mensubu olması. İki, AKP’nin gadrine uğraması. Şero, Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanıp, suçlu bulunan dünyadaki ilk kedi. Dolayısıyla bana sorarsanız bugün Balyoz davasından yargılanan bir subay ya da yazdıkları yüzünden yargılanan bir gazeteciyle Şero arasında ortak bir payda var.
Not: Şero, 2005’te CHP Genel Merkez binasının şantiyesinde dünyaya geldi, inşaat işçileri tarafından beslendi, bina hizmete girdikten sonra çevreden ayrılmadığı görülünce, içeriye alındı. Deniz Baykal tarafından Kötü Kedi Şerafettin’den esinlenerek Şero ismi verildi. Anayasa Mahkemesi, CHP mensubu Şero’ya 15 lira 44 kuruşluk kedi kumu ve süt alınmak suretiyle devletin zarara uğratıldığını tespit etti. Şero, 11 yıldır CHP Genel Merkezi’nde yaşıyor.
GÜLÜMSEDİĞİNİZDE KÖTÜLÜĞÜN SİZİNLE BAŞA ÇIKAMADIĞINI GÖRÜYORSUNUZ
Yine çok sakin görünüyorsunuz. Yazılarınızda da hep bir yanıyla mizah var. Hep böyle misiniz?
- Biz sadece Fatih Sultan Mehmet’lerin, Kâzım Karabekir’lerin falan torunu değiliz. Biz aynı zamanda Yunus Emre’lerin, Nasreddin Hoca’ların da torunuyuz. Hayata gülümseyerek bakmak belki benim yapım, belki yetiştiriliş tarzım, belki doğup büyüdüğüm İzmir’in bana kattığı bir şey. Biraz alaycı, biraz gülümseyerek bakmak bana daha doğru geliyor. Neticede sevmediğimiz olaylar ve sevmediğimiz insanlarla aynı atmosferi paylaşıyoruz. Gülümsediğinizde kötülüğün sizinle başa çıkamadığını görüyorsunuz. Belki mizah elimizdeki en büyük güç.
15 Temmuz akşamı neredeydiniz?
- Bodrum’da akşam yürüyüşündeydim. Telefonum yanımda değildi, eşim ve kızımla beraberdim. Kızımın telefonuna, “Köprü kapatılmış” diye mesajlar gelmeye başladı. Terör saldırısı için alınan bir önlem gibi düşündüm, sonra geldim televizyona baktım. O şekilde öğrendim.
UNUTACAK MIYIZ?
İlk düşündüğünüz şey neydi?
- İlk düşündüğüm; çok soru işareti olduğuydu. Ve aradan bunca zaman geçti, o an kafamda oluşan soruların hiçbiri cevap bulmadı.
Sizinle son röportajımızda -ki yıl 2013-, bana “AKP şelaleye doğru gidiyor, hissettiği serinlik bundan” demiştiniz. Sonra 2015’te seçim oldu. Ne oldu?
- Neticeye bakalım. Seçim kazandı mı, evet. Ama hem AKP hem Türkiye çok kötü durumda. Bakın darbe oldu. Bir ülke iyi yönetiliyorsa, insanları mutluysa niye darbe olsun? Evet, oyunu artırdın ama her şey kötüye gidiyor. Çok oy aldın ama memleketin bütün askerleri, polisleri, hâkimleri FETÖ’cü olmuş, başarı mıdır bu? Dört-beş sene önce bir iktidar değişikliği olsaydı, sonra yine AKP gelseydi, işler daha yolunda gidebilirdi. Koalisyon iktidarı olsaydı da AKP’nin içinde olduğu, daha iyi olabilirdi.
İyi bir şey yapmadılar mı hiç?
- Süleyman Demirel’i her gördüğümüzde “Dişlerinizi fırçalayın” deseydi, dişlerimiz düzgün olurdu en azından. Mesela şimdi sigarayı bıraktırmak düzgün bir şey. E yani kardeşim, ne anlatmamızı istiyorsun? Sigarayı bıraktırma kampanyası doğru diye biz Ali İsmail’in sokaklarda odunlarla polis tarafından öldürülmesini unutacak mıyız? Ya da dış borcun 200 milyardan 700 milyara yükselmesini unutacak mıyız? Sigarayı bırakmışız, tamam ama hepimiz antidepresan kullanır hale gelmişiz.
KİTAPTAN
Aydın Doğan: Babıâli’de arkasından küfredilen patronları çok gördük ama arkasından dua edilen patronu, ilk defa Aydın Doğan’ın gazetesinde gördüm. Vay efendim, eskiden şu konuda yanlış yapmış da, bu konuda hatalı davranmış filan, geçiniz kardeşim… Nasıl bir cendere içinde bulunulduğuna, nasıl yalnız bırakıldığına, nasıl zorlu bir mücadele verildiğine bizzat şahidim.
Mustafa Koç: Eşanlamlı bilinir ama… Zengin olmak başka şeydir, varlıklı olmak başka şey. Zenginin cenazesi kalabalık olur ama gözyaşı yoktur. Kendisiyle hiç tanışmamış insanların Mustafa Koç’un ardından hissettiği samimi üzüntünün sebebi, artık aramızda olmamasına rağmen, hayatımızdaki varlığıdır.
Turgut Özakman: 1948’de henüz 18 yaşındadır. Hukuk öğrencisidir. Milli mücadelenin izini sürebilmek için Ankara’dan Afyon’a kadar yürür. Mecazi anlamda söylemiyorum, otomobil veya trene binmeden, tabana kuvvet, yürür. Güzergâh üzerinde yaşayan, Kurtuluş Savaşı’na şahit olmuş ve 1948’de hâlâ hayatta olanları bulur. Ve, bu attığı adımlar, ‘Şu Çılgın Türkler’ fikrinin çıkış noktasıdır. Huzur içinde yat hocam…
YAZDIĞIYLA DEĞİL KONUŞTUĞUYLA ÖDÜL ALDI
Kitapta Nuri Bilge Ceylan var, Aziz Sancar var, Orhan Pamuk yok... Neden?
- Aziz Sancar, dünya çapında tüm insanların hayatını değiştirecek bir şey keşfetti. Bu yüzden Nobel aldı. Nuri Bilge Ceylan’ın çektiği film Cannes’da ödül aldı, bizi gururlandırdı. Ama Orhan Pamuk bana göre yazdığıyla değil, konuşarak ödül alan ilk edebiyatçı. Bu benim kişisel tercihim.
TOPLUMUN YANINDA OLMASINI BEKLERDİM
Ya da Mustafa Denizli var, Fatih Terim yok....
- Fatih Terim, dünyanın en yüksek maaşını alıp, mağlubiyet üzerine kendi maaşını veren insanlara bağıran dünyanın tek adamı. Kişisel olarak veya bir futbolsever olarak, toplumun çektiği bunca acı varken Fatih Terim’in toplumun yanında olmasını beklerdim ve isterdim, olmadı. Bir Alex Ferguson var İngiltere’de. Adam dünyada almadık kupa bırakmadı. Ancak ‘Sir’ olabildi, bizimki bir kupayla imparator oldu.
O BİR HALK KAHRAMANIYDI
Tarık Akan var ama Kadir İnanır yok...
- Kadir İnanır gibiler iktidarın yanında yer almayı tercih ettiler. Bir nevi akil olmayı... Bu benim gazetecilik bakışımla çelişen bir durum. O yüzden koymadım. Tarık Akan’ı benim ölçülendirmem mümkün değil. Rahmetli olduğu zaman bir halk kahramanı olarak toprağa verildiğini gördük. Demek ki yaptıklarıyla iktidarın nezdinde değil ama halkın nezdinde bir kahraman olduğunu gördük.
BAŞKAN KİM OLSUN?
‘Aziz’ başlıklı yazınızda, “Doğma büyüme Göztepeliyim. Fenerbahçeli olsam başkan adayım Aziz Yıldırım olur. Oyumu tereddütsüz ona veririm” diyorsunuz ve sebeplerini sıralıyorsunuz. Şimdi Ali Koç aday olacağını açıkladı. Oyunuz hâlâ aynı koşullarda Yıldırım’a mı?
- O, dava sürecinde yazılmış bir yazıydı. Aziz Yıldırım ve FB camiası, bugün de neticesini gördüğümüz üzere bir kumpasın hedefiydi. Hatta benim o yazımı kongrede koltuklara dağıtmışlardı. Bu dava bittiği için artık bundan sonrası Fenerbahçelilerin bileceği iş. Tabii ki, Ali Koç kadar değerli, eğitimli, böyle rol model bir insanın bir FB, bir GS, bir BJK başkanı olmasını çok isterim.
Kelebek/ İpek Özbey