İsrail’in 9. Cumhurbaşkanı Şimon Peres, politik kariyerine ülkesinin skalasına göre ‘şahin’ olarak başlasa da uzun süredir barış yanlısı tutumuyla ve deneyimiyle akil konum elde etmiş bir siyasetçi. 12 hükümette dışişleri bakanlığından başbakanlığa birçok önemli görev aldı.
Cumhurbaşkanlığını 2014’te Reuven Rivlin’e devrettiğinde Türkiye ile İsrail arasında geçen hafta imzalanan ilişkilerin normalleşmesine dair anlaşma, kapalı kapılar ardında müzakere ediliyordu. Peres, 2009 Davosu’ndaki meşhur ‘One minute’ panelinde Erdoğan’la podyumu paylaşan isimdi. Daima Türkiye’yle iyi ilişkiden yana tavır koyan Peres, Mavi Marmara baskınında 10 Türk vatandaşının öldürülmesiyle başlayan sıkıntılı süreci birebir yaşadı. İki ülke arasında 6 yıl sonra gelen uzlaşmanın ardından durum değerlendirmesi için kapısını çaldım.
GEÇMİŞ ÖLÜDÜR VE DEĞİŞTİREMEZSİNİZ
Mart 2013’teki mülakatı ABD Başkanı Obama’nın İsrail ziyaretinin hemen ardından Kudüs’teki Başkanlık Sarayı’nda yapmıştık. İsrail Başbakanı Netanyahu, MaviMarmara’da öldürülen Türk vatandaşları için daha yeni özür dilemişti. Aradan üç yıl geçti, bu kez ilişkilerin normalleşmesi için anlaşma imzalandığı için buradayım. Artık görevde değilsiniz ama siyasetin içindesiniz. Nasıl buldunuz varılan anlaşmayı?
Geç oldu ama yapılacak doğru şey buydu. Devamlı geçmişe takılı yaşayamazsınız. Bunun sebebi de çok basit; geçmiş ölüdür ve değiştiremezsiniz. O nedenle de unutun! Enerjinizi ve zamanınızı çocuklarınız için geleceği planlamaya harcayın. Uzun tarihleri ve derin kültürleri olan iki ülkenin (Türkiye ve İsrail) barış içinde yaşamamaları için hiçbir sebep yok. İnsanlar o detaya, bu detaya takılıyor. Peki alternatifi nedir? Sonuçta iki tarafın da kolay olmayan birtakım adımlar atması gerekiyordu, karmaşık durumlardı. Ama sonuçta bu adımları atmayı başardılar. Adımlara değil de sonuca bakın. Daha önce neredeydik, şimdi neredeyiz? Mesele bu. Ben tarihsel sürece baktığım zaman Türkiye ile İsrail’in doğru zamanda, doğru anlaşmayı yaptığına inanıyorum. İsrailliler ve Türkler için verimli sonuçlar doğuracağını düşünüyorum. Önemli olan da bu.
KAZANAN İKİ TARAF
İki ülkede de muhalifler hükümetleri anlaşmaya onay verdikleri için farklı gerekçelerle eleştirdi. Gördüğüm kadarıyla İsrail’de anlaşmayı ‘onur kırıcı bir teslim olma hikâyesi’ olarak yaftalayan ciddi bir kesim var. Herhangi bir taraf için teslimiyet söz konusu mu sizce?
Ben teslim olan kimse görmüyorum. Benim gördüğüm, kazanan iki taraf. Kazanan İsrail ve Türkiye halklarıdır. Bunun adı teslimiyet değil kazanımdır. Yapılması gereken zaten buydu. Barış için tavizler de verirsiniz gerektiğinde. Bunda yanlış bir şey yok. Tavizler verilerek ulaşılan bir barış, uzlaşmaz bir dünyaya yeğdir.
2013 Mart’ında Kudüs’teki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda görüştüğümüz Şimon Peresbu kez bizi Yafo’daki kendi adını taşıyan barış merkezinde ağırladı. Eğitim, sağlık ve tıp alanındaki çalışmalarıyla öne çıkan merkez, siyasetten uzak bir sivil toplum kuruluşu olarak hizmet veriyor. Peres’le çalışma odasının önündeki barış balkonu’ndan birlikte Akdeniz’i izledik.
BARIŞTAN BAŞKA ALTERNATİF VAR MI
- Anlaşmayı İsrail adına müzakere eden Joseph Ciechanover imzadan sonra şöyle dedi: ‘Bütün taraflar bu süreçten bir bedel ödediğini hissederek çıktı.’ İsrail’in ödediği bedeli siz nasıl tanımlarsınız?
- Bu benim de kendime sorduğum bir soru. Bedel nedir? Sonuç nedir? Alternatif nedir? Velev ki bedel ödemediniz, sonra? Asıl mesele doğru istasyona mı, yoksa yanlış istasyona mı vardığınızda. Bakın her yanımız terörist dolu. Geçen hafta Türkiye’de yapılan saldırı şoke edici. Şöyle bir ortamda barış yapmaktan başka alternatifimiz var mı? Burada barışın karşısındaki seçenek teröre prim vermektir. Bir karar vermeniz gerekiyor. Sonuçta iki tarafın da insani değerlere sahip çıkan tarihi bir karar verdiklerini düşünüyorum. Herkesin de kendine sorması gereken soru; barışın bedeli değil, barışın taşıdığı değerdir.
İKİ YIL KAYBETTİĞİMİZ İÇİN ÜZGÜNÜM
Üç yıl önceki mülakatımızda da benzer mesajlar verdiğinizi anımsıyorum. Siz kişisel olarak zaten hep uzlaşılması gerektiğini düşünenler tarafındaydınız. Ama işler öyle ilerlemedi.
- İki yıl kaybettiğimiz için üzgünüm.
SÜREÇTE, PEK ÇOK YANLIŞ ANLAMALAR VAR
Benim de sormak istediğim tam bu. Sonuçta kabul edilen metne bakınca neden bu kadar uzun zaman aldığını sorgulamadan edemiyor insan. Sizce iki tarafta da liderler bir anlamda iç politikaya ve seçim süreçlerine kurban mı ettiler daha hızlı varılacak bir anlaşmayı?
Süreçte pek çok yanlış anlamalar da var. Mesela Türkiye’de bizim Gazze halkının zarar görmesini istediğimizi sanan insanlar var. Kesinlikle hayır. Biz de onların mutlu olmasını istiyoruz. Onların refahına, huzuruna kastımız yok. Bu nedenle de Gazze’den çıktık onları kendileriyle özgür bıraktık. Barış mutlu sonla başlamaz, barış mutsuz bir başlangıçtır. Barış düşmanlar arasında başlar, dostlar arasında değil. Tünellerin inşasına son vermek, bize füze atmayı bırakmak, çocuklarımızı öldürmekten vazgeçmek onların ellerinde. Biz oradan çıkma kararı aldığımızda onlar için 4 milyar dolara alternatif evler inşa ettik. Tek söylediğimiz şuydu; biz sizi özgür bırakıyoruz, kendimiz de güvende kalmak istiyoruz.
İSRAİL VURULUYOR OLMASA GEMİLER DOĞRUDAN GİDER
- Tünellerden bahsettiğinize göre Gazze’ye yönelik deniz ablukasını da konuşalım. Ablukanın kaldırılması hep Türkiye’nin önkoşullarından biri oldu. Buna karşın İsrail’in önkoşulu ise Türkiye’deki Hamas ofislerinin kapatılmasıydı. Gelinen noktada iki koşulun da tam olarak yerine gelmediğini görüyoruz. Ambargo hafifledi ama Türk gemileri Gazze’ye yardımı yine Aşdod Limanı’na taşıyacak. Öte yandan Hamas ofisleri açık kalacak ancak Türkiye İsrail’e yönelik saldırılar için kullanılmaması için devrede olacak. İşi uzatan koşullar sonuçta karşılanmadıysa gerçekten de neden 2 yıl bekledik?
- Dediğiniz gibi gemiler Aşdod Limanı’na gelecek. Madem bu bugün kabul görecekti, neden uzun süre diğer seçenekte ısrar edildi o halde?
Bizim Türkiye’nin Hamas’a yardım etmesiyle bir sorunumuz yok. Ama eğer gerçekten Gazze’ye yardım etmek istiyorsanız, saldırılarına son vermelerini söylemelisiniz. Zaten İsrail’i vuruyor olmasalardı, gemiler de, yardım da doğrudan Gazze’ye giderdi.
ERDOĞAN HAMAS’I VAZGEÇİRMELİ
- Anlaşmanın imzasından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan süreçte Hamas lideri Halid Meşal ve Mahmud Abbas ile devamlı temas ve istişare içinde olduklarını açıkladı. Türkiye’nin İsrail’le yapacağı anlaşmayı Hamas’la teati etmiş olması ülkenizi rahatsız edecek bir unsur mudur?
- Biz Hamas da dahil kimsenin Gazze halkına zarar vermesini istemiyoruz. Erdoğan yardım etmek istiyorsa bu iyi. Ama gerçekten yardım etmek istiyorsa Hamas’ı bizi vurmaktan vazgeçirmeli.
Hamas hâlâ silahlanmaya devam ediyor. Gerçekten barış istiyorsanız bu unsurların hepsini birlikte değerlendirmek zorundasınız. Gazze için yardım gönderebilirsiniz ama bunu bizim güvenliğimizi zafiyete uğratmayacak şekilde yapmak durumundasınız. Bu işin minimumu budur. Biz de kimsenin Türkiye’ye zarar vermesini istemeyiz. Bakın yine söylüyorum Atatürk Havalimanı’ndaki saldırı kabul edilemez. Korkunç! Biz de IŞİD ile mücadele eden bir ülkeyiz. Ama aynı zamanda da Hamas’la mücadele ediyoruz, Hizbullah ile ediyoruz. Bütün bu insanlar onları neden vurduğumuzu unutuyor. Biz saldırıya uğradığımız için vuruyoruz. Yani hem Türkiye hem de biz terörden çok çekiyoruz. Türkiye elbette kendi ülkesinde terörle mücadele edecek, biz de burada. Ancak Türkiye’nin dışarıdaki teröre karşı da aynı hassasiyet içinde olması lazım çünkü terör sadece sizin ya da bizim için değil bütün insanlık için tehlikelidir. İnsanların kafalarının kesilmesini onaylayan hiçbir din yoktur.
ERDOĞAN'IN İHH SÖZLERİ: TAKDİRLE KARŞILADIM
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın anlaşmanın imzalanmasından sonra Mavi Marmara’nın seferini organize eden İHH’ya yönelik eleştirel bir çıkışı oldu. ‘Bana mı sordunuz, izin mi aldınız?’ şeklinde ifadeler kullandı. Bu ton değişikliği sizi şaşırttı mı?
- Daha önce olmuş olsaydı sevinirdim. Ama hep dediğim gibi geçmiş geçmişte kaldı. Bugün artık hiç anlam taşımayacak türden polemiklere girmeyeceğim. Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıkça bunu dile getirmiş olmasını takdirle karşılıyorum. Daha önce söylenmiş olsaydı düşünceli bir davranış olurdu. Ama sonuçta prensipteki yaklaşım zaten buysa memnuniyetle karşılıyorum.
Hürriyet