Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, geçtiğimiz günlerde yayın hayatına başlayan "İsimsizler", "Söz" dizileriyle ilgili olarak "Art arda seyrimize sunulan ve kestirmeden 'terör dizileri' denilebilecek yapımlar bunlar" dedi. "1 Kasım 2015 sonrasının tüm çatışmacı/güvenlikçi atmosferine rağmen bu dizilerin hâlâ seyirci nezdinde bir önceliği yok. Reyting rekabetinde zirve yapacaklarına dair bir emare fark edilmiyor" ifadesini kullanan Atay, "Bunlar, bilmiyorum çok mu ağır olacak, ama tuzu-kuru, tatlı-su medyamızın 'Evet' kampanyasına verdikleri 'rüşvet'ler gibi görünüyor" görüşünü dile getirdi.
Tayfun Atay'ın "Referandum dizileri" başlığıyla yayımlanan (5 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Dönemden döneme farklı tematik yönelimlerin Türkiye dizi sektöründe öne çıktığı, daha fazla rağbet kazandığı görülmüştür. Bir ara sol-tınılı politik-melodramların furya oluşturduğuna tanıklık ettik mesela. “Dönem dizisi” denilen yapımların çok revaçta olduğu zamanlar da oldu, “aşiret-töre dizileri”nden geçilmez olduğu günler de… Liseli-gençlik dizileri gerçi hemen her dönem iş yaptı ama bazı dönemler başlı başına “olmazsa olmaz”laşmışlardır. Tarihi diziler ha keza…
Yine de diyebilirim ki en çok iş yapanlar elbette bu memleketin en yaygın ve yakıcı toplumsal gerçeğinden (köyden kente göç) reyting gıdası bulan, gelenek-modernlik, kırsallık-kentsellik, feodallik-burjuvalık ikiliğimiz üzerinden kurgulanan dizilerdir. Bir tarafta İstanbul ve yüksek tabaka (“posh”) yaşantısı ile diğer tarafta o yaşantıyı sürdürenlerin akrabalık temelli irtibatının kurulduğu cemaatçi kır yaşantısını uzlaştırmaya çalışan, “ne kırdan geçerim ne ‘Nişantaşı’ndan” misali yapımlar yani…
Şimdi bunların hepsini geri plâna iten ama bir zorlama ile, daha doğrusu “politik zor”la kıyıya iten yeni bir “tematik trend” karşımızda. Art arda seyrimize sunulan ve kestirmeden “terör dizileri” denilebilecek yapımlar bunlar.
Pazartesi gecesi bunlardan bir yenisi, “SÖZ”, Star TV ekranında yayına girdi. Önümüzdeki Pazar gecesi de FOX’ta, üstelik bu tarzın en deneyimli ve yetkin hikâye üreticilerinden Süleyman Çobanoğlu imzalı “Savaşçı” ekrana gelecek. Kanal D’de başlamış ve üzerine bir değerlendirme kaleme aldığımız “İsimsizler” ise bu hafta ikinci bölümüyle karşımızdaydı.
O değerlendirmede belirtmiştik, bu tür diziler önceden de vardı ama marjinal kalmışlardır. Elbette bu, onların hiç reyting başarısı yoktu demek değil. Asıl söylemek istediğim, devlet ve şu eski “paralel devlet” (artık FETÖ) televizyonları dışında, anaakım medya kanallarında bu yapımlar pek yer bulmamış, hasbelkader yer bulduğunda da seyre mazhar olmayıp kısa sürede yayından kaldırılmıştır.
Mesela "Çalgı Çengi", "Düğün Dernek"le sinemada, "İşler Güçler"le de televizyonda neşe fenomenine dönüşmüş Ahmet Kural-Murat Cemcir ikilisinden Ahmet’in daha öncesinde yaptığı ciddi mi ciddi “Gazi” dizisi vardı. ATV’de 2008’de yayına giren “Gazi”, seyirci (reyting) nezdinde kısa sürede “niyazi” olmuştur.
Böyle, tutunamamış dizi çoktur. (Kurtlar Vadisi’ni bu tarzla “iltisaklı” olsa da onun “has” bir örneği olarak almamaktan yanayım.)
Denilebilir ki insanlar çok haz etmemiştir hayatlarını zaten kanla, gözyaşıyla, cenazelerle cehenneme çeviren, 30 yılı aşkın zamandır aşılamamış bir Türkiye sorununun kurmaca çerçevede ve propagandist itkiyle önlerine sürülmesinden…
Peki, şimdi durum farklı mı ki bu tarz diziler karşımızda böyle pıtrak gibi bitmekte?..
Cevap arayışında önce “durum”a bakalım!
“7 Haziran-1 Kasım” türbülansından çıkmış bir durumumuz var. Bir muktedirin, milletin kendisine yönelttiği demokratik uyarıyı (7 Haziran 2015) beka kaygısı eşliğinde öfkeyle karşılayarak şiddete hiç hayır demeyecek bir hasmın da (PKK) etkenliğiyle hepimize “ölüm”ü gösterip “sıtma”ya razı ettiği süreç sonrasında (1 Kasım 2015) içinde olduğumuz bir durum...
Ne yaşadığımız, daha doğrusu bize ne yaşatıldığı ortada. Türkiye bir anda çatışmanın, terörün, şehitliğin hayatın “yeni-normal”i haline geldiği bir ülke oldu. Elbette buna “15 Temmuz” dehşetinin katalitik etkisini eklemeden geçemeyiz.
Bu korkunç reel-politiğin popüler kültür evrenimizdeki karşılığıdır bu diziler. Ama tabii bir “zamanlama” boyutu da var işin. Referanduma az bir zaman kala bunların karşımıza çıkmasının medya endüstrimizin “tedbir” arayışlarıyla da bağlantısı kurulabilir.
Çünkü 1 Kasım 2015 sonrasının tüm çatışmacı/güvenlikçi atmosferine rağmen bu dizilerin hâlâ seyirci nezdinde bir önceliği yok. Reyting rekabetinde zirve yapacaklarına dair bir emare fark edilmiyor.
Bunlar, bilmiyorum çok mu ağır olacak, ama tuzu-kuru, tatlı-su medyamızın “Evet” kampanyasına verdikleri “rüşvet”ler gibi görünüyor.
Elbette akıbetlerini de hayatımızı nereye çıkaracağı hiç mi hiç belli olmayan, önümüzdeki meşum
“Evet-Hayır” yarışmasının sonucu belirleyecek...
“SÖZ”ü yazacaktım, yazamadım! Aklım, kalbim, kalemim başka bir yörüngede aktı gitti, köşemde satır bitti.
Cuma günü yazmayı deneyelim o zaman!..