Kesal karakteri için “Fazilet her mahallede olan, ayrıksı, farklı hayal kuran, bir türlü oraya kendini ait hissetmeyen kadınlardan” diyor.
Bu akşam Star TV’de yeni bir dizi başlıyor: “Fazilet Hanım ve Kızları”. Tanıtıma denk gelmişsinizdir diye düşünüyorum ama gelmediyseniz de bir haftadır sosyal medyada dönen “Canına yandığımın dünyasında kim para istemiyor! Fazilet istemiş çok mu!” cümlesini kesin görmüşsünüzdür. Yönetmenliğini Murat Saraçoğlu’nun, senaristliğini de Sırma Yanık’ın yaptığı dizinin Fazilet’i Nazan Kesal, kızlarını oynayan Deniz Baysal ve Afra Saraçoğlu ile buluştuk. Bu üçlü çoktan anne ve kızları olmuş.
- “Fazilet Hanım ve Kızları” bugün başlıyor. Karakterlerinizi anlatabilir misiniz biraz?
Nazan Kesal: Fazilet mücadeleci, onurlu, kendi hayat hikayesinde çok acı şeyler yaşadığı için kızlarının geleceğinin kendi öyküsü gibi olmaması için çaba gösteren, bu uğurda her türlü şeyi göze alan bir kadın. Fedakar bir anne, bu dünyanın artık para dünyası olduğunu fark etmiş, acıları onu taşlaştırmış ve hayata karşı biraz öfke içinde. Geçmişinin öfkesini kızları üzerinden çıkarıyor aslında.
Afra Saraçoğlu: Ece 17 yaşında, saf, kırılgan ve naif bir kız. Çevresinden çok baskı görüyor, rahat değil, ilişkisini bile gizli gizli yaşıyor. Ne düşündüğünü, hayatta ne istediğini çok bilmiyor. Annesi onun için ne yapmak istiyorsa o doğrudur diye düşünüyor.
Deniz Baysal: Hazan evimizin erkeği. Annesine inat cinsel kimliğini bir kenara bırakmış. Zaten annesi de Hazan’dan ümidini kesmiş, bütün çabasını Ece’ye aktarıyor. Bizim evin içinde çok fazla olay var; sürekli bir arbede, kavga, hesaplaşma, gösterilmeyen bir şefkat... Biz de merakla bekliyoruz ilişkileri nasıl ilerleyecek diye.
“Çocukların da arzuları, hayalleri, ihtiyaçları var”
- İçimizden karakterler gibi ama dikkat ettiğiniz şeyler oldu mu yine de?
Nazan K.: Gündelikçi bir kadın Fazilet, ev işçisi. Dolayısıyla yoksul bir kadın. Yoksulluğun kodları da aşikardır ya, benim de çuvalımda çok gözlem var. Bir de Fazilet’in Türkiye’de her mahallede olduğunu düşünüyorum. Her mahallenin böyle ayrıksı, farklı hayal kuran, bir türlü oraya kendini ait hissetmeyen dolayısıyla hayallerine bir an önce kavuşabilmek için daha mücadeleci kadınları vardır ya, Fazilet de onlardan... Toplum baskısını da göze alan bir kadın.
Deniz B.: Benim daha fiziksel bir hazırlığım oldu; kaşları kalınlaştırma gibi. Kıyafet özellikle çok işime yaradı; bol şeyler, şapkalar...
Afra S.: Ben Ece’ye biraz üzülüyorum aslında. Bir ideali, farklı bir özelliği yok... O yüzden karakteri çıkartırken araştırma yaptım ama beni çok zorlamadı açıkçası.
Nazan K.: Annesinin güdümünde bir kız Ece. Böyle anneler var Türkiye’de; çocuklarıyla kurdukları ilişkide faşist bir yere gidecek kadar onların hayatlarını avuçlarının içinde tutan. O yüzden de o çocuklar maalesef özgürlüklerini yaşayamıyorlar. Ece’nin de öyle bir sıkışmışlığı var.
- Annelerin sadece çocuğu diye bir insanın hayatına bu kadar karışması durumu ne kadar kabul edilebilir bir şey peki? Nasıl olmalı?
Nazan K.: Fazilet’in yaptığı gibi asla olmamalı bir kere. Canımızdan bir parçamız olarak dünyaya geliyorlar ama bizden bağımsız bir birey olduklarını kabullenmekle başlıyor her şey. Onların da hayalleri, arzuları, ihtiyaçları var. Sadece yol gösterici olunabilir çünkü küçücük çocuklar kendilerini ne gibi tehlikelerin beklediğini bilemezler. Ama o koruma içgüdüsünün dozu arttığı zaman, annelik eşittir yok etme psikolojisine kadar gidiyor ve tuhaf bir paradoksa giriyor, çok tehlikeli.
Afra S.: Dizide tabii ki Fazilet kızı için en iyisini istiyor ama aslında geçmişte kendi yapamadığı şeyleri kızında deniyor.
Nazan K.: Ama bu ne kadar doğru bir şey işte! Mesela babam hep oyuncu olmak istemiş. İki kere Ses dergisinin yarışmalarına girmiş, birini kazanmış. Aktör olabilirmiş yani ama hacı dedem izin vermemiş. Babam kendi arzusunu benim üzerimden gerçekleştirdi. Bende de denk düştü. Yani kötü bir şey değil aslında ama onu doğru kontrol edemiyorsan eğer “Bunu yapacaksın” diye bir dayatma faşizan bir şey.
- Tanıtımınız da oldukça konuşuldu; “Aşk-ı Memnu”daki Firdevs Yöreoğlu havası sezenler, cümleleri dillere pelesenk edenler... Bekliyor muydunuz bu kadarını?
Nazan K.: Yani iyi bir iş yaptık, istiyorsun tabii konuşulsun ama o cümlenin cımbızlanmasını açıkçası beklemiyordum. Sırma Yanık’ın senaryosu bu ve bugüne kadar yaptığı işler reyting anlamında tutmuş işler, kalemi çok güçlü. Biz onun yarattığı bir şeyi oynuyoruz aslında.
“Afra bu kadına yapış ve bırakma dedim”
- Birlikte çalışmak nasıl?
Deniz B.: Çok güzel ve keyifli. Önceden de çalıştığım için biliyordum enerjisini. Afra’yla da yeni tanıştık ama şu an bir aile gibiyiz.
Afra S.: Nazan ablayla çalışmaya başladığımda “Afra bu kadına yapış ve bırakma” dedim kendime. Sahneleri olduğunda monitörün arkasına geçip onu izliyorum. Şimdi ders veriyor ona da katılmaya başladım dışarıda. Çok büyük bir şans oldu. Deniz de beni çok rahatlatan bir oyuncu.
Nazan K.: Bu diziyi oluşturan kişiler kıymetli. Bir kere Murat Saraçoğlu var yönetmenimiz, onunla çalışmak çok özel. Şükrü Avşar’ın zaten yaptığı işler ortada, tüm teknik ekip öyle. Oyuncu kadrosu, başta Mahir Günşiray olmak üzere, kıymetli ama en kıymetlileri tabii ki benim iki kızım. Deniz disiplinine hayran olduğum bir oyuncudur, izlemelere doyamam, çok yakışır ekrana ve birçok oyuncuda olduğunu düşünmediğim bir damarı vardır; kalbiyle oynar. Afra ile ilk defa çalışıyorum. Önce ürktüm aslında, iki filmi var ama hiç dizi deneyimi olmayan bir genç oyuncu. Seçmelerde benimle olan sahnelerinde gözlerinde biraz korkuyu gördüm. Kenara aldım ve biraz konuştuk sonra Afra’nın psikolojisi değişti. Afra’nın bu kararlılıkla giderse eğer, ki gidecek ben onda o ışığı görüyorum, önü çok açık. İkisinin de çok açık.
“Sonumuz iyi değil”
- Fazilet’in de dediği gibi paranın çok önemli olduğu bir dönemdeyiz. Neden bu kadar paraya düştük sizce ve sonu nereye varacak?
Nazan K.: Sonumuz iyi değil diyerek konuyu bağlayayım. Çünkü kapitalizmin çarkları bu biçimde dönmeye başladıkça, zengin ve fakir arasındaki sınıfsal fark bu kadar açıldıkça, herkesin karnı doymadıkça güzel şeyler olmayacak.
- Bu dizide o kadar güzel bir yerden yakalanmış ki; ünlü olup yırtma düşüncesi. Tam dönemin derdi. Var mı böyle bir şey?
Deniz B.: Hayır. O kadar tehlikeli bir şey ki aslında. Birincisi psikolojinin çok sağlam olması gerekiyor. İkincisi oyunculuk kolay para kazanırım diye girilecek, hatta para kazanmak için bakılacak bir iş değil. Bu işi yapabilirim, buna katlanabilirim, bu işe aşığım ve seviyorum deyip emek verince ancak işin içinden çıkabiliyorsunuz. O da tırmana tırmana, kazıya kazıya.
Nazan K.: İşlediğimiz konuyla toplumun şu anda içinde bulunduğu psikolojiyi de derleyip toplamış durumdayız. Bu zafiyet, bu deformasyon durup dururken olmuyor. Bunu yaratan ekonomik koşullar, kültürel politikalar, TV ekranlarında pompalanan o müthiş programlar. Bunlar sürekli insanlara kısa yoldan nasıl köşeyi dönersin gibi kodlar aşıladığı için herkesin 15 dakikalık da olsa ünlü olma gibi bir telaşı var.
İpek Türer/ Milliyet