Abone Ol

Uğur Yücel: Sanat ibadetin yerini alır, akıl tehlikelidir

Birgün gazetesinden Aslı Atasoy'a çarpıcı açıklamalar yapan Uğur Yücel, sanatın gücü hakkında şunları söylüyor: “Sanat ibadetin yerini alır çoğu zaman. Yoldan çıkarıcıdır. Sistemler düşünen, aydınlanma yolunda insan istemez. Akıl tehlikelidir."

Uğur Yücel: Sanat ibadetin yerini alır, akıl tehlikelidir

İŞTE O RÖPORTAJ:

Uğur Yücel şu aralar yıllar önce sahnelediği ‘Azınlıkta Kaldık’ ile Türkiye’nin farklı şehirlerinde yeniden sahnelerde hem de kapalı gişe. Şimdi arkasında ikonik karakterler, yönetmenliği ödüllü filmler, senaryolar, müzikler, kitap ve etkileyici sıfatını sürekli parlatan pek çok iş olan Uğur Yücel’e yeniden oynadığı gösterisini ve tiyatroyu sorduk.

Biraz geriye gidelim, tiyatro salonuna dair en eski anınız neydi, neler hissetmiştiniz?

Dedem annemi Meddah Naşit’e götürmüş bir akşam Direklerarası’na. Annem büyülenmiş. Dedeme “Beni karanlık camiye götür” diye tuttururmuş. Ben ne garip ki ilk tiyatroyu sinemada izledim. Ondan dikiş tutturamadım tiyatroda. Yazlık sinema bahçelerine turne yaparlardı tiyatrolar. İsmail Dümbüllü, Muammer Karaca, Nejat Uygur’dan gir Devekuşu Kabare’den çık. 15 günde bir oyun gelirdi. İlk tiyatro salonum Üsküdar Şehir Tiyatrosu olmuştu. Kımıldamaya bile korkmuştum. Ben de karanlık büyü diyeyim.

‘Yıldız Kenter ismini duyunca babam ağladı’

► Peki, profesyonel ilk rolünüz neydi, ilk sahne deneyimi nasıldı?

1974’dü. Memduh Tuncalı Tiyatrosu’nda oynadım para kazanarak. İstanbul’da ünü yoktu. Turne geziyordu. Galiba ilk yerleşik tiyatrosunu Kadıköy’de açmıştı Memduh Bey. Bahariye’de. O zaman irili ufaklı 30 tiyatro vardı “sadece” Bahariye’de. ‘Kalamış’tan Bir Vapur Kalkıyor’ isimli bir vodvildi ilk oyunum. 17 yaşındaydım ve 60 yaşında zor işiten bir adamı oynuyordum.

Hay Allah nerelere gittik. Ne matrakmış. Sonra ‘Tuzak’ diye bir polisiye oynadık. Sezon sonu Yıldız hoca (Kenter) dersten çıkarken seslendi. “Sen hangi tiyatroda oynuyormuşsun yahu?” Söyledim. “Yakında provalara başlayacağız sen de bizimle çalış” dedi. Guguk Kuşu ve Kenterler. Babama söyledim arkasını dönüp ağladı sevincinden. Geçen gün sahnede Yıldız hocayı anarken anlattım.

► ‘Azınlıkta Kaldık’ geçen zamana rağmen güncel ve durup bakmak, üzerine düşünürken kaybettiklerimizi önce anımsamak sonra da bulmak için kişisel bir alan açmaya davet ediyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Şahane bir çocukluk ve hayallere yol açacak insanlar tanımak. İçinde olduğum hayat meğer sinemaymış. Fellini’nin Rimini’si gibi bir Kuzguncuk. Sonra hızla kararan hayatlar. Genç yaşta kayıplar, darbeler yaşadık. Koyu bir gençlik. Belki tiyatro okulu kurtardı beni ölümden. Geçtiğim yollar bir zamanlar insanlık, zarafet, dostluk, komşuluk, dinler kardeşliği ve küçük mutlulukları hatırlatıyor seyirciye.

Gencecik çocuklar “Ne hayatlar varmış” deyip imreniyorlar. Evet, kendi kişisel alanlarına baktıklarına inanıyorum kulak verdiklerinde. Yüksek bir yerden biraz hayatı seyretmeli. Mahalleden bir okul arkadaşım gösteriyi izledi. Aynı hayatlardan geçmişiz. “Kardeşim biz yaşamışız, sen seyretmişsin alemi” dedi. Doğru. Belki anlatıcıların özelliği budur. Hayatın tesiri altında kalmak.

► Gösteriyi sahnelediğiniz yıllarda bu işi yapan ilk stand up sanatçısı olarak, izleyiciyi farklı bir kültüre hazırladığınızı hissediyor muydunuz?

Hayır. Çocukken taklit yeteneğim vardı. Bu beni şovmenliğe götürdü. Okulun yanı sıra iki kişilik şovlar yapıyorduk. İki saat sahnede tek başına insanları güldürecek birini hayal bile edemezdik. Askerde subay orduevinde 20 dakikalık gösterim askerlik bittiğinde 70-80 dakikaya çıkmıştı. Yıl 1979. Şakalarımın çok da incelikli değildi. Kültür ve sanatla ilişkilendirmiyordum. Fakat tiyatro okumuş biri olarak paçamdan çekiştiriyordu sahne. Çık şu gece kulüplerinden diyordu. Kendin ol.

►Şimdi arkasında ikonik karakterler, yönetmenliği ödüllü filmler, senaryolar, müzikler, kitap ve etkileyici sıfatını sürekli parlatan pek çok iş olan biri olarak oyunu yeniden oynuyorsunuz. Aradaki farkı anlatmanızı rica etsek?

Aslında ilk başta çok tedirgindim. Sonra bir gün etrafıma bakındım. “Sahnede iyi olmazsam kim beni eleştirdiğinde üzülürüm?” dedim. Bir baktım kimse umurumda değil. Oğlum çıktı başıma. İzledi. Bir gün sonra Ayvalık’a gidiyorum. “Nereye gidiyorsun? Sormadın bile nasıl bulduğumu” diyerek bir monoloğa başladı. Bir gün sonrasında bütün gösteriyi izleyip 6 saat eleştiriler dinledim, notlar aldım.

En önemli itirazı şuydu “Biz bir işi kıçıyla yapmamamız gerektiğini senden öğrendik. Sen ne yapıyorsun şimdi? Bizi kandırdığını zannediyorsun ama sen yalan söyleyemiyorsun Baba!” Çok haklıydı. Oturdum gösteriyi edit ettim. Umursamazlığı bir kenara bıraktım. Şimdi eski Uğur’a geri dönüyorum. Hem de genç Uğur’dan daha ustayım, deneyimliyim. Demek istediğim telaşem kalmadı.

► Antonio Banderas yıllar sonra tiyatroya dönüşünü “Kendimi mahvetmenin en romantik yolu buydu” diye açıklıyor. Sizin yıllar sonra tiyatroya dönmenizin nedeni?

Tımarhaneden kaçmak için bir tünel kazdım, ucu sahneye çıktı.

► ‘Azınlıkta Kaldık’ usta bir oyuncu için geldiğimiz ama izlerken kişiliğinize kapıldığımız, mıknatıs gibi çeken bir anlatı. Sahne bu anlamda bir oyuncuyu tanımak için daha büyülü bir yer olabilir mi?

Dustin Hoffman’ı Londra’da sahnede görmüştüm. ‘Venedik Taciri’ oyununda. İngiliz oyuncular çok kurumsal takılıyorlardı. Hoffman sahneye antre yaptı adamın biri yanlışlıkla sahneye daldı, yol soruyor zannettim. Kıyamet koptu. Küçük adımlarla sahnenin ucuna geldi. Biletim galerideydi. En üstte bir bilet bulabilmiştim. Neyse galeriye doğru baktığında bakışlarından kaçtığımı hissettim. Ondaki ışık göz kamaştırıcıydı. Senin övgü dolu sözlerini dinlerken de hızla geçiyorum. Övgü karşısında pişkinliği yakalayamadım bir türlü.

► Geçen sene tiyatroda izleyici 10 bin oyunu alkışlamış. Çoğu düşük bütçeli, alternatif çizgide ve sistemle meselesi olan yapımlar. Anlaşılan yerin altı kaynıyor. Siz nasıl görüyorsunuz bu durumu?

Her şeyden önce sahneye oyun koyan gençler için çok seviniyorum. Oyunlar doluyor. Birkaç yıldır şaşkınım olan bitene. Tiyatro dolaşan sabit yüz binler var. Muhteşem bir şey bu. Öte yandan gençler dünyayla eş zamanlı hareket edebiliyorlar. Doğal olarak dünyanın temel dertlerini sezinliyorlar ve tepki veriyorlar. Taşkın oyunlar seçiyorlar ve seyircinin tepesine çıkıyorlar. Oradaki tavrın altında pasif orta sınıfa tepki vardır.

Sanat ibadetin yerini alır

► Artık bir hafızamız kalmadığından yakın geçmişteki sosyal iklimi bile anımsamıyoruz. Siz gösterinizde, o dönemi anlatıyorsunuz. O zamandan bu yana yalnızlığımız artmış. Peki sanat bize nasıl yardım edecek?

Sanat ibadetin yerini alır çoğu zaman. Bu nedenle yoldan çıkarıcıdır. Sistemler düşünen, aydınlanma yolunda vatandaş istemezler. Birden bir sinema salonuna kendinizi atıp hayatın kirinden pasından kurtulursunuz. Tiyatrolara, konser salonlarına gidip ayin yaparsınız aslında. Sanata o nedenle kutsiyet yüklenir. Sanat ruh ve akla hitap eder. Sanat sığınma evidir. Akıl bütün zamanlarda tehlikelidir. Sokrat asıldı. “Akıllı olun.” dedi diye. “Akıllı ol!” Bizde tehdit.

Al Pacino’nun motivasyona dair anlattığı matrak bir hikâye var. Tiyatroda oynarken romantik bakan bir çift göze takılır ve adeta aşık olur, o gözler için oynar. Oyun bittiğinde gözlerin bir köpeğe ait olduğunu anlar. Sizin için tiyatro sahnesi nasıl bir yer ve sizi ne motive eder?

Güzel bir hikâye. Hayat gibi. Komedide size özel kahkaha atan biri çıkar. Onunla göz tutarsınız. Kimi lafları ona postalarsınız. Ama dramda bunun olabileceğini sanmıyorum. Yine komedide tabii ki aksiyonunuzun reaksiyon alması gerekir. Mesela sahnenin metronomunu seyirci belirler. Tek motivasyonu kahkahadır komedinin.

BirGün'deki söyleşinin tamamını buradan okuyabilirsiniz.