Abone Ol

Yalçın Küçük: Devlet Bahçeli AKP’nin başına geçti

Prof. Dr. Yalçın Küçük, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin AKP'nin başına geçtiği yorumunda bulundu.

Yalçın Küçük: Devlet Bahçeli AKP’nin başına geçti

Prof. Dr. Yalçın Küçük, Oda TV'den Okan İrtem, Barış Zeren ve Deniz Hakan ile gündemi değerlendirdi.

AFRİN OPERASYONUNUN EL BAB’TAN FARKI NE

Okan İrtem: Yalçın Hocam, epey yeni gelişme var, isterseniz en sıcak konu olan Afrin’le başlayalım. Akepe, ÖSO güçleri üzerinden Afrin’e operasyona başlattı. Erdoğan’ın ilan ettiği operasyona siyasi partiler de art arda destek açıklaması yaptılar. Siz ne dersiniz bu operasyona ve çevresinde dönen tartışmalara?

Yalçın Küçük: Sabah gazetesi geçtiğimiz hafta çok net olarak, Afrin operasyonunu Suriyeli muhaliflerle birlikte yapacağımızı yazdı. ÖSO denilen gruptan önceki gün de söz ediliyordu. Fakat bir yenilik var, şimdi Afrin’de komuta Özel Kuvvetler’de. Yani diğerinden pek bahsetmiyorlar.

O.İ.: Evet, daha önce El Bab’a girdiklerinde de ÖSO’nun daha ön planda olmasına dikkat ediyorlardı. Bir değişiklik olduğu görülüyor.

Y.K.: Ne diyorlar peki, Afrin’de silme harekâtı diyorlar. Birinci olarak söyleyeceğimiz nokta şu, Afrin’deki harekâtı, kimi yazarlar, Mehmet Barlas falan, bir savaş olarak gösteriyorlar, öyle anlaşılıyor. Yerle bir edeceğiz, şöyle edeceğiz, böyle edeceğiz, diye müthiş bir kinle hareket ediyorlar. Muhtemelen Kürtler, taktik olarak, bir-iki gün çekilirler, sonra tekrar gelirler. Orada ne kadar bir çatışma olur, emin değilim. Rusya böyle ciddi bir çatışmaya müsaade eder mi, Amerika izin verir mi, bunlar henüz net değil. Tayyip Bey, Trump beni aramazsa ben aramam, Trump’la konuşmayacağım, Rusya için de, arada arıyorum, diyordu. Önceleri öyle bir hâli vardı. Şimdi Trump ile görüşme yapacakları açıklandı, göreceğiz.

O.İ.: Peki, isterseniz daha ilerlemeden biraz açalım. Savaşla kastınız şu mu, akepe yanlısı gazetelerin ve hükümetin operasyonun ötesine geçen bir şey mi düşündüklerini söylüyorsunuz? Öyle mi yansıtmaya çalışıyorlar?

Y.K.: Evet evet, öyle görünüyor. Yerle bir edilecek, bilmem ne yapılacak, böyle bağırıyorlar. Ya çatışma ile başarı elde etmek istiyorlar yahut da çekildiler demekle bunu yapacaklar. Büyük bir savaş, meydan savaşı gibi veriyorlar, bütün konuşmaları bununla ilgili. Milli Güvenlik Kurulu ve Bakanlar Kurulu’ndan da geçirdi, normal bir operasyonun ötesinde bir durum var. Sabah’ın başyazarı Müderrisoğlu “Afrin, Milli Güvenlik, Milli Dayanışma” meselesidir diyor, başlık bu.

“AMERİKA KÜRTLERİN SAVAŞ GÜCÜNÜ DENEMEK İSTİYOR”

Deniz Hakan: Artık Meclis kararına da ihtiyaç duymuyorlar.

Y.K.: Duymuyorlar. Bakın, ben Afrin’e gitmiş bir insanım, Afrin’i biliyorum ve eğer yanlış hatırlamıyorsam, Afrin’de pek çok insan Türkçe konuşur, tabii asıl Arabi yoğun olarak konuşulur, öyle bir yerdir. Şu anda benim gördüğüm şudur, Amerika Kürtlerin savaş gücünü denemek istiyor, Türkiye’nin operasyonunu son derece sakin karşıladılar, ne olacak bunu bilemiyoruz ama Amerika bunu görmek istiyor. Bütün dünya da bunu görmek istiyor, birinci nokta budur. İkinci nokta ise şudur, benim gibi savaş yapmış insanlar bilirler, bunu sık sık söyledik, uçak bombardımanı hiçbir şeyi öldürmez, uçak bombardımanı moral bozar.

Barış Zeren: Rusya ve Batı çevreleri AKP’nin operasyonunun sınırlı olacağını açıkça söylüyorlar. Biraz da Kürtleri teskin etmek için. AKP açısındansa mesele bir kendini ispat çabası. Son dönemde Erdoğan’ı bir kenara itip Kürtlere fazla eğilmiş düvel-i muazzamaya Kürtleri değil bizi seçin demek kadar sınırlı. Çatışmaların yoğunluğuna ilişkin haberler de çok çelişkili. Kaç gün oldu hâlâ fotoğraflar, görüntüler bölük pörçük ve manipülatif.

Y.K.: Hele hele iki hafta boyunca “gireceğiz, göreceksiniz” dedikten sonra girerseniz imha hedefi olmadığı kesindir, herkesin haberi vardır ve beklemektedirler. Öbür taraftan şu da var, o ÖSO mudur nedir, o savaşacak mı, yoksa sadece Türk ordusu mu savaşacak, bunları da göreceğiz.

İkinci olarak şunu söyleyebiliriz, Habertürk’ü alıyorum, Sabah’ı alıyorum, Hürriyet’i alıyorum, hiçbirinde sıcak takip diye bir şey yok, yani Türk Devleti’nin “bize saldırdılar biz de onların peşinden gittik” diye bir iddiası yok. Ne diyorlar peki, temizlik diyorlar, sileceğiz diyorlar. Türkiye şu anda, şu aşamada başka bir ülkeye ait olan bir toprak parçasını temizlemek iddiasındadır ve savaş halindedir, bu çok yeni bir durumdur. Bu savaştır, bizde meşru olan ise sıcak takiptir, bize saldırırlar ve biz de saldıranların peşinden koşarız, komşu devletin sınırından içeri gireriz, buna sıcak takip diyoruz. Burada böyle bir durum yoktur. Akepe gazeteleri çok açık olarak temizlik diyorlar ve o bölgeyi alacaklarını söylüyorlar.

Ancak bu bir savaşsa, şunu görmemiz lazımdır, Meclis’ten bir karar çıkmamıştır, Meclis savaş için bir karar vermemiştir ve mevcut kararlarla bizim bu harekâtı yapmamız hukuken mümkün değildir. Şunu da ilave etmemiz lazım, zaten Meclis bitmiştir, Türkiye’de Meclis bitmiş haldedir, Meclis’in karar vermesine gerek duyulmamaktadır. Bu benim düşüncem değil, bunu hükümet söylüyor, başbakan söylüyor, bu akepe’nin kararıdır.

AFRİN DÜNYADA İLK DEFA GÖRÜLEN BİR DURUM

D.H.: Suriye bir kez daha Türkiye için “saldırgan” ifadesini kullandı. Guardian ise Suriye, İran ve Rusya’nın, üçünün de Suriye’nin kuzeyini IŞİD ya da ÖSO’dansa Kürtlerin kontrolünde görmek istediğini yazdı. Guardian’ın tarafsız olmadığını, bölgede Kürt kontrolünü Esad’ı zayıflatmak için istediğini biliyoruz. Ancak yazılan eksik olsa da, Suriye’nin bütünlüğünü seçeneğinin bilerek üstünü örtmeye çalışsa da, tam olarak yanlış değil. Esad başından bu yana PYD’yi ÖSO’ya tercih etti; ÖSO’ya karşı PYD’yi yanında tuttu. PYD Amerika’ya yaklaştıkça, Suriye yönetimi ile ilişkileri de geriliyor; bu kaçınılmaz. Ancak PYD, Suriye-İran-Rusya cephesi gücünü korudukça, ne kadar Amerikancı olursa olsun, bu cepheyi de gözetmek zorunda kalacaktır. Henüz onlara kafa tutacak gücü yok ve değişmeye açık bir durum var. Suriye de kuşkusuz bunu biliyor ve PYD ile köprüleri yakmış değil. Türkiye’nin hamlesine karşı çıkıyor, dahası Türkiye’ye “saldırgan” diyor. Bunları nasıl değerlendirirsiniz?

Y.K.: Tabii, akepe “temizliyoruz” havasında, peki nereyi temizliyoruz, Türkiye toprağı olmayan bir yeri temizliyoruz. Orayı kimden temizliyoruz, Suriyeli olmayanlardan mı temizliyoruz, bu dünyadaki en yeni savaştır, akepe’nin icadıdır.

Burada benim söylemek istediğim şudur, Meclis bitmiştir, OHAL diye bir şey var ve artık bir kişi tarafından karar verilen kararnamelerle idare ediliyoruz. OHAL’le yönetilen bir ülkede Meclis’in hiçbir hükmü yoktur. Peki, Kemal Kılıçdaroğlu mu, bitmiştir, akepeli’dir. Yılmaz Özdil’in 18 Ocak tarihli Ümit başlıklı yazısı ortadadır, önemli bir yazıdır, cehepe’nin işgal altında olduğunu yazmakta ve Ümit Kocasakal’ı savunmaktadır. Bu noktaya geleceğiz.

Güzel, demek ki, henüz bir Meclis kararı yok ve onun yerine OHAL kararı var. Müderrisoğlu diyor ki, Halep'in en büyük ilçelerinden olan Afrin'in batısı Hatay, kuzeyi Kilis ilimize komşu. Bir de şunu diyorlar, Amerika Suriye’deki Kürtler’le yani PKK’nın uzantısı YPG’yle bir güvenlik kordonu bölgesi hazırlıyor. Bunun da anlamı şudur, Türkiye ile Suriye’yi ayırıyorlar. Burada öyle görünüyor ki, bu savaş esas itibariyle bu güvenlik kordonunu önlemeye yönelik.

TÜRKİYE, ESAS İTİBARİYLE AMERİKA’YLA SAVAŞIYOR GÖRÜNÜYOR

O.İ.: Amerika’nın niyeti böyle bir güvenlik koridoru mu oluşturmak?

Y.K.: Evet, 30 bin Kürt’ten oluşan bir kordon yapıyorlar ve bundan sonra da Türkiye, hiçbir şekilde, aşağıya inemeyecek, bunu amaçlıyorlar. Bu, uzun yıllardan beri Suriye’nin istediği şey, Amerika bunu Suriyeliler’in yapmasına izin vermiyor ve Türkiye ile Suriye arasındaki kordonu kendisi kuruyor. Bu çok önemli. Tayyip Bey de şu aşamada, Suriyeliler’in itiraz ettiği bir şekilde, orayı yani Suriye’nin topraklarını Suriye’den kurtarmaya çalışıyor. Dünyada ilk defa görülen bir durum. Suriye, hayır diyor, başka bir şey söylüyor ama Tayyip Bey, Suriye’ye girip Suriye’yi kurtarmak istiyor.

O.İ.: Bu durum uluslararası hukuk açısından da sorunlu olabilir. Bizim hukukumuz, siz de az önce değindiniz, sıcak takibi meşru sayıyor. Sıcak takip olmayan bir şekilde, başka bir ülkeye müdahale hakkımız var mı, bu çok tartışmalı bir konu.

Y.K.: Ama bu gayet açık olarak söylüyor, hiç kimseye sormayacağız diyor. Hiç kimseye girdiğimizden haber vermeyeceğiz diyor. Esas itibariyle Amerika’yla savaşıyor görünüyor.

TRUMP, HEM IRAK’TA HEM DE SURİYE’DE KÜRTLERİ KULLANIYOR

D.H.: Amerika pek o havada görünmüyor.

Y.K.: Bu sıralarda Tayyip Bey, bütünüyle, “görüntüde” bir başarı elde etmek istiyor. Çünkü hem Putin’in hem de Trump’ın buna izin vermesi mümkün değil. Çekilenlerin geri gelmeyeceğinin nasıl bir garantisi var? Bunları tespit ediyoruz, birinci söyleyeceğimiz bu.

Bu gazeteyi alıyorum, Sabah Gazetesi, başyazılarını okuyorum. Müderrisoğlu dikkatli yazıyor ve yazılarında bilgi var. Afrin’in Hatay ve Kilis’e olan yakınlığını yazıyor ve Kürtlerin oraya yerleştiklerini söylüyor. Şimdi, Kürtlere karşı savaş ederek Kürtleri buradan atacağımızı yazıyor. Zaten harekâtın gayriresmî adı, silme. Afrin’in temizleneceğini söylüyor. Onun ötesinde de, çok açık olarak, terör ordusuna izin yok diyor. Amerika orada Kürtlerle bir kordon kuruyor, sileceğiz diyor. Güzel, demek ki, buradayız.

Emperyalizmin yapısı gayet açıktır. Yani nedir? 1951’de biz Kore’ye gittik. Ne olarak gittik? Amerikan askeri olarak gittik. Devamlı olarak büyük güçler, başka güçleri kendi savaşçısı olarak kullanırlar. Bizi de o şekilde kullandılar. Burada da Obama daha yumuşattı, Trump, çok net bir şekilde, hem Irak’ta hem de Suriye’de Kürtleri kullanıyor.

D.H.: Evet, Amerika cihatçılarla zafer kazanamayınca makas değiştirmek, bu arada Rusya ile de kimi konularda, en azından şimdilik, bir ölçüde uzlaşma yolu aramak zorunda kaldı. Guardian yazarının, Rusya ve Suriye’nin ÖSO ve IŞİD yerine Kürt kontrolünü tercih ettiği sözü de buraya oturuyor. Amerika bu yeni durumda islamcı askerlerini gözden çıkardı ve Kürtleri bölgede öncelikli askerleri yapma umudunda. Ne yazık ki, belli bir denge gözetme zorunluluğu dışında, Kürtler’den de buna bir itiraz göremiyoruz. Bunu söylememiz lazım. Suriye ve Rusya’nın ise kendi Kürt politikaları var, Kürtleri bütünüyle Amerika’ya kaptırmak istemiyorlar, ilişkilerini sürdürüyorlar, ancak atılan adımları da haklı olarak yakından takip ediyorlar.

“SURİYE KÜRTLERİ DİLİM VARMIYOR AMA ŞU AŞAMADA AMERİKAN ASKERİDİRLER”

Y.K.: Kürtler şu aşamada, dilim varmıyor ancak gerçek durum budur, evet, öyledirler, Amerikan askerleridirler. Kürtlerin Suriye’de Amerikan askerleri olmalarını Suriye nefretle karşılıyor. 1916’ya kadar Türkiye’ye dahil olan bu bölgede, yani Irak ve Suriye’de, Amerika şimdi Kürtleri kullanıyor. Kürtler, şimdi, bir şekilde başkasının askeri oluyor. Bunu söylememiz lazım.

Burada bir parantez açabiliriz, o topraklar, benim 1961’de ortaya attığım, hiçbir zaman da dönmediğim, Doğu Birliği ile biz Türklerin ve Suriyelilerin ortak toprakları olacaktır. Şu anda Kürtler, Amerikalıların askeri oldular. Ben her zaman derim, Kürtlerin bu hali değişir. Dediğiniz gibi, Suriye’nin Kürt politikası vardır, dengeler vardır, birlik yolları vardır, bu hâl değişebilir.

Kürtlerin bazı ilişkileri var ve oraya yerleşiyorlar. Biz de bazı yerlere yerleşirken büyük devletlerle iş yaparız. Bunlar da onu yapıyor. Ama bizim bunu söylemeye, tespit etmeye ve üzüntüye hakkımız vardır. Bunu ısrarla söylüyoruz. O noktaya Suriyeli muhalifler girecekler mi, girmeyecekler mi? Belki biraz tereddüt ettiler, henüz buna çok vurgu yapmıyorlar ama göreceğiz. Hürriyet’te, “ABD’nin terör örgütü PYD’den kurduğu sınır ordusu olan bölgeye TSK’nın sevkiyatı sürdü” diyor. Yani Amerika orada, kendine ait olmayan Kürtlere ait olan kuvvetlerle sınır ordusu kurmaya çalışıyor. Onlar sınır gücü diyormuş, bu sınır ordusu diyor. Bu çok enteresan ve şu anda, Tayyip Bey’in buna karşı bir savaş ilanı var. Bu savaş ilanı için bir Meclis kararı çıkarmamış, zaten OHAL var. Akepe girerse giriyor. Bakanlar Kurulu’ndan karar çıkarttı girmek için. Ve Türk ordusu da yıpranmış bir ordu, ona ayrıca geleceğim.

TÜRKİYE SURİYE’Yİ KURTARMAK İÇİN SAVAŞ İLAN EDİYOR

O.İ: Fakat orada şöyle bir durum var, Afrin tam anlamıyla bir Amerikan bölgesi değil. Asıl Amerikan bölgeleri Fırat’ın doğusunda. Çavuşoğlu, “oralara da gireceğiz” dedi. Ama kendilerine göre asıl tehdit bölgesi Amerikan etkisine daha açık olan o bölgeler olmasına rağmen, şimdilik diğerlerine göre daha az tehdit gücü olan Afrin’le başladılar. Belki harekât yapıyorlar ama yine de Amerikan tarafının çıkarlarını zedelememeye dikkat ediyorlar gibi görünüyor.

Y.K.: Olabilir. Fakat yine de bir şekilde Afrin’e girildi. Savaşı bütünüyle bunun için yapıyor. Amerika bir sınır gücü kurduğunu söylüyor, Akepe sınır ordusu diyor, ona izin vermeyeceğini söylüyor. Önemli olan nokta bu. Şu anda, Suriye’ye ait olan bir yer için, Türkiye Suriye’yi kurtarmak için savaş ilan ediyor. İkinci nokta, Trump aramadan ben ona dönmem diyor. Dönmek ne demek, bunlar öğrenci deyimleri. Dön sevgilim, arkanı dön ve çık, böyle şarkılar vardı, bunlar çocukça şeyler. Dün de söz ettik, Mete Yarar diye birtakım adamları var, MİT’ten mi kimden bu adam, Afrin temizlenirse 5 bin Suriyeli döner diyor. Suriyeliler buraya gelmişler, niye dönsünler? Suriyeli döner kebap mı, iki de bir döner, döner, döner, nereye döner? Hem Afrin’i temizlediğinden nereden, nasıl emin olacak? O topraklardaki evleri gitmiş. Saygı Öztürk de diyor ki, Afrin’den sonra Menbiç var. AKP Suriye’yi silecek, temizleyecek, Suriye’yi Kürtlerden kurtaracak, böyle bir hava yaratma peşindeler. Birtakım başarılara ihtiyacı var.

“DEVLET BAHÇELİ ŞU ANDA AKEPE’NİN BAŞINA GEÇMİŞ VAZİYETTEDİR”

Bir diğer nokta, mehepe, akepe’ye iltihak etmedi, değişen akepe’dir. Akepe’nin bu ikinci değişmesi, ilki 2007’de bizleri öldürmek üzere tutsak alarak savaşa başlamasıydı. O sıradaki akepe, böyle bir akepe değildi. Şimdi yine değişti ve akepe, mehepe’lileşti yani bir başka deyimle faşizme daha da yaklaştı. Artık önümüzde faşizan bir parti vardır. Burada önemli nokta, Tayyip Bey son derece korkaktır, ancak ben Trump’ı aramayacağım, bilmem ne, der.

Albay Türkeş’i hatırlıyor musunuz, Devlet Bahçeli’nin babası. Albay Türkeş’i bir ara aldılar, hapse attılar, bir süre hapis yattı, Albay Türkeş ondan sonra, bana göre, hep Türkiye Devleti’ni yıkmak istedi. Ne zaman mı, siyasi kariyerinin oldukça erken bir döneminde, 1940’larda bunu yaşamıştır. Peki, kim hapsetti, biliyor musunuz? Hapseden, dönemin cehepe’sidir.

Albay Türkeş’in oğlu Devlet Bahçeli ise şiddet içeren işlere yatkındır. 7 TİP’linin ölümünden de pek çokları onu sorumlu tutmaktadır ve şu anda akepe’nin başına geçmiş vaziyettedir. Akepe faşizme çok yaklaştı, Tayyip Bey bu yeni akepe şefinin sadece yardımcısıdır ve yeni bir diktatoryal rejimi birlikte kurmak istiyorlar. Daha tecrübeli, daha gözü kara olan, şiddet tecrübesi olan, Albay Türkeş’in yetiştirmesi Bahçeli’dir ve artık liderliğe gelmiştir. Milletvekilleri kim olacak, kaç bakanı olacak, bunlar önemli değildir, bunlar sadece geçiştir. Birleşerek ortaya çıkan partinin siyasi lideri, mehepe’dir.

HASAN CEMAL, MURAT BELGE VE DEVLET BAHÇELİ ORTAK NOKTALARI NE

O.İ.: “Türkeş devleti yıkmak ister” derken Türkeş’in cumhuriyet düşmanlığını mı kastediyorsunuz?

Y.K.: Evet, tabii, bunların hepsi aynıdır. Murat Belge de, Hasan Cemal de, Devlet Bahçeli de. Bu şekilde akepe’li olanların esası cumhuriyet düşmanı olmalarıdır, bunlar Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmandır. Size üç isim verdim, Murat Belge, Hasan Cemal ve Devlet Bahçeli. Bunların aralarında çok ilginç bir ortaklık var, bunların babaları cumhuriyet ya da cehepe tarafından azarlandı ya da cezalandırıldı. Murat’ın babası Burhan Belge, Atatürk döneminde değil ama daha sonra, 27 Mayıs döneminde, cehepe’nin güçlü olduğu bir dönemdir, hapsedildi.

Hasan Cemal ise babasından hiç bahsetmez, babası küçük bir memurdur, buna mukabil, Hasan Cemal dedesinden, Cemal Paşa’dan bahseder. Ben Cemal ve Enver Paşaları çok severim. Cemal Paşa, Büyük Kurtarıcı Atatürk tarafından, çok haklı olduğunu düşünmediğim nedenlerle uzaklaştırılmış bir insandır. Hem Enver Paşa hem de Cemal Paşa Kurtuluş Savaşı’na katılmak istedikleri halde Büyük Kurtarıcı tarafından şu ya da bu nedenle dışlanmışlardır, bunları şimdilik not ediyorum, ileride yazacağım.

Enver, Kurtuluş Savaşı’na bütün gücüyle destek olmaya çalışmıştır. Cemal Paşa, Türk kuvvetlerinin Suriye’de falan Araplar tarafından yıpratılmasına karşı koymuştur. Onlar Türkçüdürler, bu ülkeye sahiptirler ve Atatürk’ün liderliğindeki Kurtuluş Savaşı’na ellerindeki imkânlar ölçüsünden katılmak da istediler. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nda, doğuda da, başarılı olacağından emindi ve katılmalarına engel oldu. Bunlar da gelsin, bu savaşı kazanalım demedi. Elinde hangi bilgiler vardı? Yoksa sezgisiyle mi hareket etti, bilemiyoruz. Fakat Enver ve Cemal olmadan da Kurtuluş Savaşı’nı kazanırız düşüncesindeydi. Enver ise, çok açık olarak, Kurtuluş Savaşı’na yardım etti. Dar Kemalistlerin söyledikleri gibi, Enver’le Kemal Paşa arasında önemli bir ayrım yoktu. Kemal Paşa taktik olarak Kurtuluş Savaşı’na kendi çizdiği kuvvetlerle katılmak istedi. Cemal ve özellikle Enver Paşa’yı katmadı. Enver gelseydi lider o olabilirdi, bundan endişe etmiş olabilir. Kemal Paşa’nın hem Enver’i hem Cemal’i Kurtuluş Savaşı’na sokmaması işin ayrı bir tarafıdır, fakat ikisi de kurtuluşçudur, bundan şüphe duymuyoruz.

Hasan Cemal ile ilgili başka ne biliyoruz, şunu biliyoruz; Hasan, Doğan Avcıoğlu’nun yetiştirmesidir ve Hasan’ın Cumhuriyet Gazetesi’nin başında olduğu sırada, Doğan bana, “Hasan’ı tanımasaydım Cumhuriyet cia’nın elinde derdim” diyordu. Hasan, daha önce Atatürkçü’ydü, ama sonra akepe’li oldu ve cumhuriyete düşman oldu. Bu kin, ona dedesinin dışlanmış olmasından mirastır, tıpkı Murat Belge gibi.

Üçüncü olarak beni ilgilendiren nokta şudur, benim Devlet Bahçeli’nin babası dediğim adam Alparslan Türkeş’tir ve bir dönemde Türkeş, 40’lı yıllarda cehepe iktidarı sırasında hapsedilmiştir, 27 Mayıs sonrasında ise görevinden tart edilmiştir ve yurt dışına, Hindistan’a sürülmüştür. Bu üç ismin hepsinin babası ya da dedesi cehepe döneminde ya da cehepe’nin güçlü olduğu dönemlerde gözden düşmüş, uzaklaştırılmış kişilerdir. Bunların akepe’li olmaları bu yüzdendir, bunlar babalarının çocuklarıdır. Bunları söylüyorum, daha da söyleyeceğim ve kitaplarıma da koyacağım. Bunlardaki babalarının başına gelenlerden kaynaklanan bir kindir, cumhuriyete kindir.

Bunları tespit ettikten sonra şu noktaya gelmemiz lazım, bir, Devlet Bahçeli akepe’ye iltihak etmedi, akepe’nin başına geldi, akepe’yi eline aldı. İki, artık akepe tamamen ülkücü ve savaşçı olmuştur. Nitekim Sabah Gazetesi’nde Devlet Bahçeli’nin bir sözü var, Afrin’e girmek önemli bir iştir, mübarek bir iştir, girmek lazımdır, diyor. Artık ülkücü, savaşçı ve faşizan bir akepe vardır, bunu tekrar tekrar vurgulamak istiyorum. Tayyip Bey önemli ölçüde prestijini ve politik gücünü kaybetmiştir ve bu birlikteliği bir yol ve belki de bir çare saymaktadır. Eğer bu parti devam edecek olursa onu Bahçeli’nin yöneteceğini söyleyebiliriz. Bu akepe’nin yeni hâlidir, faşizan bir partidir. Bundan sonra bu partiye isterseniz “Bahçeli partisi”, isterseniz “ülkücü parti” deyin, böyle bir durum vardır. Nitekim Afrin işleri de Bahçeli’nin “oralara gitmek gereklidir” demesinden sonra başlamıştır. Öyle bir durumla karşı karşıyayız. Ve tam da Bahçeli’ye yakışır bir biçimde, Bahçeli akepe’yi eline aldığında Meclis’ten karar almadan Suriye’de harekât yapıyoruz.

D.H.: Tam da Devlet Bahçeli’nin hükümet üzerindeki gücünün arttığı bu sırada 60’lı ve 70’li yılları andıran bir biçimde komando kampları tartışılıyor. Meral Akşener açıkladı. Siz kamplara ilişkin bu haberi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Y.K.: Akşener bunu yakınlarda açıkladı ve iki yerde, Konya’da ve Tokat’ta, komando yetiştirdiklerini söyledi. Ne oldu peki, Tayyip Bey sustu, ağzını açmadı ve tutsağı Kemal Bey de sustu. Kılıçdaroğlu tutsaktır, utanmaz adam, ağzını bile açmadı. Tabii bu tutsaklık yeni değil, izin verir misiniz, size cehepe başkanlarının tutsaklıklarının tarihini anlatabilir miyim? Deniz Baykal’ın bir kaseti var, gizlice çekilmiş. Şarkıcı Livaneli bu kasetlerle ilgili olarak, “2010 yılında kaset yayınlandı ancak gösterilmeden 8 yıl önce eldeydi” diyor, güzel, demek ki 2002 yılına ulaşmış oluyoruz. Rivayet odur ki, Deniz Baykal hiç şüphe etmedi ve başından beri kasetleri Erdoğan gösterdi, dedi. Çok büyük bir ihtimalle, evvela 2002’de, Erdoğan kasetleri gösterip Baykal’ı esir aldı ve 2002’den sonra Türkiye rejimi, esir alınmış adamların politikasına dayandı. Ne demek istiyorum? Cehepe’nin 2002’deki genel başkanı, esir alınmış tutsak bir adamdı. 2005’te, 2006’da esir alınmış bir adam çarşaf giymiş kadınlara Atatürk’ün rozetini taktı. 2009’daysa bu tutsak adam, “Erdoğan’ı kabul etmiyorum, doğru saymıyorum” dediği için, Baykal’ı 2010’da kasedini gösterip bir ölü olarak attılar. Yerine gelen adam ise, Kılıçdaroğlu, doğuştan tutsaktı, dünyaya tutsak olarak gelmiş bir adamdı ve hala öyle bir adamdır.

O.İ.: Kılıçdaroğlu komando kampları konusunda ve her konuda susuyor ama isterse cehepe tarihinde bu tür kamplara ilişkin açıklamalar bulabilir. 1970’lerde var.

Y.K.: Tabii tabii ama Kılıçdaroğlu bambaşka bir adamdır. O akepe’lidir. Türbanın serbest bırakılmasını ilk olarak Tayyip Erdoğan mı söyledi Okan Hocam? Hayır, Kemal Kılıçdaroğlu söyledi ve ekliyorum, bütün bunları yurt dışına çıkmadan, hemen öncesinde, ağzına aldı. Tunceli’yi katletme lafını söyleyen de Kemal Kılıçdaroğlu ve eşidir. Akepe’ye yolu açan o’dur ve tam bir akepe’lidir, bu tür şeyleri yapan bir adamdır. Akepe bu tür şeylerde korkaktır, onun yerine daha çok cehepe ya da Kemal Kılıçdaroğlu öne çıkar, türban gibi önemli konularda ilk sözleri söyleyen Kılıçdaroğlu olur, türbana Atatürk ve cehepe rozeti takan da Deniz Baykal’dı, hatırlıyorsunuz değil mi? Hatırlamıyorsanız da ben böylece hatırlatmış oluyorum.

Güzel, devam edebilir miyim, Deniz Baykal kaset sonrasında çekilirken, ben, Tayyip Erdoğan’la Gülen arasındaki yakınlığı kırmak istedi biçiminde düşünmüştüm. Hatırlarsınız, bana telefon etti ve Gülen bu işte yoktur, dedi. Tayyip Bey bu tür işlerde bütün kötülükleri Gülen yaptı diyor. Biz ise öyle bir şey söylemedik. Bugün herkes kabul ediyor. Ben hapisten çıkarken, hepimizi hapisten Gülen çıkarttı, dedim. Obama dedi ki, bu Tayyip Bey’e güven olmaz, bu başka kötü işler yapıyor, onun üzerine bizi hapisten çıkarttı. Oysa Tayyip Bey bizi ölmek üzere hapse almıştı. Ne iddianamemizi çıkarttı, ne de suçlarımızı, sadece bizi aldı, diktatör gibi orada öldürmek için aldı. Ne iddianamemiz var, ne bir şey var, onun üzerine Obama baktı ki bu iş çok kötüye gidiyor, çıkarttı bizi. Zaten Amerika istediği için biz hapsedilmiştik. Tayyip Bey Amerika emretmeden bizi hapsedemez. Tayyip Bey öyle bir adam değildir, hep bir yere dayanır, bunu iyi bilin, kendisi de kendisini iyi biliyor. Böyle bir adam bizi tek başına alamazdı.

Sonra Amerika dedi ki, içlerinde Türk Genelkurmayı da var. Başbuğ, Tayyip Bey’ciydi, karşılığı da yoktu, Tayyip Bey ne isterse yaptı. Akepe’nin Savunma Bakanı, sınıf arkadaşım, Vecdi Gönül bana, orduevlerinin kapısını bize Genelkurmay Başkanı açtı, herkesi gidip oradan aldık, dedi. Orduevleri bir tür sığınaktı, korunaktı, İlker Başbuğ orduevlerinin kapısını açtı. İlker Başbuğ Kozmik Oda’yı açtı, bütün devletin sırlarını verdi. Şimdi çıkmış bilmem ne diyor, önü, arkayı, her tarafı açtın, açmadığın bir yer kalmadı senin.

Yaralanmış, düşmüş Deniz Baykal ne yaptı? Baykal, Gülen’le Tayyip Bey’in ilişkilerini bozmak istedi ve bozdu. İki şeyde bozdu. Baykal, kasetle Gülen’in bir ilişkisi yok, Gülen bana söyledi, ona inanıyorum dedi, hatırlıyorsunuz. Gülen’le birlikte Tayyip Bey akepe’yi kurmuşlardı, elini öptüğü resimler de var. İkincisi de Mavi Marmara. Mavi Marmara’da Gülen İsrail’i tuttu. İki noktada ayrıldılar ve şu anda Gülen güçlüdür. Sabah’ın başyazarı ısrarla söylüyor, Amerika’daki dava için bazı isimler verildi, o isimlerden bir tanesi Tayyip Bey, bu dava “pilot dava”dır, arkası gelecek, arkasından birtakım bakanlar gidecek, Zafer Çağlayan gibi, Tayyip Bey’in de sanık olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu söylüyor. Tayyip Bey ve bütün adamları da devamlı olarak bu dava 17-25 Aralık’ın devamı ve hâkimlerin de hepsini Gülen tayin etti, diyorlar. Sıkıntıları bu. Şimdi, çok yıpranmış, çaresiz Tayyip Bey ve akepe, fiilen parti başkanlığını Bahçeli’ye veriyor ve mehepe’ye iltihak ediyorlar, daha savaşçı, daha faşizan oluyorlar. Tayyip Bey Afrin’den dolayı bir savaş peşinde, her tarafta bir savaş peşinde ve bir savaşçıyı da partisine komutan, lider olarak alıyor. Yeni liderimize göre “Afrin’e girmek, helal-i hakkımızdır”.

“İSTANBUL’DA CEHEPE’NİN BAŞINA BİR KIZ ALDILAR TAM İBRETLİK”

B.Z.: Kılıçdaroğlu’ndan ve cehepe’den bu kadar söz ettiniz. O yüzden sormak istiyorum, Canan Kaftancıoğlu’nun İstanbul İl Başkanlığı’na seçilmesini nasıl yorumluyorsunuz?

Y.K.: Ah çok hoş. Şimdi böylece İstanbul’da cehepe’nin başına bir kız aldılar; ibret-i alem bir kız, tam ibretlik. Bizim çocukken bazı arkadaşlarımız için ibretlik derlerdi, ikide bir ibretlik. Kız inanılmaz. Biz Ermenilere kötü davrandık, Kürtler onlardan iyi, Mustafa Kemal çok kötü… Bunları ima etmiş, bir şekilde söylemiş. Sonunda Hürriyet Gazetesi de bunları aldı, bu şaşırmış kalmış dedi. Bakın Barış Hocam, Kılıçdaroğlu’nu iyi tanıyın, bunları bulup alıyor partiye.

D.H.: Sosyal demokratlık makyajı yüzünden dökülüyor. Bir ölçüde koruyabilmek için bir sol vitrine ihtiyacı var. Ancak sadece vitrin olsun istiyor.

Y.K.: Vitrini de vitrine benzemiyor. Gidiyor Beşiktaş Belediye Başkanı’nı, Ataşehir Başkanı Battal’ı savunuyor. Beşiktaş Belediye Başkanı’nın Fethullahçı olduğuna dair ciddi rivayetler var, çok zenginleştiğine dair raporlar var. Battal’la ilgili, Türkiye İşçi Partisi’nden kalan tek adam, Behice Boran’ın yetiştirmesi, benim arkadaşım Necati Doğru’nun yazdıkları var. Evet, bunları izleyin diyor, çok önemli bir yazı. Hem Battal için hem öbürü için cehepe’de ciddi iddialar var. Kemal Kılıçdaroğlu her ikisinin de üzerine örtüyor. Kılıçdaroğlu güvenilmez bir adamdır. Hiç sıkılmıyorlar, partinin her ikisi için de rapor hazırladığını, Cihaner’in falan rapor yazdığını da biliyorlar, inanılır gibi değil.

CHP GENEL BAŞKAN ADAYI ÜMİT KOCASAKAL’A ÜÇ TAVSİYEM VAR

O.İ.: Cehepe’ye bu kadar girmişken yine cehepe’yle devam edebilir miyiz? Ümit Kocasakal geçen hafta parti başkanlığına aday olduğunu açıkladı. Sizin kişisel olarak da tanıdığınız bir isim, Ümit Kocasakal’ın başkanlık adaylığına ilişkin bir değerlendirmeniz olacak mı?

Y.K.: Ümit Hocam, cehepe’ye genel başkan adayı olduğunu açıklamış, çok da iyi yapmış. Bu işe layık, çok da iyi bir hatip. Baro’da, önemli bir dönemde, başkanlık yaptı. Çok açık mıydı, hayır, dar bir başkan oldu ama önemli bir adamdı, akepe’ye karşı duruşu vardı. Her bakımdan da ciddiydi, yakışıyordu oraya.

O.İ.: Parti başkanlığına aday olmak için belki geç bile kaldı denebilir…

Y.K.: Evet. Kutluyorum ama üç yerde ciddi eleştirilerim olacak. Ama önce şunu söylemeliyim, Ümit Hocam cehepe başkanlığına layıktır. Ümit ederim eleştirilerimi dikkate alır. Güzel, bundan kastım şudur, Hocam’a bu desteğim şartlı bir destektir. Bu eleştirilerimi göz önüne almazsa, eleştirilerimin dozunu yükseltmek durumunda kalırım, bunu söylemek istiyorum.

Birincisi, Ümit Hocam tek başına adaylığını açıklamış. Ümit Hocam, Almanya’da bir işçinin çocuğu. Almanya’da okumuş, sonra Galatasaray Lisesi’ne gelmiş. Kendisini, bir şekilde, self-made man sayıyor. Politikada böyle şeyler olmaz. Politikaya giren bir insanın yanında her zaman destekçileri olur. Memleketin önemli insanları onu desteklerler, yanında dururlar. Ümit Hocam eğer kendisini tek başına yetişmiş biri olarak kabul ederse başkan olamaz. Kendisini o kadar önemsememelidir, onu destekleyen adamlar olmalı, bir ekibi olmalı, başkanlığa aday olduğu zaman o insanlar yanında yer almalıdır. Baro başkanlığında da öyleydi, ne demek istiyorum, yönetim kuruluyla, çalışma arkadaşlarıyla hiçbir zaman birlikte ortaya çıkmadı. Ümit Hocam sizi seviyoruz, siz iyi bir arkadaşımızsınız. Bir ekiple birlikte tekrar adaylığınızı koyun, tek başınıza hiçbir şey olamazsınız. Siz one-man show yaptınız, one-man oldunuz ama show yapamadınız, showsuz bir adam olmayınız. Ben sizi Baro başkanlığınızdan beri uyarıyorum ve uyarılarımı nazar-ı itibara almadınız, şimdi tekrar ediyorum.

İki, Cumhuriyet Halk Partisi başkanı oluyorsunuz ve Cumhuriyet Halk Partisi başkanı Kürtleri karşısına alamaz. Kürtleri eleştirmek mi? Benden daha fazla eleştiren yok. Ne diyoruz, PYD’nin, Kürtlerin, Amerika’yla beraber olmasını kabul edemeyiz diyoruz. Siz hiçbir şey söylemiyorsunuz, sadece Kürtleri kötülüyorsunuz. Kürtlere hak tanımayı reddeden, ona yakın bir haliniz var. Böyle cehepe’nin genel başkanı olamazsınız. İstediğiniz kadar eleştirin, Kürtler bizimdir. Biz Kürtlerle beraber olacağız ve çok da eleştireceğiz, eleştirmek de lazım. Bakın görüyorsunuz, hapisteki başkanları, Demirtaş, eleştiriyor, korkuyoruz ki ilahi bir adam yerine getirecekler. Hasip eleştiriyor. Eleştiriye muhtaçlar. Eleştiri çok iyidir ama Kürtleri reddetmeye giden davranış, son derece yanlıştır ve önünüzü keser. Rica ediyorum, ümit ediyorum, siz çok değerli birisiniz, şoven Türklerimiz gibi, yanlış anlaşılabilecek çıkışlardan uzak durursunuz. Biz sizi hep destekleriz.

Üç, ne dedik, kader Deniz Baykal’ı çok zor bir duruma düşürdü. 2002’de iktidar partisi tarafından tutsak alındı. Onun ötesinde, bu tutsak adam, inanılmaz bir biçimde Siirt seçimine onay verdi. Mümkün değil. Ben o zaman bas bas bağırdım, ne yapıyorsun sen, dedim. Bizim kanunlarımız çok açık, hiçbir kimse girmediği seçime aday olamaz, sen hukukçusun. Daha başka, sen bunu milletvekili yaptın, sonra cumhurbaşkanı yaptın. Bu adam cumhurbaşkanı da olamaz, diploması yok, nerede okuduğu da belli değil. Sonradan öğrendik ki tutsakmış, iradesi yok, ağlıyor, korkuyor. Ondan sonra da gitti çarşaflılara cehepe’nin rozetini taktı. Baykal bitmiş bir adamdır, cehepe’yi kirletti.

Kemal Kılıçdaroğlu geldiğinde yüzünü hatırlıyorum Deniz’in, ağlamaklıydı. Deniz, Kemal Kılıçdaroğlu’nu getirmez, ne olduğunu biliyor. Kılıçdaroğlu’nun selam verdiği hiçbir bayrak yoktur. Bu lafı, Edirne Cezaevi’nde genç bir Kürt’ten öğrendim. Her bayrağa selam veriyor, selam verdiği bayrağı yoktur, diyordu. Sadece Baykal değil, Kılıçdaroğlu da cehepe’yi kirletti.

Bu yüzden onun yerine, Atatürkçü, sola yatkın, öyle vitrin değil, sosyalizan bir parti kurmak lazım. Ümit Hocam’a haberim budur. Size layık olan bir yeni parti kurun, bunlardan da hiçbirini aranıza almayın. Dağa taşa Alevi getirdi, şimdi Alevileri kovuyor. Siz bu musunuz cehepe? Utanmıyor musunuz cehepe’liler, utanmıyor musunuz bu Kılıçdaroğlu’ndan? Utanın, yeni bir parti kurun. Ad mı yok? Bakın, kadıncağız sallandı sallandı, İYİ Parti dedi. Siz de en iyi parti deyin, Atatürk’ün iyi partisi deyin, başka bir şey deyin. Bu kadar mı kendinizden geçtiniz? Hepiniz Kemal Kılıçdaroğlu gibi mi oldunuz? Aptallığı, korkaklığı bırakın, yeni bir parti kurun. Ben sevindim Ümit Hocam’ın aday olduğuna ama henüz hiçbir şey söylemedi. Bir tek gözlükle çıktı, iyi oldu. Başarılar diliyorum Hocam’a, yeni bir parti bekliyoruz sizden.

O.İ.: Yeni parti derken, yeni bir cehepe mi?

Y.K.: Hakiki bir cehepe. Bunlar gitti, adı kirletti. Yeni kuracaksınız. Biz başkayız, biz, jandarma biz sosyalistiz diyerek geldik, öyle gideceğiz. Biz hiç cehepe’li olmadık. Ama Türkiye’de kökü olan cehepe’nin kökünü körelttiler. O kökü köreltenleri körleştireceğiz. Zaten körleştiler de. Yeni parti kurun. Kılıçdaroğlu’na bakın, Aleviyim diyordu, şimdi kendisi Alevileri partiden kovuyor. Onun yerine de bir düttürü Leyla’yı, Canan Kaftancıoğlu’nu getiriyor. Haaah işte tam ismini bulduk, tam bir düttürü Leyla. Bulunmaz bir kız. Bihakkın Erdoğan, bihakkın rezil etti kızı. Şuraya bak Okan Hocam, düttürü Leyla neler söylemiş. Aaaa Ermeniler miiii? Dünyada onlardan iyisi yok. Aaaa Kürtler miiii? Kürtlere bayılırım, Bilmem ne miiii? Onu giyerim. Böyle bir kızı da ancak Kemal Kılıçdaroğlu bulurdu. Düttürü Leyla.