15 Temmuz darbe girişimi sonrası, "Türkiye'ye yönelik darbe girişimlerinin devam ettiğini" savunan Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, "15 Temmuz’un arkasındaki güçler önlerine PKK gibi örgütleri de alarak Türkiye sınırlarını nasıl aşındıracağını beklemek zorunda kalacağız. Belki de o zaman en sert cepheyi Ankara’da açacaklar, kim bilir" dedi. Karagül, ilk hedefin "Türkiye’nin siyasi iktidarı, milli duruşu, ekseni olacaktır" ifadesini kullandı.
Yeni Şafak'ta İbrahim Karagül'ün "İçerideki PYD kriptoları, Barzani’nin istihbarat ağı ve bir gizli ajanda..." başlığıyla (11 Temmuz 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Aylardır bir büyük tehlikeden söz ediyorum. Her geçen gün Türkiye’ye daha da yaklaşan bir tehdit, ülkemizin geleceğini mahvedecek bir gelişme hakkında kendimce uyarılar yapmaya çalışıyorum. 15 Temmuz’u yaşamış bir millet olarak bir teyakkuz çağrısı yapıyorum. Çünkü biliyorum ki, 15 Temmuz bitmedi, müdahale dönemi kapanmadı, Türkiye’ye yönelik çokuluslu saldırı yeni bir formatla karşımıza çıkmaya hazırlanıyor.
Kamuoyu operasyonlarına maruz kalmadan, onların etkisinden sıyrılarak güneyimizdeki gerçeği açık ve net olarak görmekzorundayız. Çünkü Türkiye için önümüzdeki yıllarda en büyük tehdit Güney’den gelecektir ve bu, ülkemizin gelecek hesaplarını sıfırlamagücüne sahip olacaktır. Yani, tehlike sandığımızdan çok büyüktür ve sandığımızdan çok daha yakındır! Türkiye kuşatılmakta, çevrelenmekte, güney kapıları tamamen kapatılmaktadır.
İran sınırından Akdeniz’e, Türkiye’yi boğma harekatı
Bugünden, hemen, derhal, hamaset ve duygusallıktan kurtulupgerçekçi adımlar atmayı ihmal edersek, o krizin üstesinden gelemeyebiliriz. Zira Güney’den gelecek saldırı ile eş zamanlı olarak Türkiye içinde devasa siyasi ve toplumsal karışıklıklar denenecek, 15 Temmuz’dan daha ağır bir travma Türkiye’nin önüne konulacaktır. Tahminimce bu krizi 2019’dan önce servis edeceklerdir.
Irak’ın kuzeyinde, Mesut Barzani’nin referandum girişimi ile Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD’nin harita çalışması tek bir projedir. PKK ile Barzani’nin birbirinin zıddı olduğu söylentisi, ABD’nin “PKK ayrı PYD ayrı” söylemi kadar gülünçtür, oyalayıcıdır, zihin bulandırıcıdır.
İran sınırından Akdeniz’e uzanan, Irak ve Suriye’nin kuzeyini rehin alan o koridor bir dış müdahale, işgal alanı olarak planlanmış, yabancı orduların Mezopotamya’nın kalbine yerleşmesi kadar tehlikeli sonuçlar doğuracak bir çokuluslu projedir.
PKK, DEAŞ, Barzani aynı projenin gizli ortaklarıdır
Müslüman coğrafyanın merkezi işgal edilmektedir. Bu işgal önce örgütler eliyle yürütülmekte, örgütler istilaya alan açmakta, ortam sağlamakta, yerel sorunlar ve gerekçeler öne sürülerek istilameşrulaştırılmaktadır. Etnik çatışmalar da, mezhep çatışmaları da, daha mikro düzeyde kimlik ayrışmaları da coğrafyanın işgali ve paramparça edilmesi için özellikle servis edilmektedir.
Bu nedenle, yabancı güçleri bölgeye çağıran her örgüt işgal gücüdür, onların tetikçileridir, bir dış tehdittir. Bunu PKK’da gördük, DEAŞ’ta gördük. Gelinen noktada, Irak ve Suriye’nin kuzeyine baktığımızda PKK, DEAŞ ve Mesut Barzani’nin aynı projenin parçaları, unsurları olduğunu fark ediyoruz.
Ülkemize karşı dokuz yüz kilometrelik bir cephe bu..
İran sınırından Akdeniz’e uzanan kuşak bir ABD, İngiliz, İsrail projesidir. Bu kuşak başarıya ulaştığı anda bölgede hiçbir ülke güvende olmayacak, bölgenin en güçlü ülkeleri için de parçalanma, bölünme senaryoları devreye alınacaktır. Bu kuşak tamamlandığında en büyük cephe Türkiye’ye karşı açılacak, dokuz yüz kilometrelik bir saldırı cephesi harekete geçirilecektir.
Bu kuşak tamamlandığı anda, İran’dan Akdeniz’e kadar tamamen yabancı garnizonların olduğu bir coğrafyaya mahkum olacağız. Türkiye ile Arap/İslam dünyası arasındaki bütün bağlar koparılacak, Türkiye’nin güney sınırlarına kalın duvarlar örülecek, ülkemiz yeniden Anadolu’ya hapsedilecektir.
Türkiye’yi küçültme planları yapıyorlar..
Bunların abartılı olduğu iddiasında bulunanların, 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana olanları şöyle bir gözden geçirmeleri yeterli olacaktır. Adım adım, ince ince bir plan işlenmiş, bugüne kadar hiç geri adım atılmamıştır. Ve bu planlar bölge ülkelerinin oyalanması ile, dikkatlerinin başka alanlara çekilmesi ile, içeride özellikle çıkartılan sorunlarla meşgul olmasıyla, bazen de vurdumduymazlığı ile gerçeğe dönüştürülmüştür.
Bugün karşı karşıya olduğumuz şey, bir Kürt meselesi değildir. Haçlı Savaşları döneminde olduğu gibi, Birinci Dünya Savaşı sonrası olduğu gibi, bölgenin yeniden dizaynı, güçlü ülkelerin küçültülmesi, haritaların yeniden çizilmesi ve bölgenin küçük şehir devletlerine, garnizon devletlere dönüştürülüp denetim altına alınması meselesidir. Bir ABD/Avrupa istilasıdır. Küçültülmek istenen ülkeler arasında Türkiye de vardır ve projenin esası burasıdır.
Şam yönetimiyle görüşme dahil, her yol denenmeli..
Bu istilanın bölgedeki ortakları hepimizin ortak düşmanlarıdır. Bölgedeki rejimler gerekçe gösterilerek, huzursuzluk ve anlaşmazlıklar öne sürülerek, yerel sorunlardan hareket edilerek bu büyük projeyi bize yutturmaları siyasi tarihin en büyük hatalarından biri olacak, ağır faturalarından birini önümüze koyacaktır.
Türkiye, Bağdat’la ilişkilerini güçlendirmeli, merkezi hükümete destek vermeli. Türkiye, Suriye’deki durumu yeniden ele alarak, Şam yönetimi ile görüşme dahil, bütün seçenekleri önyargısız biçimde yeniden değerlendirmeli. Birinci Dünya Savaşı’nın en ağır faturasını ödeyen ülke, Suriye üzerinden Cumhuriyet tarihinin en büyük tehdidinin yaklaşmakta olduğunu okuyabilmeli, yüzyıllara dayanan devletler geleneğinin, siyasi genetiğinin öngördüğü şekilde adım atmayı başarabilmelidir.
İçerideki PYD kriptoları, Barzani’nin istihbarat ağı ve bir gizli ajanda...
Türkiye, içerideki PYD kriptolarının, Barzani örgütlenmesinin, istihbarat ağının etkisinden kurtulabilmeli, onların devlet aklını rehin alan gizli ajandasının farkına varmalı artık. O gizli ajanda ile ABD’nin birlikte çalıştığı, o ortaklığın FETÖ ile de ortaklığı olduğu, 15 Temmuz’u yapan irade ile bu gizli ajandayı yöneten iradenin aynı olduğu bilinmeli artık.
Türkiye içinde Barzani ve PYD/PKK ile ortak çalışanların, Suriye’nin kuzeyindeki koridorda da birlikte çalıştığı, Suriye’de gelinen durumun sorumlularının da onlar olduğu, Türkiye’ye tuzakkurdukları, FETÖ’den sonra ABD ile ortaklığı onların yürüttüğü bilinmeli.
O zaman FETÖ vardı; peki şimdi kim üstlendi bu rolü?
15 Temmuz öncesi gözümüzün önünde olanlara müdahale edemeyişimizin nedeni sınır boylarındaki FETÖ yapılanması idi. Peki şimdi Türkiye’yi kim engelliyor, kim durduruyor, kim başka başka teklifler öne sürerek siyasi aklı bulandırıyor, yönlendiriyor, hareketsiz bırakıyor? İşte can alıcı nokta burası. Herkesin sustuğu, hiçbir şey söylemediği yer burası!
İhmal edeceğimiz her bir gün, hareket alanımızı daha da daraltıp zorlaştıracak. Tedirginliğimiz ileride büyük bir zaaf olarak önümüze gelecek. Durumu anlamakta, algılamakta zorlanmamız ya da ihmalkar davranmamız, yarının Türkiye’sini bugünden tehlikeye atmamız anlamına gelecek. “Yarın” dedimse yıllar sonrayı kastetmiyorum kesinlikle. Oldukça yakın bir zamanı kastediyorum.
Medya bu konuda neden suskun kaldı?
Medyamızda bu konularla ilgili haber bile yayınlanmaz. Sanki bir tabu, dokunulmaz alan. Entelijansiyamız bu konuları hiç tartışmaz, sanki uyku hali. Bu durum normal görülemez. Normal değil zaten. Kim susturuyor, kim zihinleri hareketsiz bırakıyor, kim bu tehlikeyi Türkiye’nin dikkatlerinden kaçırıyor?
Eğer bu tehdide müdahale edemezsek... Eğer içerideki direnci kırıpTürkiye’nin gelecek hesaplarına yönelemezsek tehdit çok yakında Türkiye’nin içlerine servis edilecek, savaş Türkiye içlerine yönlendirilecek. Bugün Türkiye’nin dostu gibi görünen o yerel otoritelerin o gün nasıl da şahlanacağını, arkalarında ABD askerleri, ellerinde ABD silahları ile Türkiye’ye meydan okuyacaklarını göreceğiz.
Burada bir düşmanlıktan söz etmiyorum. Burada etnik bir meseleden de söz etmiyorum. Bir çokuluslu projeye, bir yıkım planına, Türkiye’yi kuşatıp içeride vurmaya dönük bir projeye dikkat çekmeye çalışıyorum.
Suriye için hesaplar yeniden yapılmalı..
Bu nedenle Irak’ı ve Suriye’yi bir arada tutacak her girişimde olmalı Türkiye. Hatta teşvik etmeli, öncülük etmeli. Suriye muhalefeti ile Şam yönetimi arasında uzlaşmanın yolları aranmalı. Zaten böyle giderse muhalefet diye bir şey kalmayacak, o çokuluslu proje için hepsini kurban edecekler.
Savaşın en büyük kurbanı Suriye halkı olacak, Arap toprakları daha da işgal edilecek, kadim şehirler yabancılaştırılacak, olağanüstü bir demografik düzenleme, sürgün bölgeyi altüst edecek.
ABD’nin işgal haritasına karşı, onlarla birlikte hareket edenlere karşı bölge ülkeleri arasında yakınlaşma zorlanmalı, ortak hareket yolları aranmalı, var olan sorunlar bu tür girişimleri engellememeli.
İlk hedef Türkiye’nin siyasi istikrarı olacak
Türkiye, o derin devlet aklını, siyasi aklını harekete geçirip, siyasi akla baskı yapan çevreleri umursamadan, elini çabuk tutmalı, Selçuklu’dan beri devam eden coğrafya okumasını öne almalı, bugüne değil geleceğe adımlar atmalıdır.
Bunu yapamazsa, yapmazsa, engellenirse, içeriden durdurulursa yarın 15 Temmuz’un arkasındaki güçler önlerine PKK gibi örgütleri de alarak Türkiye sınırlarını nasıl aşındıracağını beklemek zorunda kalacağız. Belki de o zaman en sert cepheyi Ankara’da açacaklar, kim bilir… O gün ilk hedef Türkiye’nin siyasi iktidarı, milli duruşu, ekseni olacaktır.