Medyadaki varlıklarıyla hayatımızı dolduranlardan biri; sadece büyüklerimizin değil bizlerin de haşır neşir olduğu, aba altından gösterilen sopa gibi her daim varlığını hissettiren ‘darbe’ kavramı… Diğeri; geometride-coğrafyada öğrendiğimiz anlamlarının sınırlarını aşıp, Öklid’in evrenini de geçip gündemi sürekli orta yerinden bölen ‘paralel’ sıfatı… Sonuncusu; başı sıkışanın diline doladığı ama işine gelmeyince de rahatlıkla ezip geçtiği yanar döner ‘şeref’ meselesi… Hepsi de görünürde ne büyük ve derin kavramlar değil mi?
Oysa zamanın su gibi akıp gittiği, insanlarınsa küçücük dünyalarındaki kısır döngülerde birbirlerini yemekten başka bir şey düşünmedikleri hayat oyununda, önemseniyormuş gibi gösterilen böylesi kavramlar, belli çıkarlar uğruna nasıl da kolayca değişime uğruyorlar.
Milenyum’a gün saydığımız 1999 yılını göz açıp kapama hızında ardımızda bırakıp 2015’e varmışken, sağ olsun siyasilerimiz her gün Yeni Türkiye’nin, vizyonuyla özgürlükçü ilericiliğini ekranlardan odalarımıza bolca sokuyorlar. Ama bu süreçte yaşanan-yaşatılan kavram yozlaşması nedense hep görmezden geliniyor ya da bir türlü kılıfla kamufle ediliyor.
İşte biz de, büyüklerimizin ‘Bitaraf olanın bertaraf olacağı’ söyleminden feyz alıp medyanın kirli ilişkilere bulaştırılmasının yanlışlığına olan inancımız doğrultusunda seçtiğimiz ‘en’leri ve ekrandaki ‘Şeref Meselesi’ni özgürce değerlendirelim dedik. Öncelik, dünyaya örnek olma kapasitesindeki ‘en’lerimizin. Haydi rastgele…
VAR MI BUNLARDAN DAHA ‘EN’İ?
Maşallahhh… Zırt pırt her konuda ders vermeye kalkan Avrupa Birliği’ne ‘Onlar da kim oluyor’ dercesine kafa tutma gücüne erişilen… Müttefikimiz ABD’nin özgürlük uyarıları ‘Sen kendi içindeki ırkçı hareketlere bak’ misali kulak ardı edilen… Velhasıl, kendi göbek bağını kendi kesme ruh haliyle, nice sürprizlere veya aynılıklara gebe 2015’e yol alınan bir süreçte ‘en’ olmaya aday öyle çok şey var ki! İnsan hangi birini başa oturtacağını şaşırıyor.
Ayrıca din dersinden Osmanlıcaya, ağaç katliamından siyasete göz kırparak beyanlarda bulunup tartışma başlatan medyatik sanatçılara… Jet hızında gündem yaratılarak doldurulan ekranlarımızdaki tüketme hızına ayak uydurmak da pek mümkün olamıyor. Bu nedenle, başta da sıraladığımız gibi, biz en güncelinden üç seçim yaptık. Yarışmalarda, ödül törenlerinde çoklu birincilik moda nasılsa. Aslına bakarsanız diğerlerinin çoğunluğu da bu seçtiğimiz kavramların algısından türeyen şeyler ve ‘en’likleri hak ediyorlar ya, yazmakla bitmez.
2013 Aralık ayının rövanşı gibi gün farkıyla ve ‘makul şüphe’ dayanağıyla gerçekleştirilen ‘basın-medya-dizi’ üçgenindeki operasyona malzeme edilen ‘darbe’ olgusu, baş ‘en’imiz. Zira kendimizi bildiğimiz günden beri kulaklarımızda çınlatılıyor. Nedenini, niçinini anlamasak da sürekli temcit pilavı olarak yedirilmeye çalışılıyor. Gerçi konunun derinliği tüm toplumu ilgilendirse dahi, bu köşenin kapsama alanına girmiyor ama… ‘Darbe’ kavramıyla iliştirilenlerin mensup olduğu kurumlar tam da uğraş verdiğimiz branşla ilgili.
Bu yaklaşımla gazete, televizyon çalışanlarının darbecilikle sorguya alınmasını algılayamadık doğrusu. ‘Bize öğretilen şekliyle özgür basın-medya, görüş ve düşünceleri açıklama-yayma hakkına sahip değil miydi de, şimdilerde paralel-darbeci gibi etiketlerle sorguya alınıyor’ diye düşünür olduk. Bunların basın özgürlüğünden bigâne tutulması gerektiğini söyleyen büyüklerimizin yanında bizim aklımızın ve de fikrimizin lafı olmaz elbet.
Lakin tüm dünyanın tanıdığı ve sadece futbolda değil her tür toplumsal konuda harksızlıklara karşı duran Beşiktaş Çarşı Grubu’nu, dünyada bir ilke imza atarak yargıya götüren ‘darbe’ girişimi suçlaması da ne derece mantıklı gelebilir ki insana? Hal böyle olduğuna göre onun kavramsal ‘en’liği de kaçınılmaz.
Anlayacağınız geçmiş dönemlerde düşünen beyinleri hacamat edip düşünceleri zincir altına alarak toplumu gelişmiş dünya nezdinde çağdaş özgürlüklerden geri bıraktıran… Günümüzde de sürekli konu edilip baş fikirleri bu denli bulandırarak bunca karmaşaya sebep olan ve sürekli gündemi işgal eden ‘darbe’ kavramı her devrin dönüşümsel konusu!
İkinci ‘en’ kavramımız, ‘paralel’… Dünya denilen meçhulde kim kimle köşegen oluşturup köşeleri tutmuş ve küpleri doldurmuş, hangi üçgende ne kumpaslar kurulmuş bilemeyiz. Zaten geometri ve matematik en sevmediğim derslerdi. Ama son zamanlarda ‘paralel’ kavramı o denli hayatımıza sokuldu ki, her haber kuşağında, her gazetede karşımıza çıkan bu kavramı ezberledik neredeyse. Telekulakları, yolsuzluk operasyonlarını, yargıyı geçtik… Hrant Dink cinayetinden TÜBİTAK’ın bilimselliğine, cümle konu ‘paralel’e mal edildi. Bizler de, olana bitene aklımız ermediğinden mal mal baktık mı ya ekranlara… Sonra ne görelim, yıllarca reytinglerde zirveye oynayan diziler dahi ‘paralel’ ve ‘darbe’ kavramlarının içine sürüklenmiş. Senaristi, ekibi, yapımcısı içeriklerdeki birkaç kelimeden, sahneden ötürü sorguya alınmış. Vay, vay, vayyy… Yani biz onca zaman dizi niyetine, geometride hiç haz etmediğimiz ‘paralel’i mi izledik?
Şimdi gel de takılma şu ‘paralel’in ne menem bir yapı olduğuna… Bir kandırılmışlık mı, yoksa bir film mi, ya da son yıllarda gelişen bir teori mi?
Biz, James Ward Byrkit imzalı 2013 ABD yapımı olup aynı masada yemek yiyen bir arkadaş grubunun kuyruklu yıldız izleme keyfini bölen, gerçekle hayalin birbirine karıştığı, sonrasında ilişkilerde bir takım kırılmaların yaşandığı ‘Paralel Evren/ Coherence’ filmindeki paralelliği bilirdik en basitinden. Hatta dejavu hissine istinaden son yıllarda gelişen Sicim Teorisi, M Teorisi, Görelilik Teorisi ile Kuantum mekaniğini içine alan bakış açısının bizim çok sayıda paralel evrenimiz ve bu evrenlerde yaşayan diğer eş benlerimiz olduğu yönündeki paralellikler de kulağımıza çalınmıştı. Ama ‘paralel’in kandırılmışlık yönü tam bir muammaydı bizler için. Ehhh… Kavramların ‘en’ övgüsüne layık olması için değişim ve karmaşa yeteneği gerektiğine göre, ‘paralel’ de ‘en’likte birinciliği hak ediyor nihayetinde.
Son ‘en’imiz diğerlerine nazaran totale daha çok yayılan ‘şeref’ meselesi… Orman yaratmak için mevcut ormanın ağaçlarını kesme gibi absürtlüklerin yaşanması bir yana, olumsuzluklar konusunda üç maymunu oynamanın revaçta olduğu devirde, cümleten namus-şeref koruyucusu kesilmişken kimsenin çıkıp da ekranlarımızı dolduran ‘namus-şeref’ meselesi uğruna katledilen-yaralanan ‘kadın’ haberlerinin ne zaman son bulacağına dair etkili bir çözüm getirememesi, bu ‘en’liği kazandıran sebeplerin başını çekmekte.
Büyüklerimizin ‘Erkek üstündür’ düsturundaki erkekler, gönlünce yaşamayı erkekliğin‘şanı-şerefi’ olarak görüyor. Sonra bu özgüvenle dönüp kendisiyle eşit olamayacağını ekranlardaki işlerden algıladığı kadının, boşanmış olsa dahi, namus bekçiliğine soyunuyor. Bu da, ‘şeref meselesi’ etiketiyle allanıp pullanıyor ve haberlerin ölen-yaralanan kadınları birkaç paragrafla geçiştirdiği, erkek egemen toplumun baskıcı-katliamcı yüzü kolayca öteleniyor.
Tüm bu düzen rutine dönüşmüşken açığa çıkan sorular gani gani… Hak ve özgürlük uyarılarını sallamadığımız Avrupa ülkelerinde bu denli kadın vahşeti var mıdır? Onların erkeklerinin şerefi ‘en’ değil midir? Neredeyse, öldüren-yaralayan erkeği değil de kadını suçlu konumuna düşüren bu ‘şeref’ algısı, yüzyılın gelişmişlik iddiasındaki bir ülkeye yaraşır mı? Alın size kavram karmaşasının ‘en’ beteri! Bu sorulara cevap olarak can-ı gönülden ‘Evet’ diyenlere istinaden, ‘şeref’ konusuna ‘en’li alkışlar bizden. Hiç değilse fikir-eylem samimiyeti var. Ağzıyla ‘Hayır’, yüreğiyle ‘Evet’ deme riyakârlığındakiler içinse takdir ahretten!
‘En’ler söz konusu olunca içimiz öyle dolu ki, tıpkı törenlerde mikrofonu kapanlar gibi sözümüz çok uzadı. ‘Affola’ diyelim ve daha fazla bunaltmadan gelelim Kanal D ekranındaki ‘Şeref Meselesi’ne…
KANAL D ‘ŞEREF MESELESİ’NDE ŞAŞIRTACAK MI?
Bir şehrin imajını zedelediği gerekçesiyle bir karakterin, 80’lerin dönemselliğindeki diziden çıkartılmasına şahitlik ettiğimiz ekran güncesinde dile dolanan konu, ‘Şeref Meselesi’…
Başlangıç itibariyle ‘‘Şeref Meselesi’nin neyini beğenmediniz’’ sorgusuyla köşeme taşıdığım ‘Şeref Meselesi’, ilk andan itibaren tıpkı kimi yapımların başına geldiği gibi, birilerinin diziler içim vazife edindiği ‘yayından kaldırılma’ merakının hedefi konumunda. Onun ekrandan silinmesi gidicilik çığırtkanlarının şeref meselesine döndü adeta. AB grubunda üçüncü olan dizi için ‘Ha gitti, ha gidecek’ algısı yaratılırken bununla yetinilmedi, birkaç bölüm sonrasında düşük reyting gerekçesiyle kaldırılacağı alenen ilan edildi.
Neyse ki, sezon başında yeni dizilerine sahip çıkmayan, geçen sezondan da ‘Güneşi Beklerken’i izleyicisine rağmen kurban vererek insanları küstüren Kanal D, bu kez akılcı davrandı. Hırsa kapılmadığını gösterir yönde tavır sergiledi. Yayından kaldırma motivasyonunu es geçip reyting oyununa gelmedi. “Şeref Meselesi tam hız devam ediyor! Şeref Meselesi dizisinin 8. bölümde yayından kaldırılacağı haberleri gerçeği yansıtmamaktadır. Şeref Meselesi, Pazar günleri saat 20.00’de yeni bölümleri ile Kanal D’de ekrana gelmeye devam edecek” şeklindeki açıklamasıyla iddiaları yalanladı.
‘Güneşi Beklerken’de hatalı bir yol haritası çizen ve diğer kaldırılan yapımlar konusunda istekleri dikkate almayıp izleyicilerin finallerden duyduğu rahatsızlığı önemsemeyerek puan kaybeden Kanal D’nin yayıncılık rutinini ters yüz eden bu yaklaşımı kendi adına şaşırtıcı ve takdir edilesi bir gelişim.
Şayet Kanal D, gerçekten de açıklamasının ardında durup her anlamda ilgiyi hak ettiğinin bir kez daha altını çizeceğim ‘Şeref Meselesi’ni kurda kuşa yem etmezse bundan sonraki süreçte dizilerin kalitesini reytinglere endeksleme meraklılarının kan emiciliğini de büyük ölçüde dizginlemiş olacak. Buradan cesaretle gelişen reklam baskıcılığı da bir anlamda etkisiz kılacak. Ayrıca Kanal D, öncekilerin başına geldiği şekliyle, sırf total’in sonuçlarına bakıp ‘Şeref Meselesi’ni kaldırmamakla, hem iyi bir işe harcanan emeğin hakkını yemekten soyutlanacak, hem de mevcutlardan farklılık görmek isteyenlerin hevesini kursaklarında bırakmayacak.
Tabii her şey iddialara karşı medyaya verilen açıklamanın arkasında durup yapıma sahip çıkma arzusundaki ciddiyete bağlı! Zira farklı kanalların, medyaya yansıyan final haberlerinin ardından ‘Devam ediyor’ deyip de kısa süre sonra noktayı koyduğu çok örnek var karşımızda.
Bu doğrultuda, Kanal D’nin yeni bir yaklaşım sergileyerek, şimdiye dek kendisinden hep negatif yansımalar alan izleyicisini ‘Şeref Meselesi’ ile şaşırtması umudumuz. Açıklamayı, bir anlamda izleyiciye verilmiş söz şeklinde değerlendirirsek ve birkaç bölüm sonrasında ‘Şartlar bugün böyle gerektiriyor’ mantığıyla bu sözün çiğnenmeyeceğini varsayarsak kalıplaşmaya başlayan ekranlarımızda diziler ve kanallar adına güvenin tahsis edildiği bir ufuk açılır.
Aksi takdirde yukarıda sıraladığımız 2014’ün ‘en’lerindeki kavram karmaşası-yozlaşması Kanal D’nin ‘Şeref Meselesi’nde de ürkütücü yüzünü gösterir… Ve bununla paralel olarak şeref adına kadın katleden erkek konumuna düşen kanallar da, reyting uğruna güzelim yapımları heba etmeyi sürdürerek ‘en’leşirken, ekranlarda iyiye ve doğruya erişme şerefini sıfırlarlar.
Sonuçta; 2014’ün ‘en’lerinin 2015’te nasıl bir performansı sergileyeceği konusu, geçmişten gelen yaşamsal tecrübelere istinaden pek bir sürpriz teşkil etmese de Kanal D’nin açıklamayla teyit ettiği şeref meselesi bu açıdan önemli. Şimdilik yapımının arkasında duran Kanal D, yeni yılda eski huyunu depreştirip kendi beyanıyla ters düşerek final düdüğünü çalacak mı? Yoksa son zamanların falsolarını örtmek istercesine, tüm kötücülleri hüsrana uğratıp, ‘Şeref Meselesi’ne devamla bizleri şaşırtacak mı? Hep birlikte göreceğiz.
Anibal GÜLEROĞLU