‘Tarih ile efsanenin amacı birdir: Geçici insanda, ebedi insanı yaratmak’ demiş pek çok değerli yapıma imza atan Victor Hugo… Bizim öyle büyük laflar edip ebedi insanı yaratmaya çalışmak gibi bir gailemiz yok. Yok olmasına yok ama Mehmet Akif Ersoy’un ‘Adam, aldırma da geç git, diyemem, aldırırım… Çiğnerim, çiğnerim, hakkı tutar kaldırırım’ mantığını da yol haritası bellemişiz bir kere.
Televizyondan sinemaya ve dahi güncelin olumsuzluklarına eleştirel yazılarımızla karınca kararınca görüşlerimizi dile getirip, geçici gündemde ebedi güzellikler aramaya soyunuyoruz bu köşeden… Sapla samanın karıştığı, zorlama olgusunu masumlaştırmak adına matematik- fizik gibi bilimsel gerekliliklerin vazgeçilmezliğinin, insan ile Allah arasında olması gereken maneviyatın seçiciliğiyle kıyaslandığı günümüz şartlarında eleştirel yorumların ne derece önemsendiğini ve etki gücünün bulunduğu detayını düşünmeden!
Kimileri el âlemin çoktan aştığı konulara takılı kalanların uzattığı mikrofona yıllar sonra mastürbasyon açıklaması yapar, kimileri de bizim gibi eleştiri penceresinden bakarak yaşananlara ayna tutup yorumlar. Hangisi kazançlı diye tartacak olursanız… Herkesin ektiğini biçemediği yerde, hani derler ya balık bilmezse Halik bilsin diye… İşte o hesap.
Şimdi bu taşlamalı girizgâhın ardından gelelim asıl konularımıza ve yapalım yine maydanozluğumuzu… Sürç-ü lisan edersek affola…
ACUN’DAN, TV 8’İN BAŞARI AÇIKLAMASI…
‘TV 8 sürpriziyle açığa çıkan gerçek…’ başlığıyla kaleme aldığım önceki yazımda, Acun’un TV 8 kanalından şu ana kadarki yansımaları ‘‘TV 8’in, ‘büyük hayal kırıklığı’ imajını yarattığını inkâr etmek nafile’’ cümlesiyle dile getirip ‘Kaçak Gelinler’in transferi üstünde durmuş ve ‘‘Gidişat ne yöne derseniz… 13 Ekim’de ‘Ver Fırına’yı, 18 Ekim’de ‘Hülya Avşar Show’u, daha sonra da ‘Ütopya’yı devreye sokmanın ardından nasıl bir gelişim göstereceğini hep birlikte takip edeceğimiz TV 8’in tanıtım sayfasında bundan böyle, sadece yarışmalar ve programlar değil, dizi başlığı da yer alıp kabaracak gibi’’ yorumunda bulunmuştum.
Acun Bey de sağ olsun, kimileri gibi haklarındaki eleştirileri görmezden gelmek yerine, kendi açıklayıcı yorumlarıyla katkıda bulunmayı tercih etmiş ve bir mail yollamış. Sözü sahibine bırakmanın tarafsız eleştirinin baş şartı olduğunu düşündüğümden bu satırları tek harfine dokunmadan olduğu gibi sizlerle paylaşmak isterim.
‘‘Sayin Güleroğlu,
Değerli yorumlarınızı okudum. Anladığım kadarıyla ratingler konusunda yorum yapıyorsunuz.
Her türlü yoruma saygı duymakla birlikte, Türkiye televizyon tarihinde görülmemiş bir yükseliş gösteren kanal hakkında başarısız oldu yorumunuzu hiç anlayamadım. Size de aynı ratingler mi geliyor acaba?
Biz sezonu bu hafta itibarıyle tam olarak olarak açtık. Prime time'da 3. Kanal gibi duruyoruz. Dizi yapmayacağız diye bir sey hiçbir zaman demedik, internete girerseniz Murat Boz'lu dizi projemizi herkesin bildiğini görebilirsiniz.
Gündüz kuşağımız iki hafta sonra baslayacak. Kanal, 1 share'den 8-9 share'e çıkmış, ilk tam anlamıyla yayın haftamızda... Daha belli olmadan soyleyeyim, O Ses Salı günü en az ikinci olacak gibi AB'de..
Umarım size doğru listeler gelir de fiyasko olduğunu soylediğiniz kanalın ne yönde gittiğini farkedebilirsiniz.
İyi çalışmalar dileklerimle...
Acun Ilıcalı’’
Evet. O Ses’in AB sıralamasını bir farkla tahmin edip gündüz kuşağının müjdesini veren Acun Ilıcalı’nın açıklayıcı ve bilgilendirici mesajı böyle. Kendisine bir kez daha teşekkürler.
Ancak burada yanılgıya düşülen hususlar bulunduğunu da belirtmek isterim. Cevabi mesajımda kendisine de ilettiğim gibi ben, ne reyting yorumu yapıyorum… Ne de eleştirilerimi doğrudan doğruya, güvenilirliklerinden pek de emin olmadığım, ölçümlere dayandırıyorum. Nasıl ki, sinema filmlerini gişelerine göre değerlendirmiyorsam televizyon yapımlarını ve kanalları da insanlardan aktarılan görüşler ışığında ele alıp ekrandan bana geçen algılara göre, olumlu ya da olumsuz yönde yorumluyorum.
Zira istatistiklerin, anketlerin ve bu tür ölçümlerin kuyruklu yalandan da büyük bir yalan olduğunu anlatan istatistik hocamızın sözleri kulağıma küpedir. Bundan ötürü, sadece reklam olgusunda faktör olan ve örnek zümreden elde edilen reytinglerin, bir yapımın veya kanalın başarısı-iyiliği konusunda yegâne kıstas kabul edilmesi bana ters gelir. Festivallerde belli kişilerin oylarıyla ödüle boğulan, buna karşılık gişede sıfırı tüketen filmlerimizin asıl başarısı halka hitap noktasında başlıyorsa ve çoğu bu sınavı geçemiyorsa… Bir kanalın-yapımın gerçek başarısının da, halkın alışkanlığına dönüştüğü herkesin sempatisini kazandığı, dillere dolandığı noktada başladığına inanırım.
Dolayısıyla, özünde TV 8'i başarısız göstermek yerine, ülkemizdeki izleyici profili için ‘dizi’nin vazgeçilmezliğini işaret etmeye yönelik yazımın ana fikri de budur. Murat Boz’un dizi olayına gelince… Bilmediğimden değil henüz kanlı canlı ekrana taşınmadığından göz ardı edip mevcut örnekliğiyle karşımızda duran ‘Kaçak Gelinler’i dizi başlangıcı olarak öne çıkarttım.
Neticede; eminim TV 8 de bu ana fikirle dizi başlığını farklı yapımlarla zenginleştirecek ve sezonun sonunda halkın alışkanlığına dönüşecektir. Bu süreçte TV8’in ve başarılı işlere imza attığı yadsınamaz olan Acun ekibinin yaratacağı ‘Şahikalar’ı hep birlikte göreceğiz. Eleştiri hakkı baki kalmak üzere…
ŞAHİKALAR ‘PEK YAKINDA’ HUZURLARINIZDA…
TV 8’in sürprizlerle gerçekleştireceği yapımların şahikalığını zamana bırakıp Cem Yılmaz ve Tülin Özen başta olmak üzere oyuncuların katılımında, genelde alışık olduğumuzun ötesinde bir zarafetle gerçekleşen basın gösteriminde izlediğim ‘Pek Yakında’ filmine gelecek olursak…
Gayet sempatik tavırlarla, perde görüntüsünü önceden test ettiği salona gelip kısa bir konuşma yapan ve espriyle karışık ‘Bana Alper’in film hakkındaki düşüncesi yeter’ tarzı sözleriyle de, ‘Geride kalanların fikri trişkadan nağmeler’ havasını yaratıp eleştirmenlere iğnesini batıran… Ve aynı günün gecesi patlamış mısır ile şaraptan mamul ikramıyla, filmden ziyade kokteyller için ortamlarda bulunan konukların çoğundan ‘Parası mı yoktu’ eleştirisi alan Cem Yılmaz’ın yeni yapımı için söylenecek ilk söz, Cem Yılmaz ismi doğrultusunda, baştan sona kahkaha atma beklentisine girilmemesi! Ancak bu demek değil ki, film kötü.
Çünkü ilk yönetmenlik deneyimini ‘Pek Yakında’ ile gerçekleştirip bu alanda da becerisini ortaya koyan Cem Yılmaz burada salt komedi yapmamış. Sinema sektöründeki aksaklıkları ortaya koyan, zorlukların Yeşilçam tarzı çözümlerle üstesinden gelindiği bir süreçte senaryonun filmleştirilme güçlükleri irdeleyen, sahteliklerin alabildiğine yaşandığı sinemacılık ortamındaki ‘star’lık hallerini masaya yatıran, korsan DVD işinin faziletlerini sıralayan ve tüm bunları kopmak üzere olan bir ailenin babalık sorunlarıyla bağdaştıran bir iş yaratmış.
1996 yılı ‘Eşkiya’ filminin setinde nerede duracağını bilemeyen mermisiz tabancalı 6’nci polis Zafer’in, oyunculukta bir şey çıkarma hevesiyle doğaçlamaya girişmenin ardından pezo durumuna düşüp yıldızının kaymasıyla açılışını yapan ‘Pek Yakında’, baştan sona mesajlarla ve taşlamalarla dolu. Hem de tebessüm ettirip ‘İşte budur’ dedirten türden.
Açılıştaki tablonun 18 yıl sonrasına uzanıp korsan DVD’nin kitabını yazarken yerli filmlerin sinemada izlenmesine destek çıkan ve hatalı çevirilere de taş atan korsancı Zafer’in pasta ve Avatar 2’li jübilesine giden konu akışı, ‘Beyaz Türkler köşeleri tuttular’ diye bağırarak isyan eden doğma büyüme Beşiktaşlı Ahben-Kurtuluş’un ‘Şahikalar’ının çekimine dalıyor.
Araya Fenerbahçe’yi sıkıştırıp ürünleri yerleştiren, işlenmemiş trafik suçlarının cezalarının nasıl oluştuğunu gösterirken ‘bilgisayar geldi mertlik bozuldu’ gerçeğinin altını çizen ve geçmişten günümüze değerlerin yozlaşmasını hissettirirken keyifli bir biçimde ilerleyen ‘Pek Yakında’nın asıl renkliliği de bundan sonra başlıyor.
‘Green Hornet’ hissi uyandıran maskesiyle rol kesen Cem Yılmaz’ın baba ve karısını seven bir eş sorumluluğuyla donatıldığı, ‘Karadayı’ dizisinde ‘Küçük Nazif’ olarak kendini gösteren Ataberk Mutlu’nun, ‘O Ses Türkiye’nin jürisinden Özkan Uğur’un da yer aldığı yapımdaki oyuncu kadrosu derseniz… Başlı başına şahika!
Nurgül Yeşilçay’dan Sunay Akın’a… Yılmaz Erdoğan’dan ‘O Ses Türkiye’nin jürisine katılan Mazhar Alanson’a... Konuk oyuncularıyla hoşluk yaratan filmde özellikle, film çekimi havasıyla birdenbire latte düşkünü olan senarist-yönetmeni canlandıran Zafer Algöz’ün performansı bir harika. Şimdilerde ‘Beni Böyle Sev’ dizisiyle ekrana çıkan Algöz, her rolün oyuncusu olduğunu bir kez daha ispatlıyor. Böylece filmin can damarı oluyor.
Bu meyanda ‘Muhteşem Yüzyıl’da öfkeleri kabartan Ozan Güven’in Boğaç-Muharrem karakterine ve dublajlı sesiyle yaratılan esprinin güzelliğine… Cengiz Bozkurt’un atom karıncalaşıp harika bir tiplemeyle sunduğu Suat ile filme kattıklarına da bir mim koyalım.
‘Pek Yakında’yı çevirirken Şahikalar’a oynayan filmden yansıyanlar bunlar.
Peki ya arka sıramızdan filmi izlerken, kendi eserinden duyduğu keyfi gülüşleriyle dışa vurduğunu gözlemlediğim Cem Yılmaz’ın filmine getirilen ‘Pek Yakında patladı’ tarzı eleştiriler ve hâsılat çekişmeleri?
Gişeden sonra, 300 bin TL’lik saat ve 11 bin TL’lik first class bilet fotoğraflarıyla yarışa tutuşup sosyal medyadan tepki çeken Cem Yılmaz ile Şahan Gökbakar’ın büyük rekabeti malum...
Ancak bu çekişmenin anlamsızlığı da ortada. Çünkü ‘Recep İvedik’ serisiyle ekranlardan eksik olmayan ve bir noktadan sonra kabalığı ‘hoş’ hale getirdiği eleştirisi tartışmaya açık Şahan Gökbakar’ın tarzı başka… Sahne performanslarından filmlerine, mizahla dramatik detayları iç içe geçiren Cem Yılmaz’ınki bambaşka. Birisi tipin çekiciliği üstünden seyircisini yakalıyor, ötekisi içerikteki durumsallıkla. Dolayısıyla burada önemli olan karşılıklı rekabet değil, kimin ne üretip seyirciye ne verebildiği!
Ama gel gör ki, 7 milyonluk gişe rekorunu konu edip buradan ‘Cem-Şahan’ çekişmesi yaratarak magazine haber türetmek peşindekiler başta olmak üzere bu konuda gaza gelenlerin veya ‘Komedisi az’ diye eleştirenlerin böylesi detayları önemsediği yok. İnsanın ‘Ne yani içi dolu, mizahi duygusallıkla yaratılmış bir konu yerine argoyla yoğrulmuş bir kabalık komedisi mi tercih ederdiniz’ diyesi geliyor.
Sonuçta; Tıpkı Bay Tekin’in değersiz bir oyuncak olarak görülmesi gibi ‘Pek Yakında’ da gişe patlaması yaşamayacak. Ancak yine de ‘Pek Yakında’ ile kendi halinde bir konudan, festival kulvarına has efektsiz yerli film mantığına tebessüm ettirerek, seyirciye kendi tarzında başarılı bir çalışma sunan Cem Yılmaz’ın ellerine sağlık. Film içinde çekilen filmdeki ‘Şahikalar’ karakterlerinin başarısına ve içeriğin sunumuna bakarak bir öngörüde bulunacak olursak, Cem Yılmaz’ın bundan sonraki filmi ‘Şahikalar-Kötülüğün Sonu’ olabilir… Eminim öyle bir yapım ‘Pek Yakında’dan daha çok komedi ağırlığı taşır. Final de bunun tüyosu gibi zaten.
Anibal GÜLEROĞLU