Mutluluğu nasıl tarif edersiniz denilse, elbette ki herkesin kendince bir cevabı olacaktır bu soruya. Nasıl ki, bir Alman atasözü de ‘Herkes kendi mutluluğunun demircisidir’ şeklinde saptamış bu gerçeği. Ben şahsen, hakiki ve doyuma ulaştıran mutluluğun maddeden ziyade ruhla bulunabileceğine inanmışımdır her zaman. O nedenle de yaşamın gerçeklerinden kurguların sundukları hayalciliğe, ‘ruh’ hissettirici detayları yakalamaya çalışırım.
Benim bu tarzıma karşılık kimileri vardır, başkalarının üzüntülerinden mutluluk yaratırlar kendilerine… Kimileri de çevrelerindeki insanların mutluluğundan pay çıkartırlar. Bazısı her şarta sahip olduğu halde sürekli olumsuz bir tablo sergiler… Bazısı da kumsaldaki bir tesadüfün çocuksuluğunda şarkılarla, komikliklerle bulmaya çalışır mutluluğu. Yani mutluluk kişisel doyum işidir. Peki, bu doyumun tatmininde ölçüt nedir? Bunu saptamak duruma bağlı.
Günümüzün kötücül, stresli ortamında yaşayanlar için bu doyumu yaratacak unsurlar hızla azalmaya başlamış olsa dahi, neticede ümitsizliğe kapılıp kendi kendimize ekstra mutsuzluk türetmenin de âlemi yok. Yeter ki istensin, illa bir yerlerden mutluluk kaynağı bulunabilir. Bazen yanı başımızdaki küçük detaylardan, bazen de ekrandaki eğlencelik yapımlardan. Dolayısıyla biz de bu motivasyonla olayın adını koyup, peşin peşin mutluluğu müjdelemeye niyetlenerek ‘Adı Mutluluk’ diyen FOX dizisinin mutluluk potansiyeline bir göz atalım dedik.
MUTLULUK ACELEYE GELİR Mİ?
Tesadüfî karşılaşmalarla gelişen senaryo hevesinin yeni bir ürünü olarak FOX’ta yerini alıp ‘Aşk Yeniden’in reyting getirisini aratmayan sonuçlarla kanalının yüzünü güldüren ‘Adı Mutluluk’u kısaca tanımlarsak… Özünde, üniversite gençliğinin sorunlarla örülü hayatını barındıran ve yan konularla, bir dolu şamatayla ilerleyen romantik komedi niteliğinde bir iş. Yaz enerjisini hissettiren deniz atmosferi ve rengârenk ortam zenginliğinin de katkısıyla elini güçlendiren dizinin konu çıkışı da, okuma özgürlüğüyle yakalanacağı sanılan mutluluk arayışı!
Şimdi… Bir, dizi öyküsündeki mutluluk-özgürlük kavramlarına basamak teşkil eden eğitimin mantığına bakıyorsunuz, bir yaşamdaki gençliğin sıkıntılarına… Sorunsuz sınav sonucunun hayal olduğu ve gençlerin engelli koşudaki yarış atlarına döndüğü günümüzde, okumak da okumamak da ayrı bir dert. Diziye bakarsanız bu dert, zengin için de fakir için de geçerli.
Okuma ve dolayısıyla bağımsız yaşama özgürlüğünü, büyüklerinin karşı çıkışına aldırmadan kendi isteği doğrultusunda yaptığı sınav tercihiyle farklı bir açıdan resmederek sorunlu baba-kız tablosunu karşımıza getiren ‘Adı Mutluluk’un başlangıcı bu açıdan önemli bir etaptı. Zira böylece kızların baba baskısına boyun eğmeye zorunlu olmadığı, akılcı seçimler yaparak kendi kanatlarıyla uçabilecekleri fikri ciddi biçimde işlenebilirdi akıllara. Ancak dizi, olayı oldubitti mantığında, uzun uzadıya müzik eşiğindeki klipimsi mutluluğun sahteliğiyle aktardığından ve sahneler boyu abartılı ciddiyetsizlik sergilendiğinden bu önemli detay da kaynadı gitti arada.
Lüks hediyeyi mutluluk kaynağı sayan ve eski karısının attığı kazığı unutamayan öfkeli baba tarafından ‘anasının kızı’ şeklinde değerlendirilerek geleceği baskılanmak istenen Kumsal ile mafyadan kurtuluşu denize atlamakta bulan Batu’yu bir garip ağız dalaşıyla ve yapmacıklıkla karşılaştıran senaryo, serserilere karşı ‘sahiplenmeli’ bir kurtarışla ikiliyi birbirine yakınlaştırıp ‘Magandalar her yere girmeye başladılar’ vurgusunu yaptıktan sonra sınıf farkını hissettiren cip-gofret hediyesi ikileminde bir mutluluk arayışına girişince, başlangıç da koftileşti haliyle.
Yıllar boyu kumsalda hiç kaybolmadan kalmayı başararak süperleşen kutuda annesinden kalan son hatırayı saklayabilme becerisindeki Kumsal’ın atarlanmasıyla mantığının sinyalini veren dizi, bundan sonrasını ‘koyuver gitsin’e çevirdi. Türkiye 76’ıncısı Batu Değirmenci’yi henüz yeni kurumuşken yine suya atlatıp Kumsal’ın bacak arasından görüntüledikten sonra gelişen tiki-maganda atışması, hoştu ama çok boştu. ‘Takım elbiseyle girilen duş muhabbeti’ üstünden taşlamasını yapan akış, üniversiteyi kazanan herkesin mutlu olamayacağını hatırlatıp birbirine yakışan ikiliden kartpostallık haller çıkarttı ortaya. Lakin sonrası? Mantığı yerlerde sürüm sürüm süründüren bir düğüne dâhil oluş halleri ve düğün içinde gelen evlilik teklifiyle her yer ‘Liebe, liebe, liebe’… Devamında akıllar çıkar mı düzlüğe? Yok, çıkmıyor işte.
Ayşe kimliğiyle evlilik teklifine ‘Evet’ diyen ve mucuk mucuk öpüşerek babasının kaygılarını haklı çıkartan Kumsal kızımız ile kaderin sillesini ‘Ulan İstanbul’un ardından ‘hırsız’ damgasını bir kez daha yiyerek hisseden ama hırsız kaderini, dümenlerle yenen Batu oğlumuzda cevher çok. Eğlenceyi mantığı sıfırlamakla yaratacaklarını düşünenler de, bu cevhere destek olarak, aceleye gelmiş acemi işi bir mutluluk oyunu başlatıveriyorlar. Hem de ‘Mutluluklar’ diyerek.
‘İlle de mutluluğu tadacağım’ takıntısının akla zararlığının ispatı, Kumral! Tanıştıklarına 24 saat bile olmadan Batu’nun peşinden koşturup parasını, arabasını ve dahi kendi canını ona teslim edecek kadar saftirik olan Kumsal’ın her hareketi hata. Benzincide gelişen saçmalıktan sonra gerçek dünyadan tümden kopan senaryo, bu noktada ‘Kiraz Mevsimi’ne dahi rahmet okuturken sululuktaki müthiş yaratıcılığını da sürdürmekten geri durmuyor hani. Tebrikler.
Birinci bölümünde Batu’nun her geleni içeri buyur edecek kadar gerzek olan, yetmiyormuş gibi oğlunun yerini söyleyen annesi Yelda sayesinde tadı kendinden menkul Tatlı’yı İstanbul yollarına düşüren… Kız kardeşi kadar iyiliksever olan ve babasıyla sürekli didişen yakışıklı Eren’le Dolunay çiftinin bozuk ilişkisini hissettirip, Kumsal’ı ikilinin arasına giren kara kedi durumundan kurtarmanın yatırımını yapan… ‘Mutluluk yok’ diyerek mutluluğa alerjisini dile getiren Goncagül’le yandan arabeske bağlayan… Batu’nun karizmatik ve biraz da alkolik sanatçı amcasıyla annesi arasındaki gizli ilişkinin sinyalini verip Vural’ın aslında amca değil baba olduğunu hissettiren… ‘Adı Mutluluk’, ikinci bölümünde karakterleri biraz daha açmaya ve dahi mantıksızlıklarını geliştirmeye başlıyor ya... Gidişat iyiden iyiye nanaylaşıyor.
Oysa ne mutluluk bu kadar aceleye gelecek hafiflikte… Ne de izleyicinin mantığı, koskoca üniversitenin dersliklerinde kovalamaca oynayıp hocanın kafasına kitap fırlatacak derecede pervasızlaşabilen, tekneye kolayca kapağı atıp okuldan kız kaçırma saçmalığını romantizm diye yedirmeye kalkan bir öyküyü hazmedecek gerilikte. Ama ortada kayda değer bir rakip olmayınca, Survivor’dan bunalanlar ve tekrar işleri izlemeyi vakit kaybı görenler için zorunlu bir seçenek oluverdi işte… Hızlı bir giriş yapıp devamında, Kumral’ın zevzekliği sayesinde sürekli kendini tekrarlayan akışıyla tadını iyice buruklaştıran ‘Adı Mutluluk’. Mutluluğa yazık.
SEVİMLİ HIRSIZ TİPİ İŞ YAPIYOR DA…
‘Adı Mutluluk’ dizisini ruh gözüyle değerlendirip mantık süzgecinden geçirdiğimizde… ‘Aşk Yeniden’ dizisinin ‘Aşk neydi, neredeydi’ sorguculuğunu, ‘Mutluluk neydi, gülümseten neydi’ şeklinde devşirip müzikal sloganını yaratan dizinin mutluluk vaatleri çok kısıtlı. Kumsal-Batu-Eren üçgeni tam bir klişe. Bunu, kulüp dansçısı misali okul sahnesinde kıvırtarak prova yapan ve yüzsüz-yapışkan eski sevgili kadrosunu doldurmayı çok iyi başaran Dolunay karakterinin kıskançlığıyla tamamlayan konu, yenilik adına hiçbir özellik taşımıyor. Bunca vasatlıkta geriye kalan yegâne çekicilik, Kaan Yıldırım’ın canlandırdığı Batu karakterinin sevimliliği!
‘Biri bir yere bakarsa, hepsi bakar’ diyerek bizim memleketin insanının taklitçi ilgi-algı yönünü saptayan ve Kumsal’ın gözüne ‘Gündüz vakti hayal gibi’ görünen Batu, babalarla çocukları arasında çatışmaların yaşandığı ‘Adı Mutluluk’taki sevimli hırsız duruşuyla tüm saçmalıkları görünmez kıldı adeta. Hani Batu, telefonunu aldığı garibanı uyuturken kamera şakası bahanesini kullanmıştı ya… Batu’nun dizideki duruşu da kamera şakasından farksız.
İstanbul’un tanımlamasını yaparak ‘Ulan İstanbul’u çağrıştıran ve Titanik’çilik oynama merakını cipten sonra motorun tepesinde de sürdüren Kumsal’la tehlikeli bir yolculuk gerçekleştirip kötü örnek olan Eren’in olgun karakterine karşılık zıpır ama duygusal tiple rekabete girişen Batu, yarını değil şimdiyi düşünen gençlik mantığını yakalamak için biçilmiş kaftan. İkinci bölümdeki içerik olayını, ailelerle çocuklarının iletişim kuramaması üstüne geliştirerek ‘hayalci gençlik-gerçekçi aileler’ çatışmacılığından yürüyen… Ve sevimli hırsız ile çocukça-hesapsızca özgürlük arayan kızın ‘Mutluluk özgürlüktür’ felsefesini dayatarak adeta kışkırtan ‘Adı Mutluluk’, Batu’ya bu kaftanı biçerken niye sevimli hırsız tipini tercih etmiş diye bakarsak… ‘Ulan İstanbul’dan miras, Kaan Yıldırım avantajını abartarak sürdürme isteğinden! Zaten yeni nesil dizi anlayışı, geçerli mazeretleri olup suçlu yönlerini bunlarla sevimlileştiren çekici kötülük yaratmaktan yana… İzleyici de bunu rahatça kabullenince, sür gitsin.
Kısacası; ‘Çalıyor ama çalışıyor’ diyerek simgeleşen, yozlaşmaları umursamama ve dahi ödüllendirme mantığının ekrandaki yansıması, hırsızlığı-mafyacılığı hoşlaştırıp izleyiciye afiyetle yediren diziler bugünlerde. Nasıl ki; her toplum layık olduğu şekilde yönetilirmişse, izleyiciye sunulan tadı buruk yapımların revaçta oluşunda da durum aynı. Kaliteyi aşağıya çeken bu gerçek, ‘Adı Mutluluk’ olsa bile değişmiyor… Hoşlukla maskelenen yozluk iş yapıyor.
Anibal GÜLEROĞLU