Diziler mi tavuktan, tavuk mu dizilerden?
Bir yılı daha bitirdik işte… Sevinciyle, hüznüyle… İyilikleriyle, kötülükleriyle… Ve dahi boş beleş tartışmacılık-tepkicilik halleriyle. Sanki dünyaya kazık kakacakmışız gibi sürekli olumsuz yaklaşımlarla didişmekten, her durumdan vazife çıkartıp tepki göstermekten geri durmadık. Hani sürüsüne bereket lafazanlıkların özünde hakkaniyet olsa neyse de… Sevmediklerimize sakıncalı dedik, kafamıza uyanlarınsa cümle kusurlarını görmezden gelerek yücelttik.
Ekranlar da bu eleştirmiş olmak için eleştirme mantığından nasiplendi kuşkusuz. En çok da ‘Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan’ misali dizilerin ahlaki yönlerine taktık kafayı. Oysa dillerden düşmeyen bu klişe söz gibi dizilerle, toplumu etkilemesinden çekinilen içeriklerin aile-kültür yapısı birbirinden ayrıştırılamayacak bir durumdu. Aslında bu konuya farklı yapımlar üstünden defalarca değinmişliğimiz var. Ancak görüyorum ki, televizyona dair ses getirici bir çıkış yapma gereği hissedildiğinde ilk akla gelen diziler ve toplum yapısına etkileri üstüne ahkâm kesmek oluyor. Hal böyleyken biz de bir kez daha ekranlara genel çerçeveden bakıp ‘Dizilerin yapısı toplumu bozuyor mu, yoksa toplum içindeki durum neyse onunla paralel bir tablo mu yansıtıyor’ diye sorgulayalım dedik. Buyurun ‘Diziler mi tavuktan, yoksa tavuk mu dizilerden’ irdelememize…
DİZİLER TOPLUMUN İÇİNDEN ÇIKIYOR
Geyik muhabbeti kıvamındaki ‘Diziler mi toplumu şekillendiriyor, yoksa toplum mu dizileri’ sorgulamamızda bizi cevaba götürecek ilk unsur ekrandaki yapımların değerlendirme kriteri… Yani o yere göğe sığdırılamayan ve gerçekliklerine sonsuz güvenilen reytinglere dayanarak bu sorunun cevabını kolayca vermek mümkün.
Şöyle bir bakın reyting sıralamasına… Eli ayağı düzgün yapımlar, ailecek izlenebilecek ciddi konuları işleyen diziler ne âlemde? Böyleleri reytinglerde sapır sapır dökülürken bin bir katakullinin döndüğü, kimin eli kimin cebinde belli olmayan… Çifte karılılığın-evlilik dışı ilişkilerin aile büyüklerince sakıncalı görülmediği, mafyatik tiplerin yüceleştirilip adam öldürmenin kahramanlık sayıldığı, kadehler köşe bucak saklanırken silahların hiç buzlanma gereği hissedilmeden göze sokulduğu diziler tepelerde. Buna karşılık komedisinden, dramasına akıllı uslu yol alanlar reytingsizliğe ve dolayısıyla finale mahkûm.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup düşünün. Bu reyting sonuçları toplumun temsilcisi sayılan denek aileler tarafından yaratılmıyor mu? Yaratılıyor. Yapımcılar ve kanallar bu reytinglere bakıp toplumun isteklerinin hangi tür içeriklere yöneldiğini görerek, yeni projelerini de ona göre yapılandırmıyor mu? Yapılandırıyor. O halde nasıl olur da dizileri acımasızca suçlayıp, içeriklerinin toplumu kötü yönde şekillendirdiğinden kesin ifadelerle bahsedebiliriz? Edemeyiz... Eğer mantıklı ve gerçekçi bir yaklaşım içindeysek etmemeliyiz zaten.
Velhasıl, diziler kendi kendilerine yaratılmayıp toplumun içinden çıkıyorlar ve dizilerin toplumu değil, toplumun dizileri yönlendirdiği inkâr edilemez biçimde ortada. Peki, o halde neden sürekli dizilerin aile yapımızı bozduğu yönünde beyanlarla karşılaşıyoruz? 2016’ya noktayı koyarken bu hususa da bir kez daha açıklık getirelim.
AİLE YAPISI DİZİLERLE BOZULUR MU?
‘Üzüm üzüme baka baka kararır’ demiş atalarımız. Yani insan hayatında, kötü ya da iyi örneklerin yeri büyük… Muhakkak ki, televizyonun da kişiler üstünde etkisi var. Özellikle de çocukların gelişimini olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilecek potansiyele sahip, televizyon denilen iletişim aracı. Lakin gelişimin gereklerinin hayatımıza girmesini engelleyemeyeceğimiz gibi, çocukların izleyeceği yapımların karar yetkisi de belli bir yaşa kadar ebeveynlere ait. Yani ebeveyn, çocuğuna zarar vereceğini düşündüğü diziyi izletmeme olanağına sahip… Hani hep söylendiği gibi ‘Kumanda diye bir şey var’. İzlemesine göz yumuyorsa da bu ailenin meselesi… Nasıl ülkelerin iç meselelerine karışılamazsa, ailelerin iç meselelerine de ‘mahalle baskısı’ tarzında söylemlerle karışmaya kalkmak demokrat toplumla bağdaşmaz.
Öte yandan ‘Aile yapısını bozuyor’ diye feryat figan dizilere yüklenenlerin haberlerden reklamlara, magazinden spor tartışmalarına ve yarışmalara… Hülasa, dizi harici diğer programlara ilişmemesini de anlamak mümkün değil. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi toplumun çoğunluğu, hatta eleştirenler de dâhil olmak üzere ‘sakıncalı’ varsayılan dizileri izleyip etkilenmezken asıl olumsuzluğun diğer yapımlardan gelebileceğini hesaba katmak lazım. Mesela haberlerde sürekli hale gelmiş olan aile içi şiddet olayları… Boşandıkları halde karılarının canına kıyan adamlar veya eğitim kurumlarında yaşanan cinsel tacizler, çocuk istismarları… Hepsi de gece gündüz demeden toplumun her yaştan bireyine hitap etmekte.
Şimdi bunların varlığını yok mu sayacağız, yoksa ‘Aman aile yapısı bozulmasın’ diye bunları da yasaklamaya mı yöneleceğiz? Toplumun yapısı bunlarla dolup taşıyorken… Neredeyse teşvik edilir hele gelen çocuk gelinlerle aile kurumunun dibine vurulmuşken… Kadınlara, kocalarını başka kadınlarla paylaşmanın yani kumanın-çok eşliliğin sakıncalı olmadığı türünden öğretiler veriliyorken… Dahası bazı yerlerdeki eğitim kurumlarında çocuklarımızın beyinlerinin ne yönde eğitildiği görüntülerle sabitken… Yeni evli çiftlere dağıtılan saçma sapan kitaplarda ipe sapa gelmez telkinlerle aile yapısının temeli, kadın aleyhine, dinamitleniyorken… Dizilerdeki sevgi heveslisi gençlerin tablosunun yozlaştırıcılığından veya aşk üçgenlerinin aile yapısını bozacağından dem vurmak abesle iştigal değil de nedir? Şayet akla takılan dizi detayları arasında baba sanılanların gerçek baba çıkmayışı geliyorsa… Çevrenize bir bakın. Üvey kardeşler, resmi nikâhsız evlilikler ne oranda; ona göre dizilerin etkisini eleştirin. Hele ki bir adamın, ardından üç dört kadınla yürüdüğü ortamlarda dizilerin esamisi bile okunmaz!
Ayrıca evlilik veya yarışma programlarında, her kesimden-her yaştan kadınla, erkek avcılığının türlüsünün sergilendiğini de unutmayalım. Bu yapımlara alet olanlar çok mu masum? İlaveten reklamların toplumsal yüzünü de hesaba katmak gerek. Reklamdakiyle aynı boyutta ürünün restoranda verilmediğini, karınca duası misali hızla akıp giden alt yazıyla bildiren fast food’undan, abur cubur yiyeceklere… Çocukları yanlış beslenmeye yönelten ve yanıltıcı mahiyette olan reklamların gerek sağlık gerekse bütçe açısından aile düzenine etkisi neden görülmüyor da varsa yoksa cinselliğe odaklanılıp laf üretiliyor? Çünkü baskı böyle kurulur!
Sonuçta; ‘Diziler mi tavuktan, yoksa tavuk mu dizilerden’ diyerek başladığımız irdelemede vardığımız nokta… ‘Dervişin fikri neyse zikri de odur! Ekranda fütursuzca sergilenen hatta yiğit erkeğin olmazsa olmazı haline getirilen silahların, kan dökücülüğü özendiren yönünü hiçe sayanların… Reklamlardan, ses ve beceri yarışmalarına çocukları malzeme yapıp istismarın başka türünü sergileyen programların küçükler üstündeki özendirici etkisini görmezden gelenlerin hayata bakışı, kadın-erkek yakınlaşmasıyla kısıtlı! Bu eleştiri mantığının arka planında olumlu yol göstericilikten ziyade bilinçli yönlendiricilik olduğu da büyük ihtimal.
Dolayısıyla toplumun algı ve yaşam biçiminin aynası olan dizilerin, toplumu ve aile yapısını bozdukları gibi iddiaların çoğunun ya maksatlı ya da boş sözler olduğunu düşünsek yeridir. Hem unutmayalım ki, ‘ahlak’ insanın içinde var olan bir duygudur! Dizilerle bozulmayacağı gibi öyle yasaklamalarla, baskılarla da var edilemez. Yasakçı zihniyetle ancak esas niyetlerin ve yaşanan rezilliklerin üstü kapatılır hepsi o kadar. ‘Biliyor musunuz, benim eserlerime Avrupalılar neden ahlâksız diyorlar; çünkü onların ahlâkını, olduğu gibi ortaya koyuyorum’ demiş Oscar Wilde… İşte o hesap!
Yazımızı, 2017’nin tüm kötülükleri ve olumsuzlukları silip yok etmesi dileğiyle noktalayalım… Haktan ve ilericilikten taviz vermeden erişebileceğimiz nice yeni yıllara.
Anibal GÜLEROĞLU