Altın Kelebek'e bu keyfilik yakışıyor mu?

Türkiye medyasının en ciddi kurumu tarafından gerçekleştirilen, mazisi derin bir ödül dağılımında, adayların yarışacağı kategoriler neden bir türlü sabitlenemez. Var mıdır bunun bir izahı?

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

İnsanlar neden seçme ihtiyacı hisseder?

Farklı gerekçeler olsa da genel haliyle, en iyisini bulup onu ödüllendirmek veya onun vasıflarından faydalanmak için. Ama öyle seçimler vardır ki, sonucu baştan belli olduğundan seçim yapma zahmetine değecek bir istek ve bekleyiş heyecanı uyandırmaz.

Yok, yok… Siyasetteki seçimlere değil sözüm.

Medyadaki manşetlere göre onların sonuçları büyük heyecan yaratıyormuş ya… Bu heyecanlara, hiç belli olmayan sonuçların sürprizli(!) yapısına bünyemiz dayanmayacağından biz, televizyon dünyasının ödüllerinin dümen suyunda yol almaktan yanayız.

Ne yapalım… Kimileri gider dizilerde ve filmlerde sapır sapır adamların vurulmasını ‘insanları caniliğe teşvik’ diye görmeyip, Altın Palmiyeli ‘Kış Uykusu’ndaki tavşan ve at hallerinden ‘avcılığa teşvik’ kaygısına düşer. Kimileri de bizim gibi her yıl daha anlamsızlaşan festivallerin, yarışmaların abesliğine takılıp ödüllerin hakkaniyetini didikler. Olacağına bak… Nasıl ki, birilerinin fıtratında tatlı ölümü tatmak varsa, bizim de doğamızda eleştirmek var zahir… Hem de kafadan atma veya kulaktan dolma bilgilerle değil, peşine takılıp enikonu irdeleyerek!

Ödül töreni veya festival dendi mi elimize su dökecek rakip düşünemiyorum. Tabii, bolluk bakımından! Yoksa kadrolu festival konuklarının, daha doğrusu tatilcilerinin ağırlanmasından ve de ödül alanları memnun etmekten başka bir işe yaramayan festival-tören halleriyle, hakkaniyet-ciddiyet-kalite gibi önemli detaylarda rekabet edilmesi biraz zor. Okurların haklı olarak ‘Niye hiç yorumlamadınız, yoksa çekindiniz mi’ diye ısrarla sorguladığı, lakin yeni dizilerin devreye girmesinden ve farklı konulara değinmekten ancak fırsat bulduğum ‘Altın Kelebek Ödülleri’ de ne yazık ki bu çerçeveye dâhil olanlardan.

Televizyon dalındaki ödüllerin çoğunu aynı kanalın yapımlarına vererek göze batıp ‘Kozasında kalan kelebek’ tablosu oluşturan ‘Altın Kelebek Ödülleri’nin ciddiyet iddiasıyla bağdaşmayan detaylarına baktığımızda, bu tür büyük etkinliklerde hakkaniyet ve kalite arayanları tatminsiz bırakan, gölge düşürücü yansımalar çıkıyor karşımıza. Şimdi ‘Ödül veriliyor da ne oluyor’ diyen çıkabilir. Ancak söz konusu lalettayin bir ödül değil ki! 41 yılın gereğini, akıllarda hiçbir şüpheye, soruya yer bırakmayacak özenle yerine getirmek gerek. Ama ödül kavramı, salt ‘onore etme’ aracına dönüşünce çoğunda bu ciddiyet hak getire…

DURUMA GÖRE Mİ KATEGORİ AÇILIYOR?

Peki, geldiği noktada yola çıktığı yılların özenini mumla aratarak kendini sorgulatan, ‘Altın Kelebek Ödülleri’nin seçkisini ciddiyetsizleştiren yönler nedir?

Başı çeken olumsuzluk, yıldan yıla farklılıklarla karşımıza çıkartılan ‘kategori karmaşası’!

Bu karmaşanın akla düşürdüğü yegâne soru ise ‘Türkiye medyasının en ciddi kurumu tarafından gerçekleştirilen, mazisi derin bir ödül dağılımında, adayların yarışacağı kategoriler neden bir türlü sabitlenemez’ olmakta. Var mıdır bunun bir izahı?

Bakıyorsunuz bir yıl olan kategori diğerinde yok veya tam tersi, önceden olmayan bir dal o seneye eklenivermiş. Şans, kader, kısmet…

Sizce, Emmy veya Akademi Ödülleri’nde ya da Tony Ödülleri gibi tiyatroya yönelik organizasyonlarda böyle bir koy-kaldır değişkenliğinin keyfiyetine hiç rastlanabilir mi?

Elektronik medyanın en eskisi olup radyo alanında mükemmelliği sağlamak için 1914’te başlatılan Peabody Ödülleri’ne, sonradan televizyonun ve nihayetinde Dünya Çapında Ağ bölümlerinin eklenmesi gibi, teknolojik gelişimin doğurduğu zorunlu kategori ilavelerini saymazsak, öyle kafasına göre başlıklar açıp kapayan ciddi ve saygın ödüller olduğunu sanmıyorum. Bir ihtimal de, o yıl o kategoride yarışacak adayın bulunmayışıyla değişiklik yaşanabilir. Ya da Altın Tasma Ödülü gibi özel bir ayrıcalık tanınabilir. Hepsi bu.

Kalite böbürlenmesi yapılırken, Oscar’la aynı kefeye konulan‘Altın Kelebek Ödülleri’ndeyse durum tamamen keyfi. Misal, geçen yıllarda olmayan ‘En İyi Küçük Oyuncu’ kategorisi bu yıl açılıvermiş. Oysa geçen yıl da çocuk oyuncu vardı… Mesela ‘Karadayı’da veya ‘Karagül’de… Hem de sezon boyu. Onların başı kel miydi? ‘En İyi Senaryo Yazarı’ veya ‘En İyi Dizi Müziği’ için de aynısı. İlave kategori örneklerini çoğaltmak mümkün... Buna karşılık ‘En İyi Komedi Erkek Oyuncusu’ ya da ‘En İyi Haber Programı’ gibi bazı dallar da, bir var bir yok. Niyeyse?

Yani ‘Altın Kelebek Ödülleri’ bu haliyle çok net biçimde şunu düşündürmekte: ‘Ödül verilmek istenen kişiler o yıl ekrandaysa onlara uygun bir kategori açılır, değilse açılmaz’. Hiç olur mu demeyin. Şeytan dürtünce, böyle düşünceler de üşüşüyor kafalara işte!

38. Altın Kelebek Ödülleri’nde ‘Komedi Dükkânı’ ile En İyi Erkek Komedi Oyuncusu seçilen ve bu yıl da ‘Arkadaşım Hoş geldin’le aynı ödülü bir kez daha alan Tolga Çevik başta olmak üzere ödüle layık görülenler, her ne kadar seçimlerin halk eliyle yapıldığı konusunda gönüllere su serpse de, kategori standardı olmadıkça akıllardaki bu kuşku kaybolmayacak ne yazık ki.

BU ÖDÜLLER HİÇ MAKUL DEĞİL!

Kategorilerin düşündürücülüğünden başlattığımız sözü Tolga Çevik’e ve ‘Arkadaşım Hoş Geldin’e vardırınca, bu noktada akılları kurcalayan bir başka husus daha çıkıyor ortaya.

Geçen yıl ‘İşler Güçler’i En İyi Komedi Dizisi seçen Altın Kelebek bu yıl ne hikmetse ‘Arkadaşım Hoş Geldin’i bu ödüle layık gördü. Ödülü bol olsun, gözümüz yok. Fakat ‘Televizyonun dizi bolluğunda hiç mi komedi dizisi yoktu’ diye sordurtan bu ödüldeki kocaman çelişkiyi gözden kaçırmaya da hiç niyetimiz yok.

Kanal D’nin kendi sitesinde dahi, ‘Diziler’ değil de ‘Programlar’ başlığı altında yer alan ‘Arkadaşım Hoş Geldin’e olsa olsa ‘Eğlence Programı’ başlığıyla ödül verilebilirdi. Kalkıp da ‘En İyi Komedi Dizisi’ demek ve bu kategoride ödül vermek, yanı sıra Binnur Kaya’yı da ‘Aramızda Kalsın’ dizisiyle ‘En İyi Kadın Komedi Oyuncusu’ seçerek, ‘Demek ki seçilebilecek komedi dizisi de varmış’ düşüncesini oluşturmak, çelişkilerle dolu ‘Altın Kelebek’ için nasıl bir değerlendirme durumu yaratır, varın siz takdir edin.

Ayrıca Ömer-Ayşem çiftiyle gençlerin gözdesi olan ‘Beni Böyle Sev’ ya da ZeyKer’li ‘Güneşi Beklerken’ gibi eski diziler varken, içerik itibariyle(özellikle başlarda) komedi türüne çok daha yakın olan ‘Küçük Ağa’nın, kısacık ekran ömrüne rağmen, nicelerini hiçe sayarcasına drama dalında aday olup ödül almasının ne derece hakkaniyetli sayılabileceğini de değerlendirin.

‘Küçük Ağa’nın 28 Ocak’ta yayına çıktığı halde, 18 Nisan’da başlayan oylamaya katılma mantığını anlayan ve makul gören varsa beri gelsin. Dizi ne kadar iyi olursa olsun etik değil!

Bunlara ilaveten; En İyi Drama’nın, En İyi Erkek Sunucu’nun, En İyi Erkek Haber Sunucusu’nun, En İyi Yönetmen’in, En İyi Küçük Oyuncu’nun Kanal D’den seçildiği ‘Altın Kelebek’teki kimi kategori birincilerinin geçen yıllarla aynılığı da bir başka düşündürücülük hali. Bizdeki koltuğa oturanın kalkmama alışkanlığı, böylesi seçkilere de sirayet etmiş sanki.

Demek ki neymiş? Bunca kanalın, dizinin, sunucunun, programın var olduğu televizyon dünyamızda bazı dalların en iyileri, angaje edilmiş gibi hep aynı kalıyormuş. ‘En İyi Çıkış Yapan Solist’ dalında üç kişiyi seçip ‘Bari solist yerine solistler deseniz de bol keseden giden ödüllerin mantığı denkleşse’ dedirten ‘Altın Kelebek’te, izleyicinin önüne konacak seçenekler kısıtlı olsa tamam da… Ortalık her dalda aday gösterilmeye değenlerle dolu olunca başka.

Sonuçta diyeceğim o ki; ‘Altın Kelebek’lerin konacakları çiçeklerin zaten belli olduğu böylesi ödül dağılımlarında, tat da heyecan da sizlere ömür... Öyle sansasyonel isimler davet etmekle, canlı yayınla halka inmeye çalışmakla kalite tescillenmiyor.

Seçkiler; tıpkı gerçekten eleştirmek yerine sırf o konudan geri kalmamak veya başkalarının haklı eleştirilerindeki hususları yumuşatmak adına bir şeyler karalayanlar gibi, sadece ödül vermiş olmak için yapılıyormuşçasına yansıyınca itici geliyor böyle.

Bu iticilikte ‘Kelebekler özgür olmalı’ diyorum. Yoksa yıllara yayılı olup hiç düzelmeyecekmiş gibi görünen aksaklıklarını ve altını tenekeleştiren akıl bulandırıcılığını, ‘Alan almış, veren vermiş bize ne’ diyerek geçiştirip kimileri gibi görmezden mi gelmeliydik? Bilemiyorum.

Ama o zaman da, hem sonuçları doyurucu bulmayanları ve bu konudaki görüşlerimizi okumak isteyenleri kırmış olurduk. Hem de kendimizi kandırılmışlar sınıfında hissederdik. Neyse ne… Makul olmayan hususları işaret ettik ve bu yılı geçtik. Bakalım seneye nasıl bir kategori ve seçim mucitlikleriyle karşılaşacağız? Aynen devamsa… Kel başa şimşir tarak…

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal