‘Ödül ve ceza her zaman gereklidir. Çünkü bunlar iradeyi zorlayan araçlardır’ demiş Goethe… Lakin cezaların bazı durumlarda hak edilenin ötesinde işlevselleştiği gerçeğinde, ödüllerin de her daim yerini bulduğunu söylemek mümkün olamıyor.
Kaldı ki, ödülün bir değer taşıması için ödül verme olayının heyecan yaratma potansiyeline sahip olması şart! Bu da ödül verilen alanın içinin boş olmamasına ve değerlendirmenin ciddiyetine bağlı büyük ölçüde.
Mesela; Birleşmiş Milletlere nükleer silahların yasaklanması anlaşmasını kabul ettirerek bunun uygulanması için dünya çapında faaliyet yürüten ve ‘Milyonlarca insanı öldürecek nükleer savaşın küçük bir öfke nöbeti uzaklıkta’ olduğunu hatırlatan Nükleer Silahların Tamamen Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Kampanya (ICAN) örgütünün lideri Beatrice Fihn’e verilen Nobel Barış Ödülü’yle öne çıkan ve 1901’den bugüne dünya genelinde heyecanla beklenip ciddiye alınan Nobel Ödülleri…
Bilim dallarından düşünsel konulara geniş bir yelpazeden insanlığı kucaklayan çalışmaları ödüllendiren bu organizasyonun içinin boş olduğunu söylemek mümkün mü? Kasti karalamalar yapmanın ötesinde, kesinlikle değil.
Öte yandan her ödül olayının Nobel kadar dolu dolu olmasını beklemek gerçekçi olmaz. Ancak 1929’dan beri dağıtılan Oscar’da söz sahibi olan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi tarzı kurumların faaliyetleri haricindeki ödül dağılımlarının ‘Kendi kendine övgü’ misali anlamsızlığını ve buradan kaynaklanan heyecansızlığını saptamamak da hata olur. Özellikle sinema-televizyon alanındaki törenler… Ödüllerin tartışmaya açıklığı bir yana, organizasyonların da bir dolu olumsuz yanı bulunmakta çoğunlukla. Hele de tamamen bu işe endeksli kurumlar tarafından düzenlenmiyorsa!
Anlayacağınız herhangi bir belediye veya medya kuruluşu himayesindeki ödül dağıtımlarının içinin boş olması kuvvetle muhtemel. Nitekim İsveç’in başkenti Stockholm’de gerçekleştirilen Nobel Ödülleri Töreni’yle aynı zamanda dağıtılan 44. Altın Kelebek Ödülleri de her ne kadar ‘paha biçilemez’ olarak takdim edilse de, her yıl eleştiriye açık bir tabloyu beraberinde getirmekte. Bundan dolayı sürekli iğnelemelerimizden nasiplenmekte.
Şükür(!)rutinimiz bozulmadı bu yıl da. Ödüller sahiplerini bulurken, kendi yarattığı âlemde kafasına göre uçan Altın Kelebek de gittikçe daha boşa kanat çırptığını hissettirdi zira.
Bu yıl bir ilki gerçekleştirip Pantene Altın Kelebek jürisi tarafından belirlenen adayların yanı sıra, halka da kendi adayını aday listesine ekleyerek oyunu kullanabilme olanağı yaratan ve en yüksek oy oranına sahip adayı finalist yapıp yarıştırarak ödül dağıtan 44. Altın Kelebek’te eksik olanlar, dikkat çeken olumsuzluklar neydi derseniz…
Gözümüze çarptığı kadarıyla dökelim ortaya.
ALTIN KELEBEK RUHU SİZLERE ÖMÜR
‘Meryem’ kızımızı cesaretlendirmek için ‘Elim hafiftir hissettirmeden tamamlarız’ esprisini yapmakla birlikte bunun mizahi gücünü ne partneri Ayça Ayşin Turan’a, ne de salondaki konuklara aktarmayı başaramayan Cem Davran’ın ağırlıklı sunumuyla gerçekleşen 44.Altın Kelebek’teki en önemli olumsuzluğun ‘Ruh eksikliği’ olduğunu belirtmek isterim ilk etapta. Topyekûn üstümüze çöken sorunların bunaltısından mıdır yoksa ülkemizdeki ödüllerin, birilerini onore etmek adına, dağıtılmış olmak için dağıtıldıkları bilincinin güçlenmesinden midir, bilinmez… Gerek katılımcılarda, gerek sunumda, gerekse ödül alımında ‘Üstümüze düşeni yapıp gidelim’ havası hissediliyordu çokça. Bu havanın en net göstergesi de sahnede gerçekleşenlerden ziyade cep telefonlarıyla veya sağı solu kolaçan etmekle meşgul olan konuk tablosu ve Cem Davran’ın sürekli uyarılarına rağmen hayli cılız çıkan alkış sesleriydi!
Geçtiğimiz yıldan daha geç düzenlenen ve AVM bünyesindeki gösteri merkezinde yapılmasıyla birlikte, film galaları tarzı, ayaküstü bir organizasyona dönüşme yolunda hızla ilerleyen törendeki olumsuzluklardan ikincisi, ‘enerji’ düşüklüğüydü. ‘O eski halinden eser yok’ dedirtecek tarzda bir durgunluk sergileyen akışta her şey kestirmeden yapılmaya endekslenmişti sanki. Her ne kadar Cem Davran ikide bir ‘Harikasınız’ dese de, ortamda bu harikalıktan eser olmadığı muhakkaktı! Nitekim ‘‘Türkiye’nin en uzun soluklu ödül töreni’’ şeklinde lanse edilen Altın Kelebek’in nostaljik anlarında, 1972’den bu yana mazisine baktıkça o zamanki heyecan ve sıcaklığın yerinde yeller estiği de görülüyordu zaten. Keza Ajda Pekkan’ın yıllara meydan okuyan performansıyla dahi enerji yükselmesi sağlayamayan akış, tüm alanlarda olduğu gibi, ödüllerin de ne denli tatsızlaştığının göstergesi gibiydi.
Atatürk’ün adının geçmesiyle alkış dozunu yükselten törenin bir diğer eksikliği, eski Türkçe sözcüklerle renklendirilmeye çalışılan ‘sunum’ olayında gösterdi kendini. Sesiyle de kendini ispata soyunan Ayça Ayşin Turan’ın Altın Kelebek’te ilk sunuculuk denemesiydi ama Cem Davran’ın yıllara dayalı bir mazisi vardı bu alanda. Buna rağmen pek bir durgundu. Dahası, Ayça’nın ‘Ruhsar’ dizisi hatırlatmasına verdiği ‘Aklıma tuvalet penceresi geldi nedense’ şeklindeki yanıtla hem ‘Ruhsar’ın ruhunu sızlatan bir gafa imza atan, hem de törenle kel alaka muhabbet üreten Cem Davran’ın genel sunumundaki tat, sürekli ders veren-nasihatçi hoca kıvamındaydı. Ödül törenlerini fırtınalı bulan ve ödül dağılımı hakkında yapılan eleştirilerin bir kenara bırakılması gerektiğini işaret eden sunucunun ikide bir yılların geçişinden dem vurması da iç kararttı doğrusu. Velhasıl sunucuların motivasyonu zayıf kaldığından, salonun enerjisi de buna bağlı olarak düştü iyice. Ayça’nın Kıraç’la birlikte ‘Anam anam garibem’ demesi… Cem Davran’ın ülkemizde ayrımcılık, hayvan-doğa sevgisizliği gibi sorunların olmadığı yönünde ‘Bunların hepsi var. İhtiyacımız yok’ şeklinde manidar yorum yapması ve ardından ‘Kariyerimin son sunuculuğunda’ diyerek heyecan fırtınası estirici(!) espriyi patlatması dahi durumu kurtaramadı.
Yıldızı Parlayanlar olarak seçilen Hazal Filiz Küçükköse, Melisa Şenolsun ve Miray Daner’e ödüllerinin ‘sade suya tirit’ misali verilerek önemsizleştirildiği gecenin olumsuzluklarından bir başkası, yapımları kategorize etmede gösterdi yüzünü. Önceki törenlerde de işaret ettiğim ve yine-yeniden tekrarlanan bu olumsuzluk hem hak yeme, hem de eksik ödüllendirme sonucunu doğuruyordu. Şöyle ki; Magazin-talk show-kültür sanat-yaşam boyu başarı ödülü gibi kategorilerin keyfe keder eklenip çıkartılması bir yana, ‘Program’ formatında olan yapımları alıp dizilerle aynı kategoride değerlendirmeye sunan Altın Kelebek’te ciddi biçimde kategori eksiği göze çarpmaktaydı. En basitinden ‘Yardımcı oyuncu’ kategorisi niye yoktu? Ayrıca aday listesinin de sağlıklı yapılmadığı kesin. En İyi Kadın Oyuncu listesinde Gonca Vuslateri, En İyi Erkek Oyuncu seçkisinde de Murat Serezli niye yoktu mesela? Yani olayın atmosferi kadar ödül kısmı da düşündürücüydü fazlasıyla.
Sözün Özü; Altın Kelebek öyle veya böyle ödüllerini dağıtarak varlık göstermeyi sürdürse bile, bunca cansızlığın ve kervancının develerini ürkütmek istememe kaygısındaki ısmarlamacılığın içinde, eskinin Altın Kelebek ruhu sizlere ömür durumda. Azerbaycan’ın En İyisi diye bir bölüm açıp burayı seçenek olayından muaf tutan Altın Kelebek’teki eksikleri saptamanın ardından gelelim işin ödül kısmına…
ALTIN KELEBEKLER ADİLCE YERİNİ BULDU MU?
Ödül alanların-verenlerin ve organizasyonla bağlantılı olanların dışında kayda değer bir ünlü yoğunluğu yaşamayan ve ‘Biz, birbirimize caka satmak için geldik buraya. Ödüller kimin umurunda’ duygusu yaratan tören atmosferindeki eksikleri sıralamanın ardından ödüllerin yerini bulup bulmadığı faslında ilk eleştirim, ‘En İyi Komedi-Romantik Komedi’ dalındaki ödüle yönelik olacak.
Ya arkadaş insaf edin biraz. Geçen senelerde de aynı konuya tepki gösterip yanlışlığı defalarca işaret etmiştim. 41. Altın Kelebek’te En İyi Komedi Dizisi ödülü ‘Arkadaşım Hoşgeldin’e gitmişti mesela. Aynı şekilde 42. Altın Kelebek’te de ‘Güldür Güldür’ seçilmişti en iyi komedi dizisi niyetine. Şimdi yine aynısı yapıldı. Yanılmıyorsam 14 tane komedi-romantik komedi dizisi varken ‘Güldür Güldür Show’ ile ‘Güldüy Güldüy Show’ isimli programları bu kategoriye sokmanın mantığını nasıl açıklayabilirsiniz? Bir kere bu yapımların sürekli yayınlanıyor olması, onların dizi olduğunu kabul etmemiz için bir gerekçe olamaz. Zira bunlar, adı üstünde şov programı! Zaten kanalın sitesinde de ‘Programlar’ başlığı altında yer almakta, tıpkı ‘Çocuktan Al Haberi’, ‘Gelin Evi’ ve diğer yapımlar gibi!
O halde bu aday listesini yapanlara sormak isterim… Bir sürü komedi dizisi varken şov programlarını niye bu kategoriye sokuyorsunuz? Madem ‘Güldüy Güldüy Show’u dizi niyetine kabul ediyorsunuz öyleyse baştan sona komediyi hedefleyen ‘Çocuktan Al Haberi’ isimli programı da neden komedi kategorisinde değerlendirmediniz? Sizin cevabınızı beklerken isterseniz ben bir fikir yürüteyim… Amaç, doğru yapımı değil de, aday listesine konduğu takdirde en çok oy alacağı kesin görüleni ödüllendirmek olunca, böyle kategori şaşmaları gerçekleşmiş olabilir mi? Eh o durumda ortak noktaları BKM Yapım imzası taşımak olan skeçli şov programlarının komedi dizisi ödülünü alıvermesi de normalleşiyor tabii… Hayırlı olsun.
Azerbaycan’ın En Parlak Yıldızı kategorisinin neden konulduğuna hiç akıl erdiremeyip ‘Acaba bu adımla uluslararası etiketi alma modasına mı heveslenildi’ diye düşündüğüm ödül olayında ikinci eleştirim, geçtiğimiz yıllarda Altın Kelebek alanlara tekrar tekrar aynı branştan ödül verilmesine! Altın Kelebek koleksiyonu yapanların hatıralarını tazeleyen görüntülerle de açığa çıkan tabloda tam anlamıyla kendini tekrar hali mevcut. Kuşkusuz aynı kişinin işindeki başarısını sürdürmesi ve hep ödüle layık görülmesi mümkün. Yani bu olmayacak diye bir şey söz konusu değil ama böylesi ‘olmaması gereken’ bir durum. Çünkü öncelikle Altın Kelebek Ödüllerinin klişeleşip tatsızlaşmasında etken… Dahası ödülü alanda başarı heyecanını köreltirken, halkın zihnine de ‘Nasılsa filanca seçilecek’ düşüncesi yerleşiyor. Ayrıca ödül gerçekten hak edilse dahi, bu tekrarlarla başkalarının yolu kesilmekte… Bu da ödülün amacı olan zorlayıcılığı, kendini aşma olayını geçersiz kılmakta sonuçta. İlaveten aynı kişilerin ödül alımında farklı kategorilerden aday gösterilmeleri gibi bir ikircikli hal de ortaya çıkmakta.
Nasıl ki, geçen sene ‘En İyi Proje’ ödülü alan Tarkan, bu kez ‘En İyi Pop Müzik’ dalından seçilip kategori farkıyla yine kelebeği yakalamış. Aynı durum Müge Anlı için de geçerli… ‘Müge Anlı ile Tatlı Sert’ diyen bol ödüllü ekran yüzü, geçen yıl programdaki performansıyla ‘En İyi Kadın Sunucu’ kategorisinden ödüllendirilmiş. Bu yıl da aynı programı yaptığı halde ‘En İyi Gündüz Kuşağı’ dalında Altın Kelebek sahibi oldu. 41. Altın Kelebek’te En İyi Çıkış Yapan ödülünü paylaşan Mabel Matiz’in bu yılki ödülü, En İyi Klip dalında.
Öte yandan ‘Survivor’ ve dolayısıyla Acun Ilıcalı’nın Altın Kelebek ödülü toplamayı sürdürdüğü organizasyonda bir yıl önceki 46 şehidimizi anan ve ödülünü tüm şehitlerimiz için alan Nazlı Çelik de 6 kez ‘En İyi Kadın Haber Sunucusu’ seçilmesine de bir yorum getirmek isterim. Kuşkusuz bu tarz katmerlenen başarılara doğrudan sözümüz yok ama kadınların varlık göstermede hayli zorlandıkları medya-televizyon dünyasında sürekli aynı kişiyi motive etmek yerine başka isimleri de desteklemek gerekmez mi? Neticede FOX’tan Gülbin Tosun veya Show’dan Jülide Ateş gibi farklı isimler de mevcut bu alanda!
‘En İyi Youtuber/Instagrammer’ gibi bir kategori açılmışken neden ‘En İyi İnternet Dizisi’ bölümünün bulunmadığını merak ettiğim… Aslı Enver’in ‘İstanbullu Gelin’deki performansıyla En İyi Kadın Oyuncu seçilmesini bir parça yadırgadığım ödül dağılımında en hoşuma giden sonuç, Öykü Karayel ile Gökhan Alkan’ın En İyi Dizi Çifti seçilmesi. Çünkü hakkının gerisinde reytinglere maruz kalan ‘Kalp Atışı’ndaki mücadeleci tabloları gerçekten mükemmel! Altın Portakal’da bir başka yerini bulan ödül de TRT 1’deki ‘Stadyum’. Ersin Düzen, Mustafa Denizli, Ali Gültiken tarafından gerçekleştirilen programın üslubu En İyi Spor Programı seçilmeye layık kalitede.
‘Söz’ün, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yönetmen ve En İyi Dizi Müziği dallarındaki ödülleriyle başa güreştiği… ‘Vatanım Sensin’in En İyi Dizi ve Senarist ödüllerini alarak başarıda ‘Söz’ü takip ettiği törende bunca eleştirilecek yöne karşın ilgi çekici mesajlar da vardı kuşkusuz.
Mesela; Harun Kolçak’ın ödülünü almak için gelen babası Eşref Kolçak’ın ‘71 yıllık sinema hayatımda ilk kez Altın Kelebek Töreni’ne geldim. O da oğlum Harun sayesinde’ şeklindeki sözleri, serzeniş olmanın ötesinde, bu tarz organizasyonlardaki davet mantığını göstermek açısından oldukça kayda değer bir mesajdı.
‘Çocuktan Al Haberi’ ile En İyi Kadın Sunucu seçilen Evrim Akın’ın ödül alımında genele yönelik dokundurması da incelikliydi nitekim. ‘Irk ayrımı yapma, inançlara saygı göster, hayvanları sev, doğayı koru ve barıştan yana ol. Ama en önemlisi de bunları çocuklara öğret’ şeklindeki sözleriyle kutladı Dünya İnsan Hakları Günü’nü. Tebrikler.
Osman Sınav’ın En İyi Senarist ödülünü verirken ‘İnşallah özgün işler yapana gider’ diye düşündüğünü ifade ederek bu alandaki problemi en kestirmeden dillendirmesi… En İyi Haber Sunucusu seçilen Fatih Portakal’ın FOX Haber’in başarı sırrını, gerçekçiliğe ve patron baskısının bulunmadığı ortam özgürlüğüne bağlayarak lafını kondurması… Özgünlük ve özgürlüğün kesiştiği noktada başarıyı bulacağımızın hatırlatmasıydı. Hadi inşallah.
‘Kendi Mucizesini Yaratanlar’ kategorisinden ödül alanlar arasında, acil şifa dilediğim, yürüme problemine rağmen salonu selamlamayı ihmal etmeme zarafeti sergileyen Erkan Petekkaya’nın yurt dışındaki yabancı izleyicilere teşekkürünü de, izleyicinin kaliteden anlama noktasında, hayli manidar bulduğumu söylemeliyim. Yeni Fatih’imiz olmak için gün sayan Kenen İmirzalıoğlu’nun ödülünü, bölüm başı 1 Dolara satarak yurt dışı dizi mucizesini başlatan Osman Sınav’a ithaf etmesini de geçmişi unutmamak olarak gördüğümü belirteyim.
SONUÇTA; Dizilerimizin uluslararası pazardaki mucizesini(!) övgüsünden Kıyafetleriyle ilgi odağı olma hevesindekilerin magazinsel tavırlarına… Ödüllerin düşündürücülüğünden, Cem Yılmaz’ın dahi espri patlatma gereği hissetmediği organizasyon ruhsuzluğuna… Adaylıklardan dağılımına yeterli özenin gösterilmediği, ödül olayının içinin pek doldurulamadığı bir ‘Altın Kelebek Töreni’ni daha bıraktık ardımızda. ‘Altın Kelebekler adilce yerini buldu mu’ sorusuna cevabımız da bir Alman özdeyişinden gelsin… Özen yoksa ödül de yoktur! Sözümüz anlayana.
Anibal GÜLEROĞLU