Farkında mısınız, yaşam boyu ne çok klişe dayatılıyor bize? Şöyle bir düşünüyorum da… Seçim zamanı dillerden düşmeyen, tüyü bitmedik yetimin hakkı. Oysa ‘Benim vatandaşım’ diye başlarken hep cümleler, ne denli umursandı üç kuruşa yaşam mücadelesi vermeye çalışan vatandaş, yetimler veya hakları? Terör can almaya başladığında yine klişeler girdi devreye… ‘Kanları yerde kalmayacak’ dendi her şehide. Gel gör ki, nice canlar kurban gitti-gitmekte. Vatandaş cephesindeki yegâne klişeyse, iş-aş derdine düşüp ekran karşısında pinekleme.
Peki, ekranlar çok mu farklı bir durum sunuyor? Ne gezer? Kopyala-yapıştır-oku kıvamına sokulan haberler de dâhil olmak üzere klişeleri tam gaz. Çocukları bolca kullanmaktan çekinmeyen reklamlar misal… Baş klişesi, dayatmalarla beyinleri pişen insanları tüketime teşvik edici, gerçekle ilgisi olmayan tanıtım balonlarından ibaret oluşu. Gaf ustası magazinin hali malumunuz… ‘Büyük aşk, övgü’ klişelerinin ötesinde ortada fol yok yumurta yokken kimlere hangi roller yakıştırılmaz ki! Sonrası fos tabii... Keza, ‘Nefes kesti, zirvede’ gibi başlıklarla medyada yer bulan, lakin çoğu zaman bu başlıkların hakkını vermeyen performans sergilemiş olan dizi cephesinde de durum aynı. Yarışma programlarına taş çıkartırcasına zorlu yarışa giren yapımlarda klişeler tavan yapmış halde. Öyle ki, sahnenin devamında nelerin yaşanacağını, karakterlerin nasıl bir profil sunacağını tahmin etmek artık çok kolay hale geldi. Bu nedenle hem senaryo kalitesini ortaya koyan, hem de seyir keyfini artıran merak duygusu sizlere ömür. Tabii yaşamın tadını kaçıran tüm klişelere karşı nasılsa, burada da yapılacak bir şey yok. ‘Önümüze konan bu’ deyip çaresiz izlemede kalıyoruz. Gerçi senaristler de haklı. Bir türlü makul ölçüye çekilemeyen ve maalesef çekilmesi de hayalden ibaret olan uzun süreler sayesinde ‘ağır işçi’ haline gelen kalemler klişelere sırt dayamayacak da ne yapacak? Kolay mı yeni yeni şeyler bulup süre doldurmak? Elin adamı yaratıcılık sergiliyor ama hem bölüm sayısı az hem de süreler kısa. Dolayısıyla enine boyuna düşünüp ilginç işler yapma fırsatı buluyorlar.
Velhasıl tarihin de sürekli tekerrür ederek klişeye düştüğü şu âlemde dört koldan klişelerle eğilip bükülmekteyiz. Cümlesine karşı da ‘Devenin neresi doğru ki’ kabullenmişliği içindeyiz. ‘Yükselen değer, isyankârlık değil kabullenmek’ diyerek bunu geçip, Kanal D’nin yeni dizisine gelelim ve baştan itibaren üstünde durduğumuz ‘klişe’ olayından ‘Altınsoylar’ da nasiplenmiş mi diye sorgulayalım. Bu sorguda cevap ‘Evet’. Zaten aksini beklemek de abes. Dolayısıyla ‘Altınsoylar, ekranın yeni komedi klişesi’ diyebiliriz rahatlıkla. Ancak bunu yaparken dizinin hakkını da teslim etmeliyiz. Bu mantıkla dizinin klişeleri ve hakkı neymiş bakalım…
ALTINSOYLAR’IN KLİŞELERİ…
‘Tatlı İntikam’ı öteleyerek Kanal D ekranına çıkan ‘Altınsoylar’, total izleyicide yedinci, AB grubunda altıncı olarak Cumartesi yarışındaki yerini aldı. Kötü bir sonuç değil ama… ‘Kalbimdeki Deniz’le ‘O Ses Türkiye’nin zirveye kurulduğu, ‘Kertenkele Yeniden Doğuş’un girdiği süper kahramanlık sendromuyla izleyici kaybettiği, ‘Aşk Laftan Anlamaz’ın ufaktan ümitleri diriltmeye başladığı gecede ‘Altınsoylar’ın ciddi rakip bolluğuyla karşılaşmadığını düşünürsek… Dizinin fazla sevinmeyip bu açılıştan çıkan mesajı iyi değerlendirmesi gerek. Bu noktada da ‘Altınsoylar’ın sergilediği klişelerin puan düşürücü varlığı giriyor devreye.
Diziye handikap olan klişelere Oğuz’dan başlayacak olursak… Kendisi, yetimhaneden kaçtığı gün sudan çıkmış balığa dönen bir genç. Yani yetimhane çocuğu. Şimdilerde karakterleri yetimhaneyle bir şekilde haşır neşir etmek moda ya… ‘Meğer ne çok yetimhanede yetişmiş insan varmış bu toplumda’ dedirtircesine mutlaka hemen her yapımda yetimhane olgusu çıkacak karşımıza. ‘Altınsoylar’ın Oğuz’u da bu klişenin ürünü olmakta. Yetimhanede kalmak mı zor, kaçmak mı diye sorgulatma görevini komediyle gargara yapan karakteri yaratmak için başka çıkış bulunamaz mıydı? Bulunurdu elbet ama yetimhane abartısı moda olunca dramı geçtik komediye kadar sokmak şart oldu. Yetimliğin gerçekleri de hayalcilikle ayağa düştü.
Onun bunun evine kolayca girip konaklamayı adet edinerek ‘Kertenkele’yi anımsatan Oğuz’un başa sarıp anlatmasıyla öyküye dalan dizide diğer itici klişe, tesadüfler… Koskoca İstanbul’da kendi gibi kaderinden kaçan Burcu ile çarpışması yetmiyormuş gibi sen git gel adaşının evine kapağı at. Üstüne üstlük tam zamanlamayla dede çıkagelsin. ‘Ne tat verdi bunlar’ diye düşünmeye gerek yok. Tesadüf klişeleri neticede. Öte yandan Burcu ile Oğuz’un kaçma, öpüşme, çıplakken odaya dalma gibi klişeleriyle ikilinin ‘Sevimli Tehlikeli’ filmindeki Zarok-Zeliş tablosuyla eşleştiğini de belirteyim… Ki orada da ailesinin zoruyla nişanlanan kız rolündeki Ayça Ayşin Turan evinden kaçarak, Şükrü Özyıldız’ın canlandırdığı Zarok’la bir maceraya giriyordu. Yani konular farklı olsa bile karakterler-mantık aynı klişelerde buluşmuş!
Dizideki aile yapısı da ‘Altınsoylar’ın klişe kotasını dolduranlardan… Parasının gücüyle aileyi bir arada tutan, gelenekçi baba cephesi Cihad Tamer’in canlandırdığı Muhiddin’e teslim. ‘Komedi Dükkânı’ndan itibaren Tolga Çevik’le aşina olduğumuz Muhiddin ismine farklı bir boyut kazandıran ‘Altınsoylar’da Birsen Dürülü’nün Seniha karakteriyle cefakâr-kocasına düşkün anne klişesi de yerli yerinde. Geriye ne kaldı? Aile dizilerinin olmazsa olmazı, çaçaron ev kızı ve kayınbaba kanatları altında geçinen uyanık-yağcı damat… Ki, onlar da ‘Albüm’ filmiyle yenilikçilik yüzünü gösteren Şebnem Bozoklu’yu bir kez daha aynı türden dizisel konuşma temposuna sokan Gülsüm ile Ünal Yeter’in üstüne ısmarlama takım gibi oturmuş olan business(biznis) erkeği Mesut! Mutlu evliliği var sanırken, kocasının başka kadından olma çocuğuyla karşı karşıya kalan bahtsız gelin klişesi de, hüzünlü duruş kraliçesi Bennu Yıldırımlar’ın canlandırdığı Saadet karakteri. Bu aile tablosunda eksik olan ne? Tabii ki evin gözdesi büyük erkek çocuğun gölgesinde kalıp içten içe kinlenen küçük kardeş ve eşi. Onların klişeleri, Görkem Şarkan’ın Emin’ine ve Begüm Akkaya’nın Ümmü’süne teslim. Büyük aileli ev ortamında çalışanlar deseniz... Ayşe-Fatma-Halim üçlüsüyle bu detay da tamam.
Şimdi gel de bu klişe aileden ilginç, sürpriz bir gelişim bekle. Mümkün mü? Hayatta her şey mümkündür de yapmaya niyet olursa! Mesut’la sivri karakterini yaratmaya çabalayan, kötü adam klişesini de Bora Koçak’ın canlandırdığı nikâh kazığı yiyerek kinlenen Hamit karakteri üstünden doldurma yolunu seçen ‘Altınsoylar’da böyle bir ümit var mı peki? Burak Sevinç’in gerçek Oğuz’u, dizinin klişeci yüzünü kırmaya uygun ama… Şu an için bu tarz yapımların tüm klişelerini kullanmayı ihmal etmeden karşımıza gelen senaryo ileride ne yapar bilemem.
‘ALTINSOYLAR’IN OLUMLU ÖZELLİKLERİ NELER?
Dizilerdeki çarpışmalı karşılaşmalara ve büyük aşklara, Oğuz’un ağzından değinerek bir anlamda klişe özeleştirisi yapan ‘Altınsoylar’, işaret ettiğim cümle klişesine karşın, ilk bölüm itibariyle sıkılmadan izlediğim dizilerden. Bunu sağlayan baş özellik, sahne geçişlerinin hızlı temposu! İlk andan itibaren koşturmaca sunan yapımdaki akıcılık izlenebilirliği artırmakla kalmıyor, aynı zamanda dizinin mantıksız yönlerini durup düşünmeyi de engelliyor.
Olumluluk adına Aras Aydın ile Ayça Ayşin Turan’ın varlıklarından doğan ekstra enerjiyi ve pozitifliği söylememe gerek var mı? İkilinin uyumu da harika olmuş. Esasında bu durum oyuncuların özünden kaynaklanıyor. Çünkü yer aldıkları işlerde partnerleri kim olursa olsun aynı enerjik tablo çıkıyor ortaya. Nitekim her iki oyuncunun dizi ve film örnekleri ortada.
‘Altınsoylar’ın bunların dışındaki olumlu özelliği, aralara sıkıştırılmış mesaj incelikleri… Armut dibine düşer diye düşünülen torunun ‘mafya’ çıkmasıyla, soy meraklısı aile büyüklerinin peşin hükümlülüğüne işaret eden dizide kızların eğitim çilesine, okuma uğruna nişanlanma hilesine başvuran Burcu örneklik ederken, Ekonomi okuyup garsonluk yapan Müge ile de üniversite bitirip iş bulamama durumlarına değinilmekte.
Öte yandan ‘Altınsoylar’ın kadın-erkek ilişkilerinde sorgulamalar yapmak ve buradan hem konu gelişimi hem de hayata yönelik saptamalar çıkartmak da mümkün. Mesela, Gazanfer’in aldatması Saadet’in çocuk sahibi olamamasından mı kaynaklanmış yoksa ikinci kadın sevdasından mı? Ya da Ümmü ile Emin arasındaki ilişkide eksik olan çocuk mu, aşk mı? Allah’ın adamı Adanalı olmak, belde silah kadın kovalamaktan mı geçiyor diye düşündüren Hamit ile Burcu arasındaki hesap ise ‘Suçlu kim’ dedirterek, başlı başına gelişim ve tartışma konusu olabilir. Nasıl ki Oğuz, Burcu’ya söyledikleriyle, baba baskısıyla namus temizlemeye niyetlendiği aşikâr olan Hamit’ten yana tavır sergiledi ve kadın cephesi okkanın altına gitti. Hamit-Burcu olayının alt yapısından neler çıkacak göreceğiz. Aynı şekilde gerçek Oğuz’un gelişimini ve Oğuzların yollarının kesişmesinin nasıl verileceğini de merakla bekliyorum.
Sonuçta; Yetimhane çocuğu Oğuz’un aslında gerçek Oğuz çıkma ihtimalini de düşündüren… Oyuncu kadrosu ve temposuyla sağlam duran ‘Altınsoylar’ın şu an için yegâne olumsuzluğu, senaryo yapısının tamamen klişeler üstüne kurulmuş olması! Bu detayı, ‘Altı üstü komedi. Klişelerle yürüse ne çıkar’ deyip boş geçmemek lazım. Zira komedi dahi olsa benzer tatlar sunan senaryo özgün şeyler çıkartamayınca, dizi bir noktadan sonra tıkanmakta ve ilgi kaybı yaşanarak finale gidilmekte. Bunun örneklerini sıralamaya da gerek yok. Herkes hatırlıyordur nasılsa. ‘Altınsoylar’ şayet aynı kaderi yaşamak yerine ekranın uzun soluklu komedisi olmak istiyorsa, Cumartesi’nin boşluğunu nimet sayıp klişelerin ötesine geçmeye çalışmalı derim!
Anibal GÜLEROĞLU