Senaristlerde fikirler mi tükendi, yoksa yaratıcılık taklide mi yenildi? Avrupa ve Kore filmlerini uyarlamaktan kendini unutmaya başlayan Hollywood bir yana, gerek dizilerimizde gerekse filmlerimizde önümüze getirilen böylesi yapımların bolluğunu gördükçe ve dahi ‘Bu bankayı tango eşliğinde soyalım’ önerisiyle hayallere dalıp seksi kıyafetler içinde dans performansı sergileyen dört kadının ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’nu izledikten sonra bu soru aklımı daha çok kurcalar oldu.
‘Kadın İşi’yle ilgili bir sohbette, ‘Bu filmin rengi bence mavidir’ diyerek blues, tango ve arabesk karışımlı içeriği ‘mavi’ye bağlayan Meltem Cumbul’un bu benzetmesi ilgimi çekmişti. Bana göre 2013’ün en farklı filmi olan ‘Mavi En Sıcak Renktir’den mi etkilenilmişti de ‘mavi’nin seksiliğinden çekicilik yaratılmak isteniyordu? Bu etkileşimi gölgede bırakan, ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’nun ana teması oldu!
Ben orijinal bir öykü beklerken, kadınlara banka soydurma olgusu ve karakterlerin yapılandırılması, 2004 Hollanda yapımı ‘Amazones’ filmindekiyle aynıydı. Bir yerden esinlenilmese şaşardım zaten.
Öyleyse biz de esinlenmeyle, eleştiriyi buluşturup ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’na dalalım. Kadın, kadının halinden anlarmış ama kadının kadına ettiğini de unutmamak lazımmış ya… Özel gösterimde ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’ filmi üstüne yorumda bulunan dört kadın oyuncu kadınlar arası durumu böyle özetlediğine göre, hemcinslerimizin kurdu olalım… Gülay, Bilge, Nihal ve Dürdane’nin ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’nu eleştirirken hem halden anlayıp dostça yaklaşalım, hem de gözümüze çarpan ayrıntıları açıkça ortaya koyalım.
FİKİR ORİJİNAL DEĞİL AMA…
Yeni fikir üretmeyip yapılmışlardan esinlenme durumuyla başladık ya söze… Oradan devam edecek olursak Meltem Cumbul, Filiz Ahmet, Özge Ulusoy ve Esra Dermancıoğlu dörtlüsüne banka soydurma fikrinin orijinal olmadığı gerçeğinde, yönetmenliğini A. Taner Elhan’ın yaptığı ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’na geçmeden önce yerlimizin devşirildiği Amazonlar’a bir göz atmakta fayda var.
Senaryosu Barbara Jurgens tarafından kaleme alınan ‘Amazones’, apartman varoşlarında yaşayan dört kadının para sıkıntısını ve yaşamlarındaki güçlükleri ortaya koyduktan sonra, tıpkı yerli yapımımız gibi, onlara çözüm için soygun yaptıran bir içeriğe sahip.
Ancak benzinci marketinde şahit oldukları soygunun ardından silahlı-maskeli soygun geyiği yapıp sonrasında bunu gerçeğe çeviren Hollanda yapımındaki dört kadının öyküsü, bizim yerli kadın soyguncularımızdan biraz farklı. Borç harç, maddi sıkıntı kısmı; kadınların tiplemesi aynı fakat onlarda çoluk çocuk daha bol, bir de köpecik var. Polisin müdahil olduğu soygunun gelişimi ve devamı da daha kapsamlı. Üstelik elin hatunları hem gerçek silah kullanıyor, hem de daha sistemli bir biçimde sadece banka değil market soygunu da gerçekleştiriyor.
Yani ‘Kadın İşi’, fikrini ‘Amazonlar’dan almış ama temel noktalar dışında kalanlar aynı değil! Bu ise arabeskle yoğrulmuş yerli soyguncularımızı, kendi ayrıntıları doğrultusunda ilgiye değer kılıyor. Özellikle de Filiz Ahmet’in enerjik canlandırması ve dört kafadarın tango performansıyla!
Kısacası; kadın arkadaşlara, erkeklere nazire edercesine banka soydurma fikri orijinal olmasa bile ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’ geneliyle kendine has havaya sahip hoş bir çalışma.
‘KADIN İŞİ’, KADIN FİLMİ DEĞİL
On yıl öncesinin ‘Amazones’ filmiyle kıyası bir kenara bırakıp yerli kadınlarımızın, güvenliği ve çalışanlarıyla dandik durumdaki bankayı soyma macerasına gelecek olursak ilk etapta dikkatimi çeken ayrıntı, oyuncuların yapımın kategorizesinde düştükleri hata…
Verilen demeçlerde ‘Ataerkil düzendeki kadının bir işe cesaret edememe korkusuyla geride kaldığını’ söyleyen Meltem Cumbul ve diğerleri, ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’nu kadın filmi olarak vurguluyorlar. Yapımı sunanlar da bu fikri körüklüyor. Sanki ‘kadın filmi’ denince ilgi katlanacakmış gibi düşünülüyor herhalde.
Ancak bana göre bu sınıflama yanlış. Zira sırf kahramanlarının birbirine destek veren sorunlu kadınlar olması nedeniyle, bir yapıma ‘kadın filmi’ demek pek mümkün değil. Dahası filmin bütününe hâkim olan maddi sorun konusu, dar gelirli herkesin sıkıntısı. Bu nedenle ben, ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’nun söylemini, ‘düzendeki sömürüye başkaldırı’ olarak görüyorum.
Nitekim yaşamakla hayatta kalmak arasındaki farkın, kredi çekip ödemekle ödeyememek arasındaki gibi olduğu düzende ortak paydaları, erkeklerden kazık yemek olan ve içine düştükleri parasızlık durumunda isyanları oynayan dört kadının en büyük belalısı da bu bankacılık sistemi!
ACEMİ ŞANSININ DEVAMI OLABİLİR
‘Her bankacı potansiyel bir soyguncudur’ yorumuyla kredi borcu batağındakilerin ortak derdine tercüman olan kadınlar, bu belalıdan kurtulup rahat nefes almak için kendilerine ilginç bir çıkış yolu bulurken, en büyük görev Bilge karakterine düşmüş.
Filmi kurtaran da aslında, Filiz Ahmet’in acemi şansına dayanan soygundaki erkeksi performansı! O olmasaydı filmin izlenebilirliği de hayli düşerdi doğrusu. Hırsızın kara parasını çalan hırsız olmak ve çaldıklarını kredi ödemesiyle yine bankalara geri vermek kararını alan sıkı dostlar, iki şişe ab-su devirdikten sonra gözlerini karartıp banka soymaya giriştiklerinde Bilge’nin anarşik ruhu ‘Kadın İşi’ne can katıyor. Tabii bu göz karatma durumunda ‘başkaldırı’ müziği olan tangonun ve arabesk nağmelerin de payı büyük.
Soygunun yüceltilip banka ve iş düzeninin yere vuruluyormuşçasına sunulduğu yapımda, bu ayrıntı yanlış anlaşılabilir belki. Lakin insana kendi evini geri satan banka sistemi ve onlarla beslenen dev binaların gölgesi varken rock’tan, tangodan anlamadıkları ısrarla ima edilen Küçükarmutlu bölgesindeki kadınların, Anonymous maskeleri takıp seksi kıyafetler içinde tangonun kışkırtıcılığına kapılarak ‘Batsın bu dünya’ demekten başka şansı mı var?
Üstelik film dünyasının hayalciliğinde, banka soymak nedir ki? Şansın yaver gittiği acemilik komedisi. Çalınan kara para olduğu için zarar gören de yok. Hem zaten baş döndürücü yaşam akışında kredi zorlaması, biriken faiz baskısı, yetersiz bakiye salgını, çağrı merkezlerinin acımasız çalışma düzeni, kanser illetinin gelişimi, ana-kız ilişkisindeki kopukluk ve ortada olmayan kocanın eksikliğiyle kalpler tiki tiki atarken kadınların soyguncu durumuna nasıl düştüğünü sorgulamak da pek mantıklı değil.
Öyleyse ne yapacaksın? Dizilerde öne çıkan dört kadını bir araya getireceksin… Amazonlar’dan aldığın ilhamla giriştiğin soygunda takacaksın peruğu, doğrultacaksın namluyu, absürtlüklerle de vereceksin coşkuyu… Koyuver gitsin.
Çocuğumun büyüdüğünü göremeyecek miyim korkusuyla gelişen hastalık dramı, ‘S’lerle dolu birliktelik kuralları, özgürlüğün ve gelenekçi yaşamın çatışması, terfilerin pozisyona bağlanması… Yetmediği yerde gazı, TOMA’SI… Duvar süsü, Che Guevara’sı… Bunlardan ötesi var mı? Merkez Bankası!
Sonuçta; işinden olan kadınların, yaşı geldiği halde adam gibi bir erkek bulamamışların ve sabah düzenin işçisi, akşam klavye devrimcisi erkeklerin mesajcı dokularının orijinal fikre payanda yapıldığı ‘Kadın İşi: Banka Soygunu’, en kestirmeden işlenmiş yan karakterleriyle yetersizlik arz etse de, izlenmesi keyifli bir film.
Kadınlar, kadın dayanışmasını gişede gösterecek mi? Biz kurtluğumuzu yapıp, içini deştik. Ötesini hep birlikte göreceğiz. Ama şayet dayanışma, filmin beklentisini tatmin ederse Amazonların yerli versiyonu ‘Kadın İşi’ tıpkı orijinalindeki gibi ‘market’ soygunuyla devam edebilir.
Nasılsa ‘Banka soyacaklarmış kadın başlarına’ diyen erkek küçümseyişine karşın esinlenmelerle ‘Kadın İşi’ soygun yapmak kolay! Bu da bizden dayanışma önermesi…
Anibal GÜLEROĞLU