Arkadaş, arkadaşlık… Sık sık kullanılan ama çoğu zaman içi doldurulamayan sözcükler. Özellikle internet sayesinde eli bilgisayar tutan herkesin kendi çapında arkadaşı bir dolu… Herkes herkesin yediğinden içtiğine gittiği yerlerden ilişki durumlarına, özel hayata dair neyi varsa haberdar. Ama ya gerçek hayattaki hakiki arkadaşlıklar? Elbette günü kurtaran, hoş vakitlerde yaşananı çoktur ama… En zor zamanda omuz veren, arkanı döndüğünde kuyunu kazmayan türden arkadaşlığa kaç kişi sahip olabilmiştir ki şu hayatta? Kısacası arkadaş bolluğunda arkadaş bulamamak, günümüzün hızlı tempolu değişken-menfaatçi dünyasının acı gerçeklerinden. Dolayısıyla çıkar çatışmacılığı, birbirinin elindekini kapma yarışı hüküm sürerken insanlar arasında arkadaşlığın, dostluğun var olabileceğine inanmak mümkün mü?
Açıkçası ‘arkadaş-dost’ dediklerimden hep kazık yediğimden midir, benim pek umudum kalmadı, samimi-harbi arkadaşlıktan yana. Bundan dolayı sömürü ve menfaatçilikle eşdeğer algılamaya başladığım arkadaşlar için ‘İyidir’ demem imkânsız. Kaldı ki, Rus edebiyatının yazısından ve fikirlerinden ötürü sürgün yemiş değerlerinden olup genç yaşında hayata veda eden Lermentov da, ‘Daima iki dosttan biri diğerinin kölesidir’ sözüyle düşünce tarzımı gayet güzel doğrulamakta. Anlayacağınız, arkadaşlık-dostluk iyidir ama hep ‘sömüren’ taraf için! Aksini düşünüp yaşayanlara da tebrikler…
Öte yandan O3 Medya’nın yapımcılığını üstlendiği dizi gibi ‘Arkadaşlar İyidir’ diyerek, arkadaş diye geçinenler üstünden ‘Arkadaşlar iyi midir gerçekten’ diye sorgulatmak da mümkün. Hani doğruyu göstermek için yanlıştan yola çıkılması gibi… Dolayısıyla biz de Ekin Atalar’ın senaryosuyla ekrana taşınan arkadaşlık kavramına bu gözle yorum katalım dedik.
‘ARKADAŞLAR İYİDİR’İ NEDEN HEMEN YAZMADIM?
Show TV’nin gençlik işi diyebileceğimiz diziyle ilgili yazıma bir açıklamayla başlamak istiyorum. Çünkü ‘Dizinin ilk bölümünün ardından tweet attınız ama neden köşenizde yazmadınız? Eleştirmeye değer bulmadınız mı? Bütün yeni dizileri yazıyorsunuz ama Arkadaşlar İyidir köşenizde yok. Yoksa yazmanız söylenmedi mi’ şeklinde sorgulayan-itham eden mesajlar peş peşe sıralandı. Bu meraka karşılık öncelikle belirtmek isterim ki, her emek verilen işe saygımız sonsuz. Yani ‘Eleştiriye değer bulmama’ diye bir durum kesinlikle söz konusu olamaz. İyisiyle-kötüsüyle, sırası geldikçe her işi masaya yatırmaya çalışıyoruz. Bunun ötesinde ‘Talimatla yazı yazılması’ gibi bir durum bizde asla yoktur. Olmayacaktır da!
Gelelim ‘Arkadaşlar İyidir’e… ‘Arkadaş’ parçasının duyguları titreten etkisiyle ekrana taşınan ‘Arkadaşlar İyidir’ için, tüm karakterlerin tanıtıldığı; herkesin derdinin ne olduğunun bir çırpıda ortaya döküldüğü ilk bölümün ardından hemen yorum yapmadım. Çünkü ilk bölümün finali, Deniz Koloş’un yönetmenliğinde kurulan arkadaşlık dünyasının tüm malzemesini ve gizemini başlangıçta tükettiği duygusunu uyandırdı bende. Evet, ilk bölümü gayet akıcı biçimde ilerleyerek kendini rahatça izleten bir çalışma olmuştu ve çok sevmiştim bu gençleri ama asıl önemli olan, devamının nasıl getirileceğiydi. Dolayısıyla ilk bölüme bakıp havalara çıkartmak veya dibe çekmek yerine birkaç bölüm bekleyerek, hataları olumlu yönlerle dengeleyip yazmak istedim. Nitekim devamındaki gelişmelerle haklı olduğumu da gördüm.
Neticede; acele işe şeytan karıştırmak istememenin ötesinde bir sebep yok. Hem arkadaşlık konusu da öyle yalap şalap yorum getirilecek bir iş değil ki iki satırla geçiştirelim veya dizi bölümlerini özetleyen yazıları yorum niyetine verelim! Değil mi ama? Neyse efendim… Bu açıklamayı da yaptığımıza göre ‘Arkadaşlar İyidir’ derken izlenen yolda neler var bakabiliriz.
‘TATLI KÜÇÜK YALANCILAR’ HAVASINDA BİR ARKADAŞLIK İRONİSİ…
İronilerin eleştiri gücünü oldum olası sevmişimdir. Söylenenin-yapılanın tam tersini ifade etmek için birebirdirler. Gerçi normal eleştiriden daha fazla anlama kabiliyeti gerektirirler ama yine de yarattıkları çelişkilerle insanları daha çok düşünmeye sevk ederler.
İşte, ‘Hayat sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir’ diyerek öyküsündeki arkadaşlık kavramını şekillendiren ‘Arkadaşlar İyidir’ de, isim-içerik bazında değerlendirildiğinde bana göre tam bu kıvamda. Yani ironik üsluba sahip bir çalışma konumunda. Bir yandan beş kişilik grupla gençlik tablosu yaratıp ‘Arkadaşlar İyidir’ derken, öte taraftan arkadaşlığın iyi olmadığını saptamak için gereken her şey sergilenmekte. Gizem de bu ironinin baş mimarı.
Gizem demişken… Onun, çalınmış hayat intikamcılığı olarak gördüğüm sinsiliğinin ve gizli iş çevirmeleriyle arkadaş ortamını çomaklamasının, diziyi ‘Tatlı Küçük Yalancılar’ın evrilmiş hali gibi algılamama sebep olduğunu da belirtmek isterim. Şimdi bu yorumuma itirazlar yükselecektir hemen. Tabii ki ‘Tatlı Küçük Yalancılar’la ‘Arkadaşlar İyidir’in gelişimi ve yapısı arasında dağlar kadar fark var. Buna karşılık dikkatle izlendiğinde, karakterler arasında bağ kurmak da gayet kolay. Dolayısıyla ‘Ne alaka’ demeden önce bir kıyas yapmakta fayda var.
Mesela aşırı ağır makyajıyla ortalıkta sinsi sinsi gezinip dikizleyen, herkesin her şeyinden haberdar olmayı başaran Gizem’e bakıp yalanlarıyla, kötücül şakalarıyla arkadaş grubunu geren kıskanç Açelya’yı hatırlamamak mümkün mü? Hele bir de Eren’in sırrını öğrendi; Seda’nın babasının gizli ilişkisini görüntüleyip yolladı, ona buna mesajlar atıp gençleri birbirine düşürmek için numarası görünmeyen telefonla iş çevirmeye başladı ya… ‘Hoş geldin A’ diyorum kendisine. Bakalım ilerleyen bölümlerde ne numaralar çekecek millete.
Seda deseniz, bana göre ‘Tatlı Küçük Yalancılar’daki Aslı’yla oldukça uyuşmakta. Masumiyet timsali Seda da, Aslı’nın Açelya’ya güvendiği gibi, Gizem’i yakın arkadaş görüp her durumda inanmakta. Babasının ihanetini öğrenip annesinden gizleme halleri de tıpkısının aynısı. Ama Yunuz’a yaklaşmasıyla da Güneş’i Beklerken’deki Zeynep’i hatırlatmadı değil hani!
Arkadaşlık üçgenini ‘tombul kız’ köşesinden tamamlayan Merve’yi de anne-babası boşanmış Hande ile bağdaştırabiliriz rahatlıkla. Gizem’in kasten dinlettiği konuşma sayesinde Seda’nın kiloları hakkındaki görüşlerini duyduktan sonra o da Hande gibi zayıflayacaktır kesin.
Erkekler cephesindeyse… Hayatında sırlar olup bunları yakınındakilerle paylaşmayan ve kendini olduğundan farklı gösteren ‘Eren hali’, burada da mevcut. Birinin öğretim görevlisi, diğerinin öğrenci olmasını bir yana bırakırsak… ‘Tatlı Küçük Yalancılar’da Şükrü Özyıldız’ın canlandırdığı karakterle ismen de uyuşan gizemli Eren benzeşmesi için fazla söze gerek var mı? Zannımca buradaki Eren de Aslı’nın muadili olarak gördüğüm Seda’ya âşık olup Gizem’le gizemli bir çekişme macerası yaşayacak. Seda’yı kapı aralığından izlerken duygularını alabildiğine bakışlarına yansıtmayı başaran Yunus ise şu an için ortaya karışık bir karakter. At yarışı esnasında Merve’yle yakınlaşan Arda’yı da Barış’la denkleştirdik mi iş tamam. Gerçi biri bilgisayar diğeri at yarışı meraklısı ama… Bu kadarcık farklılık da olacak artık.
Kısacası; Kimilerine göre ‘Kavak Yelleri’ni anımsatan, Eren-Yunus ikilisinin Seda halleriyle Güneş’i Beklerken’deki Kerem-Barış ikilisinin Zeynep olayını hatırlatan ‘Arkadaşlar İyidir’, benim gözümde daha çok ‘Tatlı Küçük Yalancılar’ havasında bir arkadaşlık ironisi! Gizem’in gizli fitneciliğinin nelere yol açacağını, arkadaşların ve ebeveynlerin bundan nasıl etkileneceğini… Karakterlerin gelişimini hep birlikte göreceğiz. Elbet değerlendireceğiz de.
ARKADAŞLIĞIN OLMADIĞI ARKADAŞLIK ÖYKÜSÜNÜN DİKENLERİ
‘El Değmemiş Aşk’la sinemada olan Emre Karayel’in neden eser miktarda göründüğünü anlamadığım ‘Arkadaşlar İyidir’, özünde güzel bir dizi. Ancak işaret ettiğim gibi bazı aksaklıklara, mantıksızlıklara ve yama gibi eğreti duran sahnelere de sahip. Kendi kafasındaki ‘Kimsin’ sorusunu çözüme ulaştıramamışken Eren’e aynı soruyu yönelterek ve yalnızlığın tarifini yaparak İktisat hocalığını filozoflukla bağdaştıran Tarık Hoca’nın daha aktif hale getirilmesinde fayda gördüğüm dizide en çok takıldığım dikenler, Gizem’in ve Eren’in halleri.
Şöyle ki; Gizem, ‘Emir Amca gitsin senin yerine’ diyerek Salih’in yerine Emir’in gitmesine sebep olan Seda’yı babasının ölümünden sorumlu tutuyor. Buna eyvallah ama başlattığı çalınmış hayat intikamcılığında okuldaki diğer çocuklara bulaşması bu karakteri tam anlamıyla ruh hastası haline dönüştürüyor. Şimdi ister misiniz ilerleyen bölümlerde Gizem’in psikolojik tedavi gördüğü ayrıntısı çıksın ortaya? Dahası, Gizem’in doğum günü partisinde kurabiye çalması, Merve’nin annesinin giysilerine saldırması bu karakterin dengesizliğinin işareti. Öte yandan annesine verdiği nasihatler, ‘Hayat her şeye rağmen güzel’ söylevi de bu yaptıklarıyla taban tabana zıt. Velhasıl ilk bölümün finalinde sırrını açık ederek gizemini yitiren Gizem, gizemliliğin ötesinde psikolojik sorunu olan ve hoşlaştırılması sakıncalı bir tip!
Eren de aynı şekilde… Hem para için kız kardeşini reklamlarda oynatıyor, Ahmet Bey’le yakınlaşıyor diye annesine kızıyor. Hem de el âlemin lüks arabalarını babasının malı gibi kullanmaktan, zenginim diye hava atmaktan geri durmuyor. Üniversite öğrencilerinin gerçekten istedikleri yerleri değil de, sırf puan tuttu diye gittikleri bölümleri laf olsun diye okuduklarının vurgusunu yapıp bir anlamda öğretim sisteminin çarpıklığını dillendiren Tarık Hoca’ya sınıfın ortasında ağız dolusu küfrederek kötü örnek olan Eren’in hocasına yönlendirdiği ‘önyargılı’ olma hallerini annesine uyguladığını görmemek mümkün mü? Kaldı ki çocuk oyuncuların karşılaştıkları ebeveyn baskısına ve küçük yaşta kameralarla tanışmanın yaratacağı travmalara işaret etmek için kullanılan Eren’in bu yönü de gereğinden fazla abartılmakta. Yani bir tek oyuncu çocuklar mı tokat yiyorlar babalarından da, Eren Efendi bir türlü bu anın etkisinden kurtaramıyor kendisini ve biz, sürekli aynı sahneyi izleyip aynı sebepten ötürü annesine çemkirişlerini dinliyoruz topluca? Üstelik kız kardeşinin abisinin aksine televizyonda görünme merakında olduğu da aşikâr. Anlayacağınız sürekli aynı sıkıntıyı sunan Eren’in geçmişindeki dram, sadece ilk bölüm için güzel ve özeldi. Temcit pilavı gibi devamlı servis edildikçe ve her davranışına bahane yapıldıkça tadı kaçtı! Babası da geldi ya…
Bu ikilinin dışında Merve’nin kazası başta olmak üzere saçma sahneler de bulunmakta. Müthiş bir yandan çarpma sahnesiyle bölümünü noktalayan dizinin devamında gördük ki, Merve güle oynaya hastaneye gitmekte. Hadi insanın öyle bir kazdan, üstelik hava yastığı da açılmamışken(yandan çarpışma olduğu için direksiyondaki hava yastığı açılmayabilir) sadece kaşındaki minik bir yarayla kurtulmasını Allah’ın mucizesine bağlayalım da… Merve’nin gülme hastalığına tutulmuşçasına her şartta kikirdemesine ne diyelim? En azından bilgisayar mucizesi olarak sırıtan kaza sonrası kişinin ruhsal durumu bir parça sarsılır. Yoksa ‘Kafadan çatlak’ olmak bile az kalır. Keşke bu kaza sahnesi ve devamı bu kadar abartılı tutulmasaymış diyorum. Çünkü hiçbir şey olmamış gibi ortalığa dökülen ve berberin, satın aldığı saçı ucundan kırpmasıyla mantıksızlığa yem edilmeye başlanan Merve karakterinin de başta sevdiğim doğallığı silinip gitti. Hele anne-babasıyla konuşma halleri, hipodromdaki tavırları doğallığın, ukalalık yapaylığıyla yer değişiminden ibaretti. Bu arada Merve, Seda’yı Gizem hakkında uyarmışken, Gizem’in üst üste aramasından niye kıllanmadı? Onu da çözemedim.
Daha daha… Seda’nın ailesinin çok samimi oldukları halde Emir’in ölümünün ardından Gizem ve annesiyle neden hiç ilgilenmedikleri sorusu takılıyor aklıma mesela. Ayrıca bu adam dershane yatırımı ve kredi borcundan dolayı batmış ama en azından doktordu ve bir emeklilik maaşı olmalıydı. Ayrıca kocasının ölümü ve maddi sıkıntıya düşme sonucu kendini dağıtan Gizem’in annesi Candan’ın hemşirelik-yaşlı refakatçiliği yapmak yerine alkolik fahişe gibi davranmayı seçmesini de anlamak imkânsız. Öyle ki bu ikiliye bakıp her yokluğa düşen, her kocasız-babasız kalan kadınlar böyle saçmalıyor mu diye düşünmemek elde değil. Yarın ne yiyeceğim diye düşünmeyip bol keseden harcayanlar için hayat güzel de, alnının teriyle çalışıp kazananlar için hayatın dibe vurduğunu söylersek bu da milyonlara haksızlık olur.
Sonuçta; İyi olmak her zaman yeterli olmuyor. İyi olduğunu karşındakilere mantıklı biçimde göstermeyi de bileceksin. ‘Arkadaşlar İyidir’ ilk bölümünde bunu yapabileceğini, fark yaratabileceğini az çok gösterdi. Ancak ardından ‘Tatlı Küçük Yalancılar’ın yolundan gitmeye başlayıp gençlik dizilerinin klişelerine abandı. ‘Arkadaşlar İyidir’ derken arkadaşlığın ne menem şey olduğunu ispata soyunanların biraz gayretle bunu da aşacağına inanıyorum.
Anibal GÜLEROĞLU