Suikastçıların tarikatçılarla mücadelesi…
İnsanlığın en büyük ikiyüzlülüğü, inançlar ve değerler adına yarattıkları savaşlardır. Allah adına Allah’ın yarattığı canlara çoluk çocuk demeden kıymanın… Kendileri çarpık beyin yapısına sahip oldukları ve dahi çocuk tacizine varan iğrençlikler sergiledikleri halde ahlak-namus ve benzeri değerlerin bekçiliğine soyunanların, saldırgan-kışkırtıcı söylemlerle insanları baskılama gayretinin alabildiğine çoğaldığı günümüzde böylesi savaşların acı gerçeği dünyanın her tarafında göstermekte yüzünü.
Sıradan vatandaşın yıkanmış beyinleri ya da dağları bekleyen korkunun yarattığı çaresizlik sayesinde ortalığı hallaç pamuğu gibi attıranlar elbette ki, Allah’a değil belli güçlere hizmet vermekte. Hani ‘Din, sıradan insanlar tarafından doğru, zeki insanlar tarafından sahte, liderler tarafından kullanışlı kabul edilir’ demiş ya Seneca… Tıpkısının aynısı.
Nitekim 2016’nın beklenen yapımlarından olup sona bir hafta kala vizyonda yerini alarak suikastçıların, insanlığı parmaklarında oynatmak isteyen tarikatçılarla mücadelesini işleyen Assassin’s Creed de bu hakikati Endülüs’ten günümüze taşıyan yapımlardan.
ASSASSIN’S CREED İNANÇ TACİRLERİNE KARŞI
Duyanın geldiği, hıncahınç dolu basın gösteriminde izlediğim… Türkçesini, ‘Suikastçıların İnancı’ şeklinde görebileceğimiz ve orijinal ismiyle beyazperdeye çıkan Assassin’s Creed, yönetmen Justin Kurzel’le oyuncu Michael Fassbender’in buluşturan ilgi çekici ve düşündürücü bir çalışma. Zira yıllar öncesinden projelendirilen ve nihayet seyircisiyle buluşan film, günümüz dünyasındaki karmaşalarla paralel bir öyküye sahip.
Şöyle ki; ünlü video oyunundan uyarlanmanın ötesinde tarihin en gizemli topluluklarından sayılan ve devletlerin karanlık derinliklerinde aranılarak halen varlıkları üstüne konuşulan ‘Tapınakçılar’ın inanç tacirliğine ayna tutmakta. Hassan Bin Sabbah’ın müritlerinden sayılan ve haşhaş içtikten sonra cinayet işledikleri öne sürülerek dejenere bir topluluk olarak görülen Haşhaşi suikastçılarının ‘Esasiyun’ olarak adlandırılmasından kökünü alan ‘Assassin’ ile inanç tacirlerinin emellerini gerçekleştirmelerine engel olmayı ilke edinenleri yaratan yapım, bu iki uçlu ‘inanç’ olayının merkezine de baskı ve özgürlük denklemini oturtmakta.
1492’de Endülüs-İspanya’dan öyküsünü başlatan film, Engizisyon’un İspanya’yı Tapınakçılara teslim edişine karşı insanlığı bu baskıcılıktan kurtaracak tek oluşumun Suikastçılar olduğunu dillendirerek yol haritasını çiziyor. Acının yok sayıldığı bir ayinde Müslüman sultanlığın Engizisyon’a direnişinden de bahseden akış, ‘Başkalarının gerçeğe körü körüne bağlandığı yerde gerçek hiçbir şeydir’ mesajını verip Elma’ya bağlı olan ve kartalın gözü, ışığın ruhuyla hareket eden Suikastçıların, Tapınakçıları engelleme mücadelesinin başlangıcını sunmanın ardından 1986 yılının Meksika’sına götürüyor seyircisini.
Baja’da, damdan dama bisikletle atlama çalışmaları yapan ve kartal tarafından izlenen Callum isimli çocuğun annesinin, babası tarafından öldürülüşüne tanıklık ettiği ortamda ölümün aslında hiçbir şey olmadığını söyleyen ve inanç tacirlerinden korunmak için ‘Gölgelerde yaşa’ mesajını veren yapımın bundan sonraki durağıysa Teksas’ta bir cezaevi… Geçen 30 yılda babasının işlediği cinayeti unutamayan Cal, yeni adıyla Aguilar ilginç resimler çizen ve İncil’le arası pek de iyi olmayan bir idam mahkûmu konumunda. Zaten öykünün kırılma noktası da bu suçlunun idamı! İnfaz gerçekleştikten sonra Abstergo Vakfı’nda gözlerini açan Aguilar o andan itibaren kendisini kurtaran bilim insanı Sofia ile babasının deneğine dönüşmekte. Amaç, Animus denen mekanizma sayesinde 15. yüzyıldaki suikastçı atasıyla senkronize olan Cal sayesinde yüzyıllardır aranılan Cennet’in Elması’nı ele geçirmek!
Peki, bu ‘Elma’ neden önemli derseniz… İşte öykünün bam teli tam da bu detay. Çünkü insan kişiliğindeki özgürlükçü-başkaldırıcı yönün, özgür iradenin genetik şifresinin Cennet’in Elması’nın içinde gizli olduğu ve insanları inançla köleleştirip tepkisizleştirmek için bunu ele geçirmek gerektiği düşüncesi hâkim. Tarikatçılar bu yolla inanç tacirliğinin önündeki insani engeli kaldırmaya niyetlenirken, inancın yok edilemeyeceğini ve onun kanda bulunduğunu sergileyen ‘Öncü Assassin’ konumundaki Cal da geçmişle günümüz arasında gidip gelerek verdiği savaşla Elma’nın Tarikatçıların eline geçmesini önleme derdinde. Kristof Kolomb’un da anıldığı bu süreçte seyircinin payına düşense, olağanüstü çeviklikteki Granada Prensi Aguilar’ın imrendirici aksiyonunun keyfine varmak ve inançlı gibi görünenlerin aslında tüm hedeflerinin maddi çıkarımlar olduğunu Endülüs’ün mistik dünyasından günümüzün modern gerçekliğine uzanarak hissetmek.
MODERN DÜNYA İTAAT ETMEKTEN MEMNUN MU?
Şiddetin tedavisi ve daha iyi bir dünya için çare arayışındaki kimlikle faaliyetlerini yürüten Abstergo Vakfı üstünden gerçek dünyayı sorgulatan… Yanı sıra içeriğindeki Endülüs’ün Müslüman sultanları yönüyle dizi senaristlerimize de ilham verici mahiyette olan Assassin’s Creed filminin izlenirken dikkat edilmesi gereken üç önemli ayrıntısı bulunmakta.
Bunlardan ilki, bu tarz legal görünümlü vakıfların halen türlü vesileyle dünya gündeminde boy gösteren ve tarihi nitelikteki yerli dizilerimizde de bolca yer bulan ‘Tarikatçılar’ın veya inançlar üstünden insanları sömürmeyi ilke edinen başka oluşumların illegal faaliyetlerini maskelemek için kullanılabileceği gerçeğinin altını başarılı biçimde çizmesi.
İkinci dikkat edilmesi gereken detay, inanç tacirlerine karşı koyan Suikastçıların mantığı… Aydınlıklar için karanlıklarda savaşmak gerektiğini söyleyen Suikastçılar, insanların başkalarının kanunları ve ahlaki değerleriyle kısıtlandığı yerde her şeyin mubah olduğu felsefesiyle hareket edip gerçekleri ve değer yargılarını sorgulanabilir kılmakta.
Ve üçüncü özellik… Ki bana göre yapımın can damarı… Cennet’in Elması’nı ele geçirerek insanların karşı koyma içgüdüsünü yok edip ‘Güç bende artık’ demeyi hedefleyen Tarikatçıların liderinin ‘Modern dünya özgürlüğü aştı. İtaat etmekten memnun. İnsan hakları artık kimsenin umurunda değil’ sözleriyle ortaya konan mesajcılık… Günümüz insanının kendine dayatılanları kabullenip olan biten haksızlıklara tepkisiz kalması göz önüne alındığında gerçekten de üstünde düşünülmesi gereken bir konu!
Sonuçta; Callum Lynch’i, Animus’la 500 yıl önceki suikastçı atasının mücadeleci ruhuyla bütünleştiren Assassin’s Creed, aynı zamanda dünyanın gerçekleriyle de örtüşüp inanç tacirliğinin her devirde ne denli çıkarcı-kıyımcı bir olay olduğunun altını çizen… Müslüman sultanın kişisel kaygıyla Engizisyon kıyımcılarına yardım edişini sergileyip günümüz dünyasındaki Ortadoğu coğrafyasının bu hale gelmesinin arka planına ufacık bir gönderme yapan başarılı bir film. İçerikteki aksiyonu destekleyen müzikleri, görsel zenginliği ve Michael Fassbender’in mükemmel oyunculuğu da bu başarının perçinleyicisi.
Dünya gerçeklerini sorgulamak adına, Suikastçıların Tarikatçılarla mücadelesini izleyin derim… Gerisi size kalmış.
Anibal GÜLEROĞLU