Ateş Üstünde ‘Kanıt’ı arama macerası

Başkarakterlerini, kavga gürültü izleyiciye tanıtıp ardından cinayet masasındaki elemanların muhabbetini verip aynı dilden konuşmayanların şamatası devreye sokan ‘Kanıt: Ateş Üstünde’nin en zayıf yönü, polisiyesi!

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

İnsanoğlunun sınırlarına meydan okuma yolları çok çeşitli. Herkes kafa tutmak için kendince bir alan buluyor. Binlerce yıldır denenen kendini kanıtlama ritüellerinden biri de, ateş üstünde yürüme. Hindu hikâyelerinde de yerini alan ve sayısız insan tarafından denenen bu tutku, imkânsız görüneni yaparak meydan okumayı hedeflemekte. Buna karşılık ateş üstünde yol almanın her babayiğidin harcı olmadığı da ortada. İşin incelikleri, olayın teknik detayları bilinse bile uygulamada sanıldığı kadar kolay bir iş değil.

Nasıl ki, gündemi baştan sona dolduran ve dahi haberleri zirveye taşıyarak bu tarz aksiyon senaryolarının gündemi her türden etkileyeceğini gösteren… Yarattığı tuhaf tabloyla ‘Dizi olsa mantık hatalarından dolayı topa tutulması kaçınılmazdı’ dedirten… Sim City misali köprü hevesiyle işe başlayıp tamamen profesyonellikten uzak gelişen darbe girişimi örneğiyle, ateş üstünde yürümeye çalışırken ayakta duramayanların halini her türden tazecik gözlemledik televizyonda. Diğer durumların aksine herhangi bir yayın yasağına ve sosyal medya kısıtlamasına gidilmeden anbean aktarılan bu olumsuzluk üstüne söylenecek çok söz var ama… Akıllarda yığınla soru işareti bıraktıran ve televizyondan adeta oyun gibi aktarılan; bazı fırsatçı tiplerin ‘darbe püskürtme’ niyetine vahşet duygularını tatmin etme hallerine de sahne olan bu çok yönlü olayın müsebbiplerini Allah’a, değerlendirmesini tarihe bırakıyoruz... Ve dizi dünyasından kopup gelen kurgusal ‘Ateş Üstünde’ olayımızı yorumlamaya geçiyoruz.

Dedik ya, insanoğlunun meydan okuma hevesi sınırsız diye… ‘Meydanlara çıkın’ teşvikiyle harlanan demokrasi ateşinin, acemice ateş üstünde yürümeye kalkanların ayaklarını yakıp yere devirdiği ders niteliğindeki darbe olgusunun öncesinde, bir başka ‘Ateş Üstünde’ macerası yaşadık ekranda. Umutlu bekleyişin ardından ‘Kanıt: Ateş Üstünde’ dedik, geçmişten gelen motivasyonla! Peki, ‘Ateş Üstünde’ yürüyenlerin peşine takılarak başladığımız ‘Kanıt’ı arama macerasında tatmin olduk mu? Ne umduk, ne bulduk? Bakalım.

‘KANIT: ATEŞ ÜSTÜNDE’, KENDİNE HAS ALGILANMALI

Eski temelin üstüne yeniyi inşa etmek hem zordur hem de risklidir. Çünkü malzemeler arası uyumsuzluğun parçaların kaynaşmasında sorun yaratacağı gibi görsellik açısından da dikkat edilmezse yama gibi durur. Bu hallerde sorun çıkmaması, eskiyle yeniyi buluşturma ustalığına bağlıdır. Öte yandan ‘Temel nasılsa sağlam’ mantığıyla sırtını eskiye dayayıp yeniyi inşaaya soyunan ve bu süreçte devamını kendine has yapılanmayla getirenler de yok değil. Nasıl ki, ‘Kanıt’ın yeni versiyonu diyebileceğimiz, ‘Kanıt: Ateş Üstünde’ bu açıdan bir örnek.

2010 yılında ekranımıza CSI tadını getirmek için kolları sıvayan ama ilk evrelerinde hayli olumsuz eleştiriye de muhatap olan ‘Kanıt’, ilerleyen bölümleriyle izleyici kitlesini yakalamayı başararak 100 bölümle üç sezonu görebilmiş güzel bir işti. Halen tekrarlarıyla TV 2’de yayınlanan dizi, gerçek olaylardan esinlenilerek yaratılan Selin Atasoy imzalı hikâyelere dayanıyordu. Senaryosu Ahmet Saatçioğlu tarafından yazılan ‘Kanıt’ı diğer polisiyelerden farklı kılan ve sevdirense, İstanbul Emniyet Müdürlüğü cinayet masasından Başkomiser Orhan ile Komiser Selim’in, Engin Benli ve Deniz Celiloğlu canlandırmasındaki mükemmel uyumuydu. Yanı sıra kanıtlar hakkında bilgilendirici bir anlatıcılıkla dizide yer alan Prof. Dr. Sevil Atasoy’un paylaştığı bilimsel detayların diziye belgesele dönüştürmesi de ayrı bir çekicilikti. Velhasıl her bölümde başka bir cinayeti çözmeye çalışan polislerimizin, kanıt anlatıcısı eşliğindeki maceraları, Amerikan benzerleri kadar profesyonel prodüksiyona sahip olmasa dahi, ekrandaki sıradanlıkların ötesinde bir çalışmaydı.

Üç yıl aradan sonra ekrana dönüş müjdesiyle beklenti yaratan ‘Kanıt: Ateş Üstünde’ye gelince… Hikâyeleri yine Selin Atasoy’a ait olan, senaryoda Ahmet Saatçioğlu’nun, yönetimde Abdullah Oğuz’un bulunmasıyla ortak noktalar yakalayan ve bilimsel açıklama evresinde Prof. Dr. Sevil Atasoy’u yeniden huzura getiren yeni dizinin, eskisiyle yegâne benzerliğinin adındaki ‘Kanıt’tan ibaret kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle ‘Ateş Üstünde’ olayını öne çıkartıp ‘Kanıt’tan arındırarak kendine has özellikleriyle algılayıp değerlendirmekte fayda var.

‘ATEŞ ÜSTÜNDE’ POLİSİYE HARMANI

Patron karısı Esma teyzeli çocukluk yıllarındaki ihanet öykülü ve Rüzgâr-Ömer-Kaan üçlemeli anılarıyla ‘İntikam’ı hissettirircesine açılışını yapan ve yetimhane dramından hoşlananlara göz kırpıp eski ‘Kanıt’tan ziyade klişe drama-polisiye karışımı içeriğiyle reytinge oynamayı hedefleyen bir iş olacağının işaretini baştan veren ‘Kanıt: Ateş Üstünde’, sadece polisiyesiyle değil karakterleriyle de eskisinden oldukça farklı bir nitelik sergiledi. Ancak bu farklılığın, eskisini ileriye taşıyıp kendi kulvarında geliştirme yönünde olmadığını hemen belirtelim.

Öyle ki, yeni nesil ‘Kanıt’ yaratılırken öncekinin yadigârı her anlamda kendi içinde evrim yaşamakla kalmamış, Kanal D polisiyelerinin harmanına dönüşmüş. Eskinin devamından ziyade tam anlamıyla tribünlere oynayan bir yapım yaratmak hedeflenmiş sanki. ‘Sen kimsin olum’ diyerek sözde cinnet geçiren eli silahlı kıskanç maganda koca… Zavallı, ağlayan kadın… Ve meraklı kalabalıkta ‘Kim bilir kadın ne yapmıştır’ diyen rezille, ona ‘Sus’ diyen hanım abladan oluşan izleyici grubu karmasıyla, baştaki ajitasyonu ve erkek şiddetini sulandırarak yüzünü gösteren dizinin tribüne oynama mantığındaki sıçrama tahtasıysa, ‘Arka Sokaklar’! Yanı sıra ‘Güzel Çirkin’den ve dahi ‘Yılan Hikâyesi’nden bile esintiler yakalamak mümkün.

‘Dip boyam gelmiş’ diyerek olaya arka kapıdan dalan… Her an tetiği çekmesi muhtemel adamla, sözde şaşırtmaca taktiği gereği, dalga geçer gibi konuşan Kaan Komiser ‘Kanıt: Ateş Üstünde’nin hem en ateşli karakteri. Hem de diziler arası bağlantı halkası gibi. Aile meselesini polisiye olaya döndürmek için ‘Sık lan’ diye babalanıp eli silahlı adamın üstüne atlarken, gerek konuşma şekli gerekse tavırlarıyla ‘Arka Sokaklar’dan Mesut’la fena halde benzeşen Kaan komiser’in varlığıyla, polisiye komedisine dönüşüp ‘Hoş geldin Arka Sokaklar’ dedirten… Yer yer de Memoli’yi çağrıştıran dizide bir diğer cevval karakter, Kaan’ın ekürisi Asya…

‘‘N’apıyorsun geri zekâlı’’ diyerek zıt karakterli polis ikilisinin temelini atıp yine bir Kanal D dizisi olan ‘Güzel Çirkin’in havasını solutan Asya, vatan üstüne sıkı bir nutuk çekmesine karşın Türkiye’de değil de Amerika’da eğitim görmeyi tercih eden bir hatun. Sıfat Asya, kültür Amerika olan Hanım’ı müthiş dövüş tekniğiyle öne çıkartıp Amerikanvari hava estiren dizide bu zıt duruşlu iki karakter dışındaki diğer detaylar da popüler kültüre yönelik.

‘Yaşasın Türk polisi’ tezahüratı altında şiddetçi koca götürülürken, polisin yakaladığı bu suçlu mahkemede indirimlerden faydalanıp salıverilecek mi acaba, diye düşünmeyenler için şahane olan başlangıcın ardından gelen cinayet masası karakterleri polisiyelerin sevimlilik yaratmaya odaklı klişelerinden. Haksız yere hapse girenleri kurtarmaya yönelik ‘Masumiyet Projesi’ni devreye sokarak Sevil Atasoy Hoca’yı karşımıza çıkartıp eski ‘Kanıt’tan bir umut ışığı doğuran yapımın göze çarpanlarıysa, romanının satmasını bekleyen cinayet yazarı Rüzgâr ile gözünü zenginliğe dikip kadınları yolmaya kalkan fırlama Ozan!

Pek çok dizide ve filmde rol alan Ahmet Olgun Sünear, doğal halleri ve sempatikliğiyle Rüzgâr’ı güçlendirmiş. Ozan’ı canlandıran Mustafa Açılan ise umut vaat eden bir duruşa sahip. Evet, tavırları bir parça heyecanlı ve gergin. Bunu getirisi olarak rolünde aksaklık da gözlemleniyor ama marjinal bir havası olduğu kesin. Dolayısıyla babasının şehit edilişine öfkelenip kendine kötü bir yol çizmeye yönelen Ozan karakterini ve Mustafa Açılan’ı iyi değerlendirmek lazım. Eminim zaman içinde çok daha iyi performans sergileyecektir.

Bunların dışında Rüzgâr’ın hafif çatlak kız arkadaşı Bilge’yi canlandıran Duygu Şen’in ekstra enerji kattığı dizide, tiyatro ödülleriyle takdiri fazlasıyla hak eden Okday Korunan’ın canlandırdığı Enver Amir ise hâlihazırda yerini bulamamış bir karakter konumunda. Daha net ifadeyle fazla sakin ve naif bir duruşla karşımıza getirilen Enver Amir, ilk bölümde etkisiz eleman gibi bırakılmış. Çok yazık. Zira ‘Baba amir’ olmaya müsait. Tabii kendisini daha faal kılacak, amirliğinin gereğini hissettirecek bir rol gidişatı yazılırsa!

Oyunculara ve karakterlere kısaca göz atmanın ardından ‘Ateş Üstünde’ki polisiye harmanının zayıf kalan yönüne ve mantıkla bağdaşmayan detaylarına geçecek olursak…

‘KANIT: ATEŞ ÜSTÜNDE’NİN ZAYIF YÖNÜ NE?

Başkarakterlerini, kavga gürültü izleyiciye tanıtıp ardından cinayet masasındaki elemanların muhabbetini verip aynı dilden konuşmayanların şamatası devreye sokan ‘Kanıt: Ateş Üstünde’nin en zayıf yönü, polisiyesi! Bu yönünü görmek ne derece mümkün oldu derseniz…

Kaan ile Asya’nın kardeşlerinin başlarındaki belaları işleyerek ilk bölümün aksiyon içeriğini dolduran yapımda polisiye detayların fazlaca ötelendiği kesin. İlerleyen bölümlerde daha derinlikli olaylar karşımıza çıkartılır mı bilemem ama kuaför müdahalesinden tutun da teknede bulunan cesetle başlayan cinayet analizine kadar her safhada amatörlük hâkim.

Kaan’ın Amerikan filmlerinden devşirme bir atakla başlattığı polisiye, Tansel Öngel’in sempatikliğiyle şirinleşse dahi hiç inandırıcı ve gerçekçi gelmedi bana. Zira aklı başında ve emniyet gücü sorumluluğunu hisseden hiçbir elemanın, bunalım geçiren silahlı şahsı tahrik etmeyeceğine eminim. Bu tam bir şuursuzluk. Hadi bu sahneleri ‘Merhaba’ selamı olarak yorumlayalım. Gel gör ki polisiye tat bakımından dizinin devamında da durum değişmiyor. Ozan’ı tehdit eden profesyonel adamların bir anda düştüğü amatörlüğü de geçtik, onların etkisiz hale getirilmesi, ‘Kanıt’ adını taşımaya niyetlenen polisiyemizin abartılı amatörlüğünün resmi! Ama olumsuzluk bu kadarla da sınırlı değil. Rüzgâr’ın suçlandığı cinayet olayının çözümünde de polisiye açısından kurgusal yetersizlik ve boşluk had safhada.

Misal, Kaan’ın cinayet olayı karşısındaki tavırları… Adamın kardeşi bir suçlamayla karşı karşıya ama maşallah Kaan Bey gayet geniş ve rahat havalarda takılıyor. Arada bir kaygı belirtisi göstermeye çabalasa bile Kaan’ın mizahi hareketleriyle olay anında ciddiyetten kopuyor. Dahası olay mahallinde yaptıkları da, polislik mantığından hayli uzak… Cesedin bulunduğu tekneye hamlesindeki gibi! Hangi bilinçli polis, parmak izi alınırken orayı burayı sorumsuzca tutup kanıtı bozma riskini göze alır ve bu da yetmezmiş gibi parmağını kanatır? Almaz tabii. Deri ceketi ve kat kat giysileriyle yaz gününün sıcağıyla ters düşen Komiser Kaan’ın parmağını mantıksızca kanatmasından, onun Rüzgâr’la kardeş olmadığı gerçeğine köprü kuran senaryodaki polisiyeye uymayan durumlardan biri de, yetimhane çocuğu olup dayakla pisliğe sürüklenen Sezin’in uyduruk sorgulamasıyla devreye sokulan Namık’ın ofisinde yaşananlar!

Barda çelmesiyle koca adamı düşürme becerisi sergileyen ve ayakkabı izinden olay çözen Amerikalı Asya’nın sorgulama tekniğini baltalarcasına araya giren Kaan, Namık’ın ofisinden neyi nasıl arakladı? Anlayan var mı? Sihirbaz misali ceketinin kolundan çıkarttığı bir kâğıt parçası ve ismi defalarca gösterilen teknede ayaküstü yapılan kanıt toplama hallerinin ötesinde polisiye adına bir şey sunamayan dizide bu işin böylesine basitçe işlenmesi hiç hoş durmadı. Öyle ki, nezarethaneyi, aile muhabbet hanesine çevirip yalancı şahitliğin bedelini bir gece nezarette yatmaya indirgeyen dizi, olay çözümündeki pratikliğiyle sürekli eleştiriye maruz kalan ve izinden gidilmeye çalışıldığı belli olan ‘Arka Sokaklar’ı bile geride bıraktı!

Sonuçta; Aileden daha değerli bir şey olmadığı yönünde mesaj vererek polisiyesini yaratan… Karakterlerinden içeriğinin yansıtılmasına farklı yapımları akla getiren bir harman kıvamında duran ‘Kanıt: Ateş Üstünde’, eski ‘Kanıt’ın devamı olarak görülmeden izlenmesi gereken bir dizi! Daha doğrusu, CSI türü şeklinde algılamak yerine, dizideki küçük kızın dediği gibi ‘Romantik polisiye’ niyetine bakılmalı bu işe. O durumda daha çekici oluyor çünkü.

Ölü bedenin yaydığı kokuyu anlatıp morglardaki koku azaltıcı önlemler üstüne bilgi vererek ‘Kimerik’ olayını aktaran Sevil Atasoy’un eskiye oranla kısıtlı kalan açıklayıcılığının artmasına ihtiyaç duyulan… Finalinde geçmişte geride kalan kardeş Ömer’i devreye sokarak kan davalı ‘Yılan Hikâyesi’ne çengel atıp aksiyonunu yürüteceği yolu belli eden dizi bu haliyle nereye kadar işi götürür, ‘Ateş Üstünde’ yanmadan yürür derseniz… ‘Kanıt’ın mirasını ‘Arka Sokaklar’la şekillendirip ‘Güzel Çirkin’le süsleyen ve kömürlük günleriyle mağdur yetimhane çocuğu tablosundan medet uman dizinin ‘Yılan Hikâye’sinden çıkartacağı öykünün mizahi-ailevi çekiciliğine bağlı! Şayet bu denge iyi tutturulursa, tribünler dolar. Harmanlarla kendi içinde orijinalite yaratmaya çalışan ‘Ateş Üstünde’ yürüyüşçülerine, heveslerinde başarılar…

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal