Avrupa Kabileleri: Derinlikli bir konu

Söylenecek ilk söz, bu yapımı ‘Distopik geleceği yansıtan dizi’ basitliğine indirgemeden değerlendirmek gerektiğine dair.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Küresel çöküşler… Günümüz insanının başında sallanan kılıç gibi! Gittikçe zenginleşen zenginler, doğal felaketler, salgınlar, açlık ve ekonomik baskılarla artan karmaşa. Eşitsizliğin ve tek adama indirgenmeye başlayan yönetim anlayışlarının yükselmesiyle daha da etkili hale gelen bu olumsuzluklara bir de teknolojik felaket eklenirse ne olur?

Tabii ki medeniyetlerde büyük çaplı bir çöküş yaşanma ihtimali açığa çıkar. Daha net ifadeyle, medeniyetler küresel çöküşün bizzat mimarı haline gelme potansiyelini içlerinde barındırıyorlar!

Nitekim tarihsel gelişime baktığımızda, pek çok olanaklara sahip büyük medeniyetlerin çöküşlerini genellikle kendilerinin hazırladığını görmekteyiz. Dış etkenler de nihai noktayı koyan olmuş her şekilde.

Hal böyleyken ilk bakışta distopik bir gelecek tablosu çizen fakat özünde gerçekçi bir derinliğe sahip olan ‘Avrupa Kabileleri/ Tribes of Europa’ dizisi de verdiği mesajlarla üstünde durulmayı hak eder hale geliyor. Bu doğrultuda öncelikle dizinin içeriğine kısaca göz atalım.

Nükleer santralde gerçekleşen bir olay üstünden ilerlerken zamanda yolculuğu araç yapan ve merakla izlenen üç sezonun sonunda ‘Bu muydu’ dedirten ünlü Alman dizisi ‘Dark’ın yaratıcıları bu kez yeni ve daha gerçekçi bir felaket senaryosuyla çıkıyorlar karşımıza.

Philip Koch imzalı senaryoyla yüzünü gösteren dizi, 2029 yılının 31 Aralık günü her şeyin aniden kararmasıyla yaşanan felaketin söylemiyle yapıyor açılışını. Ardından yaşanan bu gizemli büyük çöküş sonucu Avrupa’da gelişen mikro topluluklardan Originler’in ormandaki doğal ve izole yaşam alanına götürüyor izleyicisini.

Kuzey Kore’nin ABD’yi siber saldırıyla suçladığına ve AB’nin dağılmasına dair gazete haberleriyle 2029 yılındaki sebebi bilinmeyen felakete güncel yorum katan dizi, abartısız bir tempoyla sürdürüyor yolculuğunu.

Avrupa’daki kabilelerin en vahşisi olan ve gücünü topraklarındaki madenden alıp eskinin Roma İmparatorluğu benzeri bir düzen kuran, Crowlar tarafından vurularak ormana düşen Atlantia hava aracındaki ileri teknoloji ürünü küpün izinde gelişen akış da yavaş yavaş ivme kazanıyor haliyle.

İlk sezonunu karakter ve kabile tanıtımına ayırmışçasına bir gelişim sunan yapımda öne çıkan bir diğer kabile, varlığını askeri güce ve savaşçılığa dayandıran, ırk-inanç-kabile ayrımı yapmaksızın herkesi bünyesinde toplayan Crimson Cumhuriyeti… Ki, onların hedefi de Crow Kabilesi’ni alt edip Avrupa’yı tek bayrak altında eski birliğine-düzenine kavuşturmak.

‘Işıklar söndü ve karanlık geldi. Böylece Orta Çağa döndük’ şeklindeki sözlerle gelecekteki olası teknolojik-siber felaketin haberciliğini yapan dizinin gelişimini izleme zevkine bırakıp mesaj yönüne geçecek olursak…

Söylenecek ilk söz, bu yapımı ‘Distopik geleceği yansıtan dizi’ basitliğine indirgemeden değerlendirmek gerektiğine dair. Çünkü 50 dakika civarındaki altı bölümden oluşan sezon kimilerine böyle görünse bile, daha çok genç kesime göz kırpan türden sahneler ve oyunculukla sunulan içerikteki ince saptamalar oldukça kayda değer.

Dolayısıyla merhametin en büyük zayıflık olduğunu vurgulayan… Güçlü olmak için acımasızlığı benimsemek gerektiğini, bunun da ancak geçmişle bağların kopartıldığında sağlanabileceğini söyleyip bu sözün gereğini, ‘Çukur’daki Yamaç-İdris tablosuna benzer şekilde yerine getiren… Nihayetinde ‘Onur’ ve ‘sözünde durma’ özelliklerini her şeyin üstünde tutarak savaşçılığı, karakter sağlamlığıyla bağdaştıran ‘Avrupa Kabileleri’ni yüzeysel bakıştan ziyade derinlikli algıyla izlemekte fayda var. Diziden çıkartılacak mesajlara gelince…

AVRUPA KABİLELERİ’NİN İŞARET ETTİKLERİ

Mesajcılık bağlamında ‘Avrupa Kabileleri’ni masaya yatırdığımızda ilk dikkatimizi çeken ayrıntı, geçmişten günümüze kibirle yok oluşa dair simgesel bir bağ olarak da kullanılan, ‘Atlantis’ten feyz alınması oluyor! Dizi, ‘Kara Aralık’tan önceki teknolojik donanımın Avrupa Kabileleri düzeninde büyük rağbet gördüğü sahnelerle gelecekteki olası teknolojik yoksunluğa gönderme yaparken, bu bağı fazlasıyla hissettiriyor zaten.

Bu önemli bir detay zira Atlantis olayı pek çok gizemi barındırma özelliğinde ve engin bir konu. Şöyle ki; Platon’un hikâyelerinde yer aldıktan sonra ‘Yeni Atlantis’, ‘Ütopya’ gibi edebi eserlerde işlenen… Ignatius L. Donnelly imzalı ‘Atlantis: The Antediluvian World’ başta olmak üzere pek çok kurmaca esere ilham veren… ‘Ad Kavmi’ olarak kutsal kitaplarda anılan… III. Ramses’in yazılarında tasvir edilen… İngiliz araştırmacı-tarihçi James Churchward tarafından 15 bin yıl önceki Naacal Tabletleri’ndeki bilgilere dayanılarak efsanevi ‘Mu’ uygarlığının bir kolonisi olarak nitelendirilen… Ve Nuh Tufanı’yla dahi ilişkilendirilen Atlantis günümüzde de geçmişten geleceğe bağ kurmak isteyen araştırmacıların gözdesi.

Nitekim 2019’da araştırmacılar tarafından Avrupa’nın ve Pasifik Okyanusu’nun altına gömülü kayıp kıtaların varlığı tespit edildi. Van Hinsbergen ve meslektaşları, dünyanın kayıp tarihine ışık tutmak adına, ‘Büyük Adria/Greater Adria’ denen ve Güney Avrupa’nın altında tamamen batık halde bulunan kıtayı ortaya çıkartmak için Akdeniz’de çalışmalar başlattı. Yani kayıp kıta olayı kanıtları, araştırmaları ve ilham vericiliğiyle taptaze gündemde.

Bundan dolayı Alman yapımındaki, suyun içinden yükselen ileri teknolojili Atlantia Kabilesi’ni de Platon’un hikâyesine göre bir gecede batan Atlantis’in mesajcı uzantısı olarak değerlendirebiliriz rahatlıkla. Ayrıca senaryonun, 2029’da tüm dünya teknolojik karanlığa gömülürken Atlantia’nın hiç etkilenmemiş olmasını ve teknolojilerini korumakla kalmayıp ileri seviyelere taşımalarını temel malzemesi yapması da bu değerlendirmemizi destekler nitelikte. Dahası dizinin, Avrupa’nın ve dahi tüm insanlığın kaderinin kim oldukları, nereden geldikleri ve nerede yaşadıkları bilinmeyen gizemli Atlantia Kabilesi’nin elindeymiş gibi gösterdiğini de belirtmek isterim.

Hal böyleyken Atlantia, barındırdığı sırlarla ve gelişim potansiyeliyle, yıllar sonra beliren yeni tehdide karşı ‘Avrupa Kabileleri’ni çaresiz gösteren içeriğin yıldızına dönüşüveriyor. Bu doğrultuda dizinin ana hedefinin, önüne çıkan her şeyi yutan gizemli korkutucu karanlığa karşı sezon boyu dillerden düşmeyen Atlantia Kabilesi’ni kurtarıcı konumuna sokup insanlığın geleceğinin birbirleriyle didişen uluslardan ziyade dünyadaki çözülemeyen sırlara ya da uzaydan gelecek kurtarıcılara bağlı olduğunu zihinlere işlemek olduğunu söyleyebiliriz.

Öte yandan ‘Avrupa Kabileleri’nin gelecekteki tehlikeye dair mesajcılığı bununla sınırlı kalmıyor. Doğu’dan gelen ve daha büyük bir karanlık taşıyan tehlike noktasında Avrupa’ya kaçan ailenin Altay tarafından geldiği söylemini kullanan senaryo, bu yolla günümüzdeki salgının mimarı Çin’i ve dahi Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşananları işaret ediyor gibi!

Mesaj olayını kabileler çizgisine çektiğimizdeyse… Dış dünyadan izole kalmaya çalışan doğa dostu 50 kişilik Origin Kabilesi’nin lider çocukları Elja, Liv ve Kiona’nın madenci ve köleci Crow Kabilesi’ne karşı sergilediği mücadeleyi, gerçek yaşamda doğayı koruyarak yaşamayı savunanların şehirleri genişleterek betonlaşmadan yana olanlara karşı direnç göstermesi gerektiği yönünde bir yansıma olarak değerlendirebiliriz mesela.

Atlantia teknolojisini ele geçirip Avrupa’nın hâkimi olmak için vahşi ve korkusuz savaşçılık örneği vererek Avrupa’nın kasabı haline gelen Crowlar ise Nazi zihniyetine göndermede bulunmak adına hayli başarılı resmedilmiş. Senaryo, acımasızlığıyla ünlenen bu kabileyle hem özeleştiride bulunuyor hem de ‘Verilen sözü tutma, ölümden korkmama’ özellikleriyle övgü diziyor Almanlara. Yanı sıra dizinin, eski Berlin şehrini mesken edinen ve diktatörlükle yönetilen Crow Kabilesi’ni Almanlarla özdeşleştirmesini; toplumsal tabakalaşma tablosuyla da Roma İmparatorluğu’nun düzeninden ilham aldığını ve bu yolla, köleliğin Avrupa’da her dönem farklı biçimde var olduğu söylemini öne çıkartmasını da işaret etmekte fayda var.

Avrupa Kabilelerini bedel karşılığı korumayı üstlenmekle birlikte Crowlara diş geçiremeyen Crimson Cumhuriyeti’ne gelince… Onlar da, bayrağını astığı yerleri sömürgeleştirip kendine bağlayan Birleşik Krallık ile denkleştirilmiş! Dizinin bu noktadaki mesajıysa, özünü İngiliz-ABD oyunbazlığından alıyor. Hakim güç olmak uğruna sinsice planlar yapan ve savaşçılıktan beslenenlerin barışı bozmak için her türlü kalleşliği yapabileceği, bu uğurda kendinden olanları dahi harcayıp düzmece düşmanlık yaratabileceği gerçeğini hatırlatıyor bize… Ki, geçmişte olduğu kadar günümüzde de bu mantığın yansımalarına sıkça rastlamaktayız.

Ve dizinin sezon finalinin bitiminde ortaya çıkan Femenler! Oldukça tehlikeli görülen ve kimsenin bulaşmak istemediği bu kabilenin özelliği, Amazonlar misali varlık bulan ve zorda kalan hemcinslerini kollayan kadınlardan oluşması. Bu da bize kadının toplumsal bazda yükselen gücünü ve gelecekteki olası gelişimi göstermek adına önemli bir detay.

Anlayacağınız ilginç bir kadın tiplemesi olarak yaratılan Lord Varvara ile erkek kölelerin seks için kullanımına farklı bir yorum getirerek hem erkek egemen zihniyete karşı duruş sergileyen hem de cinsellik beklentisindeki izleyiciye göz kırpan… Avrupa’yı kabile kıtasına çeviren teknolojik felaketten daha büyük bir karanlığın Doğu’dan geldiğini işleyip bunun ne olduğunun cevabını gelecek sezona saklayan… Yarattığı atmosferle ve özellikle ‘Dark’ta da bolca kullanılan orman görselliğiyle içeriğini destekleyen… Ve gelecekte yaşanabilecek felaketin prototipliğini yaparken araya mesajlar sıkıştıran bir dizi, ‘Avrupa Kabileleri’.

SONUÇTA; Geleceğin felaket senaryolarından biri olarak karşımıza çıkan ‘Avrupa Kabileleri’ eksiğine-gediğine rağmen içi boş bir yapım değil. Bu konu daha kapsamlı ve görkemli işlenebilir miydi? Elbette. Lakin daha çok genç kitleye hitap etme ve sıkılmadan izlenen dizi olma kaygısı ağır basmış. Hem zaten ‘Dark’ ile ünlenen Oliver Masucci’nin Moses karakteriyle göz doldurduğu, abartısız oyunculuklar sayesinde kolayca benimsenebilecek bir evrenin geliştirildiği dizinin esas olayı da gerçekçi mesajları! Bundan ötürü ince ince kusur aramak yerine bu gözle izlemek, diziyi daha çekici kılacaktır.

Pekiii… Bunca sözün ardından 2029’da dünya böyle bir siber felaketle karşılaşır, Avrupa’da benzeri bir kabile yapılaşması gelişir mi? Doğu, dünyayı ve insanlığı tehdit eden yeni felaketlerin çıkış noktası olur mu? Atlantia misali bilinmeyen bir güç kurtarıcı olarak ortaya çıkar mı? Yaşayanlar neyin ne olacağını görecektir elbet.

Kurgulardan gerçeklere uzanan yoldaki olası felaketlere dair son söz, filozof şair Muhammed İkbal’den gelsin… ‘Güç ve iktidar; basiret ve ahlâktan yoksun olursa, insanlık için yalnızca felâket getirir’!

Mevcut felaketlerden tez vakitte kurtulmak ve yenileriyle karşılaşmamak temennisiyle… İyi seyirler.

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal