Sevgiyi anlatmak mümkün mü?
İnsanlar büyük büyük laflar etmek istediklerinde başlıca malzemelerinden biridir, sevgi-sevmek olayı. Lakin felsefe adına adeta geyik muhabbetine dönüştürülen sevgi, bir türlü tam tanımlanamamış. Özlü sözlerle sevmenin özüne inmeye çalışanlar, her daim yoruma açık şeyler söylemişler. ‘Sevmek; insanların birbirlerine bakmaları değildir, birlikte aynı yöne doğru bakmalarıdır’ demiş mesela, Nobel ödüllü edebiyatçı Andre Gide. Birlikte aynı yöne bakmaktan, aynı geleceği paylaşmayı mı yoksa her konuda aynı düşüncede olmayı mı kast etmiş, bilinmez. Hoş, sözün felsefi yönüne takılıp sevgiyi yüceltmek için kullananlar bu ayrıntıyı düşünmüş müdür o da ayrı. Dram yazarlığını ve felsefesini soyluluk unvanıyla birleştiren Friedrich Schiller ise ‘Sevgi insanı birliğe, egoizm ise yalnızlığa götürür’ buyurmuş. Ama bu sözün de sevgi mantığı bir parça gerçeklerden uzak. Zira bir dolu insan sevgiden egoizm yaratıp, sevdiklerini yalnızlaştırmamış mıdır dünyada?
Anlayacağınız sevgi ve sevmek tanımlanması, anlatılması ve yaşanması zor bir muamma. Nasıl ki İslam âlimi ve mutasavvıf Şems-i Tebrizi de ‘Kalp mi insana sev diyen, yoksa yalnızlık mı körükleyen? Sahi nedir sevmek; bir muma ateş olmak mı yoksa yanan muma dokunmak mı?’ mısralarıyla sorgulamış sevgi olayını. Hal böyleyken yine de insanlardaki sevgiyi anlatma hevesi azalmamış. Dahası sevgiyi anlatmak mümkün olmasa da, edebiyatta ve kurgularda cılkı çıkartılana kadar ele alınmış. Nitekim diziler sayesinde bu gerçeği enine boyuna izliyoruz ve bunca klişe arasında heder olan sevginin anlatılmasına hiç gerek kalmadığını düşünmeye başlıyoruz. Sonra bir bakıyoruz, bunca sevgi anlatılmışlığına karşın ‘Bana Sevmeyi Anlat’ diyen çıkabiliyor hala. Onlara da cevap şair Cemal Safi’den gelsin… ‘Seni seviyorum; 1 cümle, 2 kelime, 13 harf, 2 insan ve 1 aptal’!
Öte taraftan biliyoruz ki, ‘sevgi’nin baz alınması işin içinden çekildi mi senaryo türetmek iyiden iyiye zorlaşır ve yaratıcılıkları konuşturma gereği hasıl olur. Eh bu da sıra sıra ekrana sürülen dizilerde başa çıkılacak bir durum değil açıkçası. Dolayısıyla biz de Mevlana’nın ‘Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır’ sözüyle hareket edip, sevgiyi anlatmaya soyunulmasını fazla çomaklamadan FOX’taki ‘Bana Sevmeyi Anlat’ olayına bakalım.
‘BANA SEVMEYİ ANLAT’, BİR ÖYKÜ HARMANI…
Dramatik hikâyeler her zaman için insanların ilgisine daha fazla mazhar olmuştur. Hele bir de içinde şiddet ve aşk varsa, meraklısı çok olur. Bu nedenledir ki, benzer konuların ve karakterlerin karşımıza çıkma sıklığı da artar. İsmiyle bana, Müjde Aklanoğlu’nun sevgisiz bir adamın yüreğine işlenen aşkı anlatan romanını hatırlatan ‘Bana Sevmeyi Anlat’ da böylesi bir iş. Yani ilk bölüm itibariyle ele aldığımızda, Almanya-İstanbul arası mekik dokuyarak kendini sunmaya çalışan senaryoda, bildik öykülerden esintiler yakalıyoruz bolca.
Seda Bakan’ın Leyla karakterinden başlayacak olursak… Almanya’nın kırsalında bisikletli Leyla’nın alışverişten dönme haliyle açılışını yapan dizi, bu sahnesiyle ilk andan ‘Gecenin Kraliçesi’ havası soluturken, Leyla’nın kendisinden yaşça hayli büyük ama zengin Haşmet’e güvenerek evlenmeye kalkışması da bu havayı güçlendiriyor. Ayrıca babasıyla inatlaşıp yanlış adamın peşine takılarak çocuk sahibi olan, sonra da çaresiz baba evine dönen Leyla’yı, ‘Aşk Yeniden’in Zeynep’iyle de denkleştirmek mümkün. Tabii onun dramatik haliyle.
Bebeğini evde tek başına yerde ağlarken bulan Leyla’nın üvey anne-kardeş tartışmasına bir mana vermeye çalışan izleyicisini, bir anda samanlıktan kaldırılan mallar mevzusunun ortasına atıp, pek de gizli olmayan gizli zulasıyla övünen Baba Salih’in, restoran zinciri sahibi uyuşturucu taciri patronuyla ayaküstü muhabbetine tanıklık ettiren yapımda Haşmet karakteri de ‘Gecenin Kraliçesi’ndeki Aziz Bey’in versiyonu gibi. Haşmet de, bir görüş bir bakış arkadaşının kızına asılıveriyor ve iki buluşmada onunla evlenecek kadar sevgi hissediyor.
Haşmet’le Salih’i ‘ayağa gelen kısmet’ tarzı gelişen tercüman olayında bırakıp İstanbul’a uzanan ve mangalda ‘Zalım’ olan Alper’in evindeki mangal partisinde aile-arkadaş sohbetine dalan dizide, ‘yemekçi erkek’ modasına uyan ve borç içinde olan Alper’le de ‘Tatlı İntikam’ motivasyonu yakalamamak imkânsız. Bunun dışında işinin bozulması sonucu, kendisine hemen güvenip ailesine sokan Haşmet’le çalışmaya başlamış olmasından ve ondan kaçan gelinle gelişecek aşk hikâyesinden de ‘Gecenin Kraliçesi’ndeki Kartal’a çengel atılabilir.
Romantik komedisinden dramasına pek çok yapımda mevcut olan sömürücü üvey anne-kardeş olayını boş geçmeyerek Ayla ve Simge karakterlerini bu göreve yerleştiren senaryoda, Hakverdi tipi de bariz biçimde ‘Hayat Şarkısı’nın Olgun Toker tarafından devleştirilen Mahir karakterine öykünmeden ibaret. Üstelik kötü biçimde karikatürize edilmiş haliyle!
Kısacası; Canan karakteriyle de işin içine magazin medyasını sokup bunca klişeyle kendine has bir doku yaratmaya çalışırken öykü harmanına dönüşen bir dizi, ‘Bana Sevmeyi Anlat’. İlerleyen bölümlerdeki gelişmelerin farklılaşması ihtimal dâhilinde olsa bile en azından ilk bölüm için durum bundan ibaret. İşin mantık yönüne gelecek olursak…
‘BANA SEVMEYİ ANLAT’ AMA MANTIĞI UNUTMA!
Adaletin, dolandırıcılardan yana olduğunu avukatın ‘Güvenmeseydin’ cevabıyla vurgulayıp güvenerek kandırılanlara selam çakan ‘Bana Sevmeyi Anlat’ genel itibariyle sevdiğim ama kusurlarını da görmezden gelemeyeceğim işlerden…
Bana göre hızlı geçişlerine rağmen her karakterin derdini gayet güzel anlatmayı başararak ilk bölümünü tamamlayan yapımın öykü harmanını, bunca dizi bolluğunda benzeşmeleri artık kanıksadık diyerek bir tarafa bıraktığımızda geriye kalan yegâne olumsuzluklar mantığın fazlasıyla unutulmuş olması ve buradan gelişen kurgusal dengesizlik!
Yine Leyla’dan başlarsak sıralamaya… Bu karakterin yarattığı ilk mantıksızlık, boşanmış ve çocuklu bir kadın olarak para sıkıntısı çekmesi. Boşanan kadına işsizlik aylığının dışında sosyal yardım olarak; Çocuk Parası, Yurtdışı Çocuk Parası (Auslandskindergeld), Ebeveyn Parası (Elterngeld), Eğitim Kredisi (Bafög) veren Almanya gibi bir yerde mümkün mü? İlla ki Leyla da bunlardan birkaçından faydalanmıştır. Dizide verilen yardım küçümseniyor ama gerçek hayatta bu yardımları alıp Almanya’da hiç çalışmadan yaşayanların olduğu malum. Buna bir de kocadan nafaka bağlanması durumunu eklersek ki, dizide o konu hepten unutulmuş, o zaman parasını ortak odada kalındığını düşünmeden dandik bir kutunun içine yalap şalap saklayacak kadar mantığı yere düşüren Leyla’nın parasızlığı tamamen anlamsız kalıyor. İlaveten sırf Leyla’yı azmine hayran kalınacak bir kadın olarak göstermek için küçücük odaya üvey kardeşi ve bebekle birlikte tıkıştırmak da saçma olmuş. Hakverdi’yle oda değişselerdi bari diyeceğim ama erkek çocuk üstünlüğü girebilir devreye.
Hakverdi demişken… Bu karakterin mantıksız tavırları, özenti abartısı, bol ‘okey’leri kasten mi yaratılmış anlayamadım. Alamancı müzisyen oğlan olarak Hakverdi’ye biçilen rol alabildiğine komik çünkü. Ama daha önemlisi sergilediği saçmalıklar. Birkaç kez gördüğü kız için uyuşturucu çalıp satmaya kalkan Hakverdi, arakladığı üç paket malın yerine ne koydu ki Haşmet’in müşterisi eksik değil de kalitesiz buldu yollanan partiyi? Üstelik babası yanındayken hangi ara değişebildi paketleri? Hadi bunları becerdi, ölümden dönmüşken halen uyuşturucuyu satmaya niyetlenip büyük cesaretle bebeğin oyuncağına saklayarak İstanbul’a yollamasına ne demeli? İstanbul’da ne oldu o pelüş oyuncağa sahi?
Baba performansıyla ve daha da gelişen oyunculuğuyla karşımıza çıkan Kadir Doğulu’nun canlandırdığı Alper’de karizma tamam da… Onun için yazılan rolde de birtakım gariplikler mevcut. Kızına yetişmeye çalışırken gelini kaçıran Alper’in karısı ve kızıyla ilişkisi bir yana, iş adamlığı yönü kocaman bir faul. Hangi insan altı ay boyunca kasasını kontrol etmez ve paraların uçup gittiğini anlamaz? Hem de evi ipotekliyken, iş yerinin kredisi ödenmemişken bu kadar boş vermişlik mantıklı mıdır? Abisine güveniyor diyelim… Peki, abinin Berna’nın gazına gelip kayıtsız kuyutsuz parayı vermesine nasıl bir mantık bulalım? Aklıma geldi de… Gayrimenkul al sat yapacak kadar para vardıysa Alper’in köşesinde neden bunu kasada tutmak yerine mekânın borcunu kapamamış? Velhasıl Alper’in Haşmet’le çalışmasına zemin hazırlamak için tezgâhlanan iflasının da, tıpkı evliliği gibi elle tutulacak bir yanı yok!
Peki ya Mustafa Üstündağ’ın yüzü suyu hürmetine izlediğimiz Haşmet? Bu nasıl büyük iş adamlığı böyle ki şirketin ne CEO’su var, ne sekreteri, ne de ayarlamaları yapacak müdürleri? Adam uyuşturucu patronu ama Almanya’da restoran zinciri kurmak için bizzat kendi koşturuyor ve kafelerde iş görüşmesi için buluşuyor. Çekirdekten yetişme ya… Tercüman bulamama yönü deseniz ayrı bir safsata. Hele düğün mekânına kendisine kazık atan adamı getirtip pataklaması tam komedi. Yahu başka yer mi yok götürecek veya çok mu acil de adamı hapsedip düğün sonrasını beklemek yerine onca insanın olduğu düğün anında iş hallediliyor? Ama böyle olacak ki, Leyla da sanki hediyeyi sonra veremezmiş gibi gittiği odada Haşmet’in gerçek yüzünü görüp kaçsın ve pat diye Alper’in arabasına dalsın. Sonra da aşka…
Ve al-sat işiyle köşe dönmeye çalışıp arkadaşının karısıyla oynaşmayı hak sayan Onur… Kazık attıkları tarafından kaçırılıyor. O süreçte Berna ve parasını kaptıranlar sürekli telefon açıyor, ulaşılamıyor. Bu normal. Ancak kaza sonrası elini kolunu sallayarak ortalıkta gezinmesi ne iş? Nasıl oldu da kafası suya daldırılan Onur böylesine rahat? Hastaneye geliyor, cenazeye katılıyor ama alacaklılar tepesine çökmüyor. Hadi kaçıranlar zaman verip bıraktı peki ya restorana gelen alacaklı niye çökmedi tepesine? Biraz sabır mı diyorsunuz? Hadi bakalım.
‘BANA SEVMEYİ ANLAT’ KARAGÜL’ÜN YERİNİ DOLDURUR MU?
Gidenin yerini doldurmak zordur ama gelene de şans tanımak şart! Nitekim işin içine para sevgisi girince, evlat-torun sevgisinin fasa fiso kaldığını gösteren… ‘Küfeni doldurmayı nasıl bildiysen taşımayı da bileceksin’ sözüyle dul ve çocuklu kadınlara yönelik aile baskısına işaret eden… Hayatın, ikinci şans konusunda erkekler daha avantajlı davrandığını vurgulayan… Anneliğin süper kahramanlık olduğunu dillendiren… Vedat Milor’la et pişirme tekniğine dokunup sukiyaki havası atan… Türklerin Almanya’dan aktarmalı uyuşturucu trafiğine katkısını sergileyen ‘Bana Sevmeyi Anlat’ da emeği bol, harman hikâyesi çok yönlü gelişmeye uygun dizi kimliğiyle kendini ispat şansını hak ediyor. Verdik gitti.
Lakin renk paleti takıntılı Berna’nın saçma sapan gelişen trafik kazasından, üvey kız kardeşle cadı annesinin ‘Külkedisi’ masalındakiler gibi kötülüğü gözümüze sokmalarına… Pek çok olumsuzluk mevcut ‘Bana Sevmeyi Anlat’ta! Anlaşılan mafyatik soslu ve arkadaş kazıklı aşk üçgeni oluşturup sevmeyi anlatmaya soyunanlar mantığı pek önemsememiş. Dolayısıyla kurgusundaki kopukluk hissinin, abartılarının ve mantıksızlıklarının yapımın elini zayıflattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Henüz ne konusunda bir kavrayıcılık, ne de karakterlerin kimyasında bir kaynaşma hissedemediğimi de belirteyim.
Sonuçta; Sezonlar boyu FOX’un Cuma kaygısı yoktu. Çünkü ‘Karagül’, öyle veya böyle izleyiciyi toplamayı başarıyordu. Şimdiyse Cuma dizisi olarak ‘Bana Sevmeyi Anlat’ çıkageldi. Bu düzen böyle devam eder mi, başka bir yeni dizi Cuma’ya konur mu? Onu zaman içinde göreceğiz ama gerçek şu ki, rakipsiz ortamda alınan reytingleri bir yana bırakırsak, mevcut haliyle yol almayı sürdürürse kısa süre sonra tıkanması muhtemel ‘Bana Sevmeyi Anlat’ın işi biraz zor! Umarım mantığı unutmadan sevgiyi anlatan uzun soluklu bir iş olur… Kolay gelsin.
Anibal GÜLEROĞLU
www.twitter.com/guleranibal