Bayram tatili haftasında ne izleyelim?

Eskiden bayram olunca bir başka renklenirdi televizyon programları. Biz de merakla beklerdik acaba bayramda kimler çıkacak ekrana diye.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Şimdiyse bayram demek, tam anlamıyla günü boş beleşe kurtarma fırsatı! Bir tarafta sittin sefer oynatılan yerliler, diğer tarafta Recep İvedik’le, Hababam Sınıfı sevdası ve dahi Maskeli Beşler furyası… Ötekinde yabancı animasyon filmler, berikinde ‘Hay feleğin çarkına’ dedirten bir akış. Daha olmadı özel bölümlerle dizilere kalış. Yani uzun bayramın kısa gün kârı misali, eskilerden medet umma hali. Nasılsa insanlar gezip tozuyor ya… Boşa program hazırlamak veya yeni bölüm harcamak yazık olur şimdi. Hele bir de yeni sezon öncesine denk gelinmişse!

Öte yandan Venedik Film Festivali’nde Reha Erdem’in ‘Koca Dünya’ ile Jüri Özel Ödülü’nü aldığı sinema dünyasında da durum pek farklı değil. Bütün yapımlar bayram ve festival kaygısıyla Eylül’ün son haftasına yığılmış gibi. Turizme destek babında uzatmalı hale gelen bayram tatili haftasının payına da naçizane birkaç yapım düşüvermiş. Biz de içlerinden ikisini ele alalım dedik. Bunlardan biri, Yavuz Seçkin’in başrolünde ‘Yıldızlar da Kayar: Das Borak’; diğeri de, Harry Potter olarak gönlümüzde taht kuran Daniel Radcliffe’in rol aldığı ‘Köstebek’.

YAVUZ SEÇKİN YAPMIŞ YAPACAĞINI

Yerli yapımların her geçen gün artmasına karşın vizyona çıkma mücadelesi vermek başlı başına bir sorun. Hele yüzü aşkın kopyayla salonlarda yer alabilmek büyük marifet. Ama ‘Yıldızlar da Kayar: Das Borak’ diyenler bu marifeti bileklerinin hakkıyla başarmış. Biz de bu sebeple filme yorum getirmek istedik. Böylece ‘Das Borak da ne ola’ diyenler fikir sahibi olur.

Öncelikle ‘Yıldızlar da Kayar’ derken Ferdi Tayfur’un 80’li yıllarda çektiği film geliveriyor aklımıza. Türk sineması ve arabesk müzik meraklıları hatırlayacaktır elbet. Şöhretin getirdiği yükü taşıyamayıp şımaran ve kumar gibi kötü alışkanlıklar edinip çöküşe geçen bir yıldızın öyküsünü anlatıyordu. Tabii Ferdi Tayfur’un parçalarının desteklediği dramatiklikle. Sonra bir baktık yerli sinema cephesinden bir kez daha ‘Yıldızlar da Kayar’ denmeye niyetlenilmiş. Ama bu sefer öyle ağıtlı, hüzünlü biçimde değil… Komedi dünyasında kendine has bir yer edinen Yavuz Seçkin tarzıyla!

Sanat dünyasının bin bir suratı olarak ünlenen Yavuz Seçkin’in de katıldığı basın gösterimine giderken açıkçası nasıl bir film izleyeceğime dair şüphelerim vardı. Evet, Yavuz’un Minibüsü programından bu yana, taklit yönü ağırlıklı komedisiyle Yavuz Seçkin’in neler yapabileceğini biliyorduk. ‘Avrupa Yakası’nda Sertaç olarak sevip ‘Oğlum Bak Git’ filmindeki rolünü de beğenmiştik. Dahası TV 8’in eski döneminde yayınlanan Comedya ile yarattığı ‘Das Borak’ karakterine de aşinaydık ama… Olcay Onur Kaya ve Enver Sülük’le beraber senaryosunu keleme alıp yapımcılığını üstlendiği film genelinde nasıl performans sergileneceği meçhuldü.

Ancak ‘O Hayat Benim’de karaçalı olarak ortaya çıkıp Arzu’nun sebep olduklarıyla diziye epeyce bölüm kazandıran Larissa Gacemer’in de yer aldığı ‘Yıldızlar da Kayar: Das Borak’ın ilk sahnesinden itibaren bu kuşkularım dağılmaya başladı. ‘Was ist das’ demek yerine keyifle izledim. Levent Görgeç’in yönettiği film tam anlamıyla Yeşilçam tadında bir iş olmuş. Üstelik filmde yok yok! Yani Yavuz Seçkin’le başrolü paylaşan Altan Gördüm, Altan Erkekli, Ali Erkazan, Serenay Aktaş ve Ümit Karan gibi isimlerin dışında Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, Cem Belevi, Elif Güvendik, Didem Taslan, Saba Tümer, Bülent Serttaş, Mesut Yar ve Özgün gibi filme renk katan konuklar da mevcut. Ama hızlı tempoda ilerleyen ‘Yıldızlar da Kayar: Das Borak’ın en önemli özelliği bu değil kuşkusuz. İki farklı rolde aynı kişiyi canlandırarak oradan oraya koşturan Yavuz Seçkin işin baş mimarı!

Ayak basılmış halıyı sevmeyen, Rihanna’yla düeti reddeden Borak’ın menajer vasıtasıyla ilişki bitiriş mega starlığında başlangıcını yapan filmde sadece komedi değil aynı zamanda gösteri ve sanat dünyasına yönelik iğnelemeler de bolca mevcut. İthal yerli malı yıldızların(!) tükenmişlik sendromuna karşılık, dünya starı Borak da ‘tıkanmışlık’ sendromunu çıkartıyor karşımıza. Şımarık ve insan aşağılamayı alışkanlık edinmiş star Borak, hayatın gerçekleriyle yüzleşmenin ardından tıkanmışlık sendromuna girip kitlenince de, ‘Ünlülerin Benzeri’ yarışmasıyla borç ödeme yolu arayan Yıldızlar Ajans’ın iş bitirici geçinen organizatörü Bekir ile kardeşi Tayfur’un yıldızı parlıyor. Yani bir yıldız hafiften kayarken diğerine gün doğuyor… Böylece organizatör Hüseyin’in baştan çıkartıcı teklifiyle Bekir oluyor, Borak.

‘Yıldızlar da Kayar: Das Borak’ın bundan sonraki komedi olayını, ‘Borrak bolluğunda gülmeyek de ne yapak?’ diyerek yorumlayıp filmin mesajlarına geçecek olursak… Zırt pırt dağıtılan ödüllerin uydurmalığını ‘plastik ödül’ saptamasıyla yapan filmde organizasyon işlerinin nasıl katakullilerle dolu olduğu gerçeğinden, yarışmaların düzmeceliğine… Farklı konulara komediyle değinilmiş. Bol keseden atan cast ajanslarının, organizatörlerin ve hasbelkader sektöre girmiş kişilerin kendilerini ünlü göstermek için yıldızlarla fotoshoplu fotoğraflar yaptırmalarına da içeriğinde yer veren yapımda, radyocuların yüzleri görünmediği için televizyon sunucuları gibi tanınmadıkları konusu da ‘dış ses’ vurgusuyla ele alınmış. Serde radyoculuk var ne de olsa…

Anlayacağınız, ‘Yavuz Seçkin yapmış yapacağını’ dedirten ve ‘Burası Türkiye. Hangi sanatçı parasını peşin alıyor’ taşıyla da, sektörde ödemeleri gıdım gıdım yapan cümlesini hedefleyen ‘Yıldızlar da Kayar: Das Borak’ toplumun içine karışmaktan çekinen, fotoğraf çektirmekten kaçınan ve kendileri dışındakileri aşağı gören yıldız(!) tayfasının dünyasından komediyle harmanlanmış renkli bir kesit. Kendi doğası içinde ve televizyon şovunun gelişmiş haliyle beyazperdede akıp giderken, usta isimlerin performansıyla tadını artırıp sıkılmadan izlenebilen yapımın müzik yönü de gayet hoş ayrıca.

Dolayısıyla yılların ‘Das Borak’ını sinemada görmek isteyenlere duyurulur… Uzakdoğu’nun gözdesi Boracay’a gidemeyeceğimize göre ‘Das Borak’la idare etmeyi tercih edebilirler. Ha Boracay, ha Borak… İkisi de insana güzellik vaat ediyor neticede.

‘KÖSTEBEK’LE IRKÇILIĞA BAKIŞ…

Irkçılık, yıllar boyu insanlar arasında çıkan çatışmaların en önemli gerekçelerinden. Günümüz dünyasında yeniden yükselişe geçen ve temelinde ekonomik sebeplerin-ezilmişliğin yattığı bu üstünlük kurma tutkusu, toplumları dil ve vatan birliğinden ziyade, soy-ırk denkleşmesinde buluşturmaya çalışan ürkütücü bir kavram. Ancak özellikle beyazlar tarafından yaratılan bu ürkütücülüğün türlü şekillerde yüzünü gösterdiği de bir gerçek. Her ne kadar toplumların büyük kesiminde tepkiyle karşılansa da, Avrupa’dan Amerika’ya ırkçılık hızla yayılmakta. Özellikle Amerika’da, özgür yaşam biçimi doğrultusunda ırkların karışması ‘Beyaz soykırımı’ şeklinde nitelendirilmekte ve Avrupalı arî Amerikalıları korumayı hedefleyen yasadışı oluşumlar mantar gibi türemekte.

Yasalar ve yönetimler bu illetle ne derece etkili bir mücadele yürütüyor bilemeyiz ama demokratik algıları geliştirmek, insanlarda bilinç yaratmak için birebir olan sinema dünyasının ‘ırkçılık’ konusunda pek çok uyarıcı yapımı olduğunu görüyoruz. Mesela ‘Mississippi Yanıyor’ veya ‘Malcolm X’… ‘Yeşil Yol’, Oscar ödüllü ‘Piyanist’, ‘12 Yıllık Esaret’… Ve niceleri. Hepsi de Nazi veya Amerikan ırkçılığını eleştirmek için yaratılan filmler.

Kısacası; Her ne kadar Oscar törenleri siyahîlere sinemada çok az yer verildiği gerekçesiyle protesto edilse ve Hollywood’da belli bir kesimin ağırlığı hissedilse de, ırkçılığa karşı filmlerle mesaj verme alışkanlığı sürmekte. Nitekim dünyanın dört bir yanında terör baş belası olmuşken, ırkçılık üstünden siyaset yapma iştahı alabildiğine kabarırken gerçek hikâyesiyle beyazperdeye çıkan ‘Köstebek/Imperium’ filmi de bunlardan biri.

‘Köstebek’ filminin özelliği ne derseniz… Günümüz dünyasındaki gelişmeleri sorgulamak adına oldukça önemli bir yapım. Dünyadaki tüm olumsuzlukların Müslümanlar üstüne yıkılmaya çalışılmasının yanlışlığını saptayarak asıl konusunu geliştiren filmin sinemasal yönü yetersiz kalsa bile içerik olarak hayli düşündürücü bir etkiye sahip olduğunu söyleyebilirim. Hani herkesin az çok aklına gelen, bilse de söyleyemediği gerçekler vardır ya… Sonra biri çıkar bunları döküverir ortalığa. İşte ‘Köstebek’ de bu özellikte bir çalışma! Dolayısıyla üstünde durulması gereken yönü, ele aldığı konu. Ayrıca bir zamanlar sihirli asasıyla mücadele veren Daniel Radcliffe’in, Neo-Nazi tipine gayet güzel uyduğunu da belirtmekte fayda var. Bu açıklamanın ardından ‘Köstebek’ bize ne anlatıyor diye bakacak olursak…

Arî ırk hevesiyle dünyayı kana bulayan Adolf Hitler’in ‘Kelimeler keşfedilmemiş yerlere köprü kurar’ sözüyle açılışını yapıp… Daniel Radcliffe’in ‘okumuş’ FBI ajanı Nate sıfatıyla yer aldığı terör operasyonunda ele geçen cihatçı Somalili genç üzerinden Amerika’daki ırkçılığa giren ‘Köstebek’, özgürlükler ülkesinde hüküm süren ve ‘Başlangıçta kalem vardı’ diyerek faşist eylemlerini kendilerince kutsayan Neo-Nazi faaliyetlerini masaya yatırmakta. Kuzey Afrika’nın terör destekçiliğini Sezyum kaçakçılığıyla bağdaştırıp bu maddenin radyoterapi cihazı vasıtasıyla kirli bombaya dönüştürülerek kitlelerin imhasına yol açabileceğini ortaya koyan yapımda, Neo-Nazilerin ilham kaynağı olarak görülen ‘Turner Günlükleri’ne de yer verilmiş. Hatırlanacağı üzere iki yıl önce Almanya’da 8’i Türk 10 kişiyi öldüren NSU terör örgütünün bu kitaptan esinlendiği varsayımı atılmıştı ortaya. Bu detay da filmin gerçeklerle ne derece iç içe olduğunun göstergesi.

Ayrıca Yahudi sermayesinin her tarafı ele geçirdiği mantığı üstünden yürütülen ırkçılığı, nükleer bombayla buluşturma fikrine odaklananları açığa çıkartma görevini üstlenip ‘Köstebek’ olan Nate’i canlandıran Daniel Radcliffe’in her forma girebilecek bir oyuncu olduğunu da ortaya koyan yapımda Amerikalıların olası tehlikelere karşı hazırlıklı olma paranoyası da verilmekte. Yanı sıra ‘Her zaman hazır ol, her zaman gözle ve hep birlikte kal’ sloganıyla hareket eden ırkçıların kendi aralarında inançlı olan-olmayan ikilemi yaşadığını gösteren içerikte toplumsal nasihatçilik de gözlenmekte… Ki, ‘300 milyon ne idüğü belirsizin üreyip çoğalması yerine 50 milyon arî vatandaş bize yeter’ diyen filmin bu yönü adeta ırkçılığa övgü gibi! Misal; Beton-asfalt çöplüğü yerine yeşilin-doğanın korunduğu sağlıklı-arî bir ülkede yaşama isteğinin dillendirilmesi… Veya kitleleri peşinden sürükleyen önderlerin, ‘Arî gençlerin başında alkol, sigara ve küfür belası var’ demesi! Bu ayrıntılar filmi, ikili hale getirmekte. Dahası tüm bu içerik özelliklerini ve Amerika’nın başka ülkelere müdahalesini ırkların arîliğine tehdidi görülmesini, yönetim adayı söylemleriyle de örtüştürmek mümkün.

Sonuçta; Çeşitliliğin, beyaz soykırımı olduğunu söyleyip beyazlara özgürlük ve haklar isteyen… Göçmenler, siyahî ırk ve Yahudiler yüzünden düşmanın her yerde olduğu vurgusuyla ırkçılığın alabildiğine geniş bir yelpazeyi hedeflediğini gösteren… Dallas Walf karakteriyle şov dünyasındaki-medyadaki kişilerin kendi menfaatleri için ırkçılığa çanak tuttuklarını işaret eden… Amerika’daki her üründe Yahudi kutsama vergisi adı altında ek maliyet bulunduğu saptamasını yapan… Ve ‘Demokrasi, Batı medeniyetini yıktı; Siyonizm durmadan ilerliyor. Hıristiyanlıkla İncil, Yahudi işi’ diyerek sağ gösterip sol vuran ‘Köstebek’, sıra dışı denilebilecek senaryosuyla sinemada fark yaratmakta. Michael German’ın gerçek hikâyesinden esinlenen, Daniel Ragussis’in yazıp yönettiği bu filmi, gelişen ırkçılığın gidişatını düşünmek adına görün derim.

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal