İtalyancada sebep-mantık-akıl gibi anlamlar taşıyan ‘ragione’ kelimesinin dilimize geçmiş hali olan ‘Racon’, aslında görüldüğü gibi orijinal haliyle derin anlamlar ifade etmekte. Ama ne yazık ki bizde herkesin kafasına göre esnetilmeye müsait bir hale dönüştürülmüş ve böylece en basitinden argo bir söz olarak algılanmaya başlanmış. Kimileri mafya dünyasının gücüyle buluşturuyor, kimileri de delikanlılıkla. Bunlar buzdağının görünen yüzü. Oysa en büyük racon her an her yerde karşımıza çıkan yaşanmışlıkların, haksızlıkların içinde…Bir bakıyorsunuz karısını bıçaklayan adama 5 ay ceza veren adalet sistemi kocasını bıçakla tehdit eden kadına 20 ay cezayı layık görüyor. Tecavüze uğrayan, öldürülen kadınların ardından ağıtlar yakıp büyük laflar ediyoruz amaaa… 6 yaşında evlenme konusundaki yoz beyanları, pedofiliyi teşvik edici mahiyetine aldırmadan, cezasız bırakıp 12 yaşında cinsel tacize maruz kalan kızcağızın psikolojisi düzeldi diye onu mağdur edenin cezasını bir çırpıda 10 yıl indirmeyi de ihmal etmiyoruz. İnsanlık bu tabloya bakıp ‘Adaletin kefesi erkekten, mağdur edenden, sapkından yana mı’ diye sorgulamaması mümkün mü? Sorgulayan sorgulasın, düzenin raconu kesilmişken kimin umurunda.Bazen düzen ve algı yönünden eskiler daha şanslı mıymış diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü günümüzde hangi konuda olursa olsun, cümleten bir sapma-kafa karışıklığı modası hüküm sürmekte. Sebep-mantık-akıl üstüne oturtulan köklü yaşam raconu sizlere ömür. Ne hak edene layık olduğu karşılık veriliyor, ne de insanlar kendilerine sunulanları tarafsız bir mantıkla değerlendiriyor. Değişen değer yargılarının ve hak anlayışının düzenindeki yeni nesil racon böyle. Racona ters düşmeyen kazançlı çıkıyor her durumda. Kısacası bizdeki racon adaptasyonunda mal meydanda… Hal böyleyken biz de genel itibariyle, içinde bulunulan ortama özgü kurallar koyup düzeni sağlamak, diye tanımlarsak bu kelimeyi, günümüzün ‘Racon’unu da ‘kötülük-haksızlık-yağcılık’ üçgenine itibar etmek şeklinde yorumlayabiliriz rahatlıkla. Zira nereye baksak bu üçlünün raconu geçer akçe! Nitekim ATV ekranında hak yiyenlere karşı racon kesmek üzere yola çıkan ‘Racon: Ailem İçin’ de, bu üçgenin raconuna kurban edilmek istenmekte.
‘RACON’ KENDİNE ÖZGÜ BİR İŞ AMA…
Zengin-fakir ikilemindeki aşk öykülerini evire çevire işleyen dizicilerin, yenilik yaratmak adına çareyi, karanlık insanların dünyasından hikâyeler yaratmakta aramaları kaçınılmazdı. 2000’li yıllarla birlikte romantizmden ziyade intikamcı kahramanlıkla ‘idol erkek’ geliştirmenin daha iyi iş yaptığının kavranması bu tür konuların peş peşe ekrana taşınmasının da kapısını sonuna kadar açtı. Ancak bu kapıdan çıkan her işin, sırf ‘alfa erkeği’ yaratmaya endeksli özelliğinden dolayı başarılı olacağını düşünmek tabii ki de imkânsız. Öyle ki bu imkansızlığın neticesinde pek çok dizi de kısa sürede hüsran yaşayarak ekrandan siliniverdi.
Şimdilerde bu alanda varlık göstermeye çalışan iki yeni yapım var ekranda. Geçtiğimiz günlerde ‘Kara Kutu’yu değerlendirmiştim… Sıra,‘Aşk Yeniden’in Survivor ile çekişmeye girdiği Salı gecesine ‘Kara Kutu’ ile aynı günde göbekten dalan ‘Racon: Ailem İçin’ dizisinde. Mehmet Aslantuğ ile Sarp Akkaya’yı buluşturan ve Hande Doğandemir’i yeniden aşk halleriyle ekrana taşıyan dizi hakkında yapılması gereken ilk saptama, kim ne derse desin kendine özgü bir iş olduğu… Yani bu dizide ‘Poyraz Karayel’ havası soluyanlar yanılıyorlar! Çünkü ‘Racon’, mizahi yönü olmayan bir yapım. Ayrıca dramatik öykü örgüsünden, değişik tiplerle yaratılan oyunculuk temposuna… Diğerinden bambaşka bir tablo koyuyor ortaya. Öte yandan ‘Poyraz Karayel’ benzetmesinin kökü şayet baba-oğul anlaşmazlığıysa, ‘Poyraz Karayel’in de aslında daha önceden ekrana çıkan ‘Kaçak’ dizisinin baba-damat esintilerini taşıdığını hatırlatırım. Ha yok, babasının mafyalığından kaçıp Azra ismini alan Yağmur’un ‘isim değiştirme’ detayından hareketle ‘Poyraz Karayel’deki Ayşegül’le benzeşme bağı kurulmuşsa, burada da Ayşegül’ün ismini değiştirmediğini sadece annesinin soyadını kullandığını vurgulamak gerekir. Dolayısıyla ‘Racon’u değerlendirirken bu tarz yapımların geneline yayılabilecek benzerliklerden ziyade olayın bütününe odaklanmak daha doğru olacak.Bu açıdan Hande Doğandemir başta olmak üzere oyuncu kadrosunun sevilen isimlerden oluşmasına rağmen reyting kriterine göre çok da parlak bir başlangıç yapamayan ‘Racon’un bütünlüğünde fark yaratan ayrıntıyı saptamakta fayda var… Ki, o da Atmaca’daki iyiyle kötünün hesaplaşmasına odaklanan dizinin öyküsündeki intikamcılığın sonradan gelişen uyuşturucu vs işleriyle değil çocukluktan gelen bir olaya dayanması. İşte diziyi özgünleştiren de bu! Buradan hareketle Sarp Akkaya’nın canlandırdığı Recep karakterinin kötülüklerine dayanak sağlayan dizinin yeni bir ‘mazur görülebilir kötü’ tipi doğurduğunu da söyleyebiliriz. Peki, Kenan ile Recep’i karşı karşıya getirirken ‘Her yapılan kötülüğün haklı bir nedeni vardır’ demeye soyunan dizide, geçmişe dayalı intikamcılığın yarattığı farkın yansımasını şimdiye kadarki bölümlerde yeterince hissedebilmemiz mümkün oldu mu? Ne yazık ki buna olumlu cevap verebilmek mümkün değil. Çünkü ‘Racon’ öyle bir temposuz üslup ve anlatım karmaşasıyla başlatıldı ki, öykünün özü değil ciddiyetini hissettiremeyen sözü öne çıkıverdi.
RACON’U BOZAN AYRINTILAR
Derinlik katılabilecekken sığ başlangıçla kendi kendini boğan ‘Racon’un negatiflikleri aslında öyle halledilemeyecek problemlere dayanmıyor. Ama sineğin küçüklüğüne rağmen mide bulandırdığı gibi bu dizinin sorunları da küçük olmasına karşın izleme isteğini etkiliyor.‘Racon’u bozan ayrıntıları irdelerken her şeyden önce buradaki adalet-aile dengesi arasında bocalayan ‘baba-abi’ olgusunu masaya yatırmak gerek. Mehmet Aslantuğ’un canlandırdığı Kenan’ın iyilik yönünü, ‘aşk şiiri okuyacakmış’ edasındaki baygın ses tonu ve yumuşacık bakışlarla yansıtmakta diretmek, yıllarını hapiste geçirmiş biri için pek gerçekçi durmamış.Başlangıca bakıyoruz… Racon masasının lideri olan Kenan onca yıl dört duvar arasında kalmanın yaratacağı ruh halinden eser taşımadan memnun-mesut çıkıverdi karşımıza. Dahası, vurulmasından morgdaki Sedef’i teselli sahnesine, fazlasıyla iyimser ve duygusal bir ifade hâkimdi karaktere. Kısacası salon erkekliğine ve aşk adamlığının romantizmine çok güzel uyan Mehmet Aslantuğ’la denkleştiremediğim Kenan Baba’daki pozitifliğin gereğinden fazla abartılmış olarak sunulması, dizinin racon kesen öyküsüne inancı baştan kıran bir detay.Kenan’ı geçip oğluna geldiğimizde… Doğrusu ‘Günahkâr’ dizisinde çok daha inandırıcı bulmuştum Seçkin Özdemir’i. Burada canlandırdığı Adnan, havada kalmış gibi. Engin’in katili olarak babasını zor durumda bırakmanın dışında şu an için kayda değer bir öykü performansı yok. Kızlarla takıldığı sahne, Yağmur’la iletişimi, Tekin’e yönelik tavırları, Engin’i babasının talimatına rağmen vurması, Recep’le işbirliğine yeltenmesinin gelişimi tatminkâr biçimde ele alınamamış. Hepsi çok basite indirgenmiş. Bu nedenle Seçkin Özdemir’in varlığına rağmen Adnan karakteri istenen etkiyi yapamayıp ‘ayaküstü yaratılmış’ izleniminden kurtulamıyor.
YAĞMUR-TEKİN FENOMENİ YARATILMALI
Karakterlerinde ve öykü akışında yaşadığı acemilikle başlangıcında tökezleyen ‘Racon’un bam teli, Yağmur-Tekin ilişkisi… Bu iki karakterin varlığı, hem ağır ağabeylerin iyi niyetli adaletçi mantıkla yumuşatılmış karanlık dünyasına delikanlıca yelken açmaya, hem de güçlüklerle boğuşmanın handikabını yaşayan aşkın gönül titreten renkliliğini oluşturmaya müsait bir avantaj! Ancak ilk bölümlerin acemilik heyecanıyla burada da birtakım nahoşluklar yaşandığı kesin. Misal, dik başlılığı vurgulanmak istenen Azra’nın motorlu kız tripleri, şipşak işi kıyafet değişimi ve ofisteki mimari bilgiçliğinin hissettirdikleri… Bunlar bir gençlik dizisi veya romantik komedi yapılıyor olsaydı hoş dururdu ama ‘Racon’ bazında doğallıktan uzak bir boşluk taşıyordu.
Öte yandan sonuçlarıyla ‘Hande Doğandemir hayranları hani neredesiniz’ diye düşündüren dizideki Azra’nın Yağmur’a dönüşümüyle ortaya çıkan Yağmur’un aşkı-Tekin’in vefa borcu ikileminde, ‘çöp adam’lı çizimler, sohbetler, bakışmalar gayet isabetli şeyler. ‘Güneşi Beklerken’den yakalanan Hande Doğandemir oyunculuğunda, içeriği canlandırıcı arzulanan romantik ayrıntılardan olmuşlar. Dolayısıyla dizinin, Yağmur-Tekin ikilisini daha damardan işleyip, aralarındaki duygusallığı çocuksu imgelerle coşturarak bu zorlu aşk sürecinden yeni bir fenomen çift oluşturmaya odaklanması herkesin hayrına.
Neticede; Nasıl ki racon kesmek her kişinin harcı değilse, ekranların kırıcı düzenindeki racona meydan okuyup, özü-oyunculuğu sağlam olsa dahi, ayakta kalabilmek de her dizinin harcı olamıyor.
Bu hakikate karşı yine de derim ki, ‘Mahallenin çocuğunu koruma-kollama’ raconunu hatırlatıp arsa talanının iş adamı görünümlü mafyalarca gerçekleştiğini kendi tarzıyla vurgulayarak yola çıkan… Karakterlerini açmayı ve olayların arka planını vermeyi ikinci bölüme saklayıp heyecan dozunu artırmayı da üçüncü bölüme bırakan ‘Racon: Ailem İçin’ dizisinden hemen vazgeçilmesin. Çünkü mevcutlara rağmen ‘Racon’ yazmak ve bunun farkını herkese kabullendirmek öyle kısa sürede olabilecek bir şey değil!
Olumsuzluğu bertaraf etme yolunda yapılacak şey ise öncelikle konu akışını doğallaştırıp senaryoya inancı güçlendirmek… Sonrasındaysa ‘Yağmur-Tekin’den azami biçimde faydalanmak ve farklı zamanlarda sıkça ekrana getirerek alışkanlık geliştirirken biraz sabır göstermeyi bilmek. Bu düzende başarının raconu da bu.
Anibal GÜLEROĞLU