Uzun süreli dizi çevirmenin zorluklarından yakınma durumunun, şipşak dizileri ‘seri üretim’ mantığıyla yaratıp verim bekleyenler sayesinde rafa kalktığı günümüzde senaryo kalitesinin giderek düştüğü gerçeği orta yerde durmakta… Dizi sektöründeki bu gidişatla paralel yol alan sinemamızın 100’üncü yılındaki durum da aynı oranda eleştiriye açık bir manzara sunmakta. Dizi kafasıyla üretim neticesinde beyazperdede yer alan yerli yapımlar son zamanlarda o denli çok oldu ki, hani ‘Işığı gören çıkıyor’ dense yeridir.
Tabii bu süreçte kayda değer işlere de imza atılmıyor değil. Ancak her bölümüyle bir yerlere dokunup taşı gediğine oturtma ustalığı sergileyen Ulan İstanbul’a da malzeme veren şıpın işi senaryolar baskın durumda.
Övgüyü hak edenlerin dışında kalanların ortak noktası, televizyondan alınan rüzgarla yola çıkıp popüler kültüre hitap eden bir dil kullanarak, uzun uzadıya düşünmeyi gerektirmeyen gündelik-sıradan konularla vaziyeti idare etmek! Bunların içinde işi en basite indirgeyenler ise ‘komedi’ yüzüyle çıkıyor karşımıza. Komedi yapmak çok kolay olduğu için mi? Hiç değil.
Yalan Dünya’nın gidişine yönelik sitemini Beyaz Show’dan dillendiren Beyazıt Öztürk’ün de işaret ettiği gibi komedi yazmak zor iş aslında… Gel gör ki gerek dizi, gerekse film haliyle bizde üretilenlerin ‘kaliteli komedi’ vasıflarına sahip oldukları hususu tartışmaya çokça müsait. Birkaç abuk sabuk tip yaratırsın, konuşma tarzını bozarsın, klişe durumları espri malzemesi yaparsın… İlaveten argoyla karışık kadınları aşağılama söylemi de kattın mı, gerçekte en zoru olan komedi yazmak ve oynamak, bizim için çocuk işine dönüverir.
Bu kolaycılık kombinasyonuna itibar edip yere göğe sığmayan övgülerle destekleyenler de olduktan sonra kim korkar komediden? Gelsin, içeriğin dibe vurduğu sıra sıra komedi dizileri ve filmleri. Gelsin de, son zamanlarda böylesi kopyala yapıştır biçimindeki komedilerde yoğunlaşmaya başlayan kadına yönelik sunumlara da biraz çekidüzen verilsin.
Tamam. Nihayetinde komedi olayı var ortada. Biz de vara yoğa ‘Höst’ diyerek şikayet eden tiplerden değiliz. Ama mizaha malzeme yapılan bir konunun da suyu çıkartılmamalı. Nedir Allah aşkına esprilerini cinsiyetçiliğe odaklayarak bir şeyler yaratmaya çırpınan komedilerdeki bu kadın manzaraları böyle?
Yok, yok. Sözümüz, kimilerinin üstünde durduğu gibi, geçimlerini pavyonda çalışarak kazanan kadınların dizilerde sevimli gösterilmesine yönelik değil. Ya da ‘metres’ olgusunun mizahla cıvıklaştırılıp kabul edilebilir kıvama getirilmesi hiç değil.
Bizim takıldığımız detay kadınlık vasfı üstüne… Bir ‘menopoz’ sululuğudur almış başını gidiyor. ‘Gönül İşleri’ dizisinden ‘Deliha’ya, kadının yaşamındaki doğal süreç olup mizahla kel alaka yaşanan menopoz olgusu abartıldıkça abartılıyor. Senaryosuna komedi unsuru koymak için kolları sıvayanların can simidine dönüşüyor. Hoş, komediyle uzak yakın ilgisi bulunmayan Muhteşem Yüzyıl’ın Vahide Perçin’li evresinde de çıkartıldı ya karşımıza…
Bu da yetmiyor. Marifetmiş gibi garip konuşmalarıyla ortalıkta gezinen ‘erkeksi’ kadınlar yaratılıp bunların üstünden komediler türetiliyor. Misal Yalan Dünya’daki Zerrin tipiyle yaratılan abartıdaki mizahsız mizah. Sözüm ona ‘delikanlı kadın’ olayı… Dizilerdeki böylesi tipler arttıkça gerçek yaşamda da kızların bu triplerde dolaşıp konuşması, erkeklere taş çıkartan erkeksi duruşla kadın gibi kadınlıktan uzaklaşması kaçınılmaz. Nitekim çevremizde örnekleri hızla çoğalmakta.
Kadını kadınlıktan soyutlarken kimi zaman da saflıkta tavan yaptırarak ‘salak’ konumuna indirgeyerek bir yandan da aşağılayıcı detaylar yaratan bu zihniyet hem ekrandaki işlerde hem de komikliği kendinden menkul komedilerde mevcut. İşte size en taze örnekler…
ERKEKSİ DELİHA’YLA KADINI SIFIRLAMAK
Yeşilçam’ın ustalarını anarak sezon açılışını yapan Beyaz’ın, Yalan Dünya kadrosundan kimsenin yer almadığıyla ilgili şakayla karışık dokundurması ve Gupse Özay övgüsüyle izleyiciye sunulan… Kayınvalideyi camdan atabileceğini ama asla üzerine yürümeyeceğini söyleyerek Esra Erol’a konuk olup koca arayanlara ve beş çocuk olayına laf atan ‘Deliha’ için getirilen etiket, ‘İlk kadın işi komedi filmi’ şeklinde.
Peki, Yedikule’den başlayıp Şirince’ye uzanırken bir yol hikayesine dönüşen, yakışıklı Cemil ve erkek kardeşi Cemal’in fotoğrafçı dükkanı açmasıyla aşk rüzgarları estiren ‘Deliha’daki kadınsallık ne durumda?
Çok yıprandığı yönündeki taşlamaya maruz kalan Kenan İmirzalıoğlu’nun resmiyle varlık gösterdiği ‘Deliha’daki kadın hallerini, kadın komedisi olarak algılamanın mümkünü var mı? Senaryonun bir kadın tarafından ele alınmış olması bu tarz bir işe ‘kadın komedisi’ demek için yeterli olabilir mi? Dahası, ‘Çok güzelim behhh…’ diyerek omuzlarını arkaya atıp kollarını sallayarak yürüyen, olayını külhanca konuşmaya dayandıran birine ne derece ‘kadın’ denir? Denmez be hacı-bacı. Denemez.
Pastayla intihara kalkışan Zeliha’nın erkek gibi büyüyen kimliğindeki abartılarla yaratılan bu ‘Denemez’liğe menopozlu annenin varlığını eklersek, diğer kadın karakterlerin ezik-koca peşine düşen evde kalmış tiplerden seçildiğini de hesaba katarsak komedi niyetine kadının aşağılanması tamamlanmış olduğunu görüyoruz.
Kısacası, sırf komedi niyetine erkeksi tavırlarla donatılarak kadın komedisini sıfırlayan ve skeç tadındaki esprileri de çoğu yerde istenen amaca ulaşamayan Zeliha’nın mahalle ortamındaki iyi niyetli densizlikleriyle İvedik’leşme kıvamına giren ‘Deliha’ neticede kadının, doğal kadın haliyle komedi yaratamayacağını gösteren bir erkeksilik! Ötesi yok.
BİZ, EZGİ’Yİ BÖYLE BİLMEZDİK
Aralık sonu itibariyle final yapacağı ve anlaşmasının yenilenmeyeceği söylenen ‘Arkadaşım Hoşgeldin’ de, komedisini ağırlıklı olarak cinsiyetçilik söylemi üstüne kurarak kadın kimliğini ezenlerden.
İki lafın başı sürekli cinsellik çağrışımı yaratan esprilerin tekrarıyla güldürmeyi hedefleyen ve bir anlamda kendini yenilemediği için reytingi düşen programda Tolga Çevik’in kadın kılığına girmesine alışkındık. Aslında hiç sırıtmayan bu tiplemelerin ona çok yakıştığı da bir gerçek. Ancak aynı şeyi partneri Ezgi Mola için söylemek mümkün değil.
Tolga Çevik’le rol arkadaşlığına başladığı ilk günlerde gayet akıllı, usturuplu bir tarzla çıkıyordu ekrana ve güldürüyordu. Ama komedi üretememe kısırlığı devreye girince Ezgi Mola’ya erkeksi kimlikler yükleme süreci de baş gösteriverdi. Kadın kimliğini öteleyen ve ‘‘Biz Ezgi Mola’yı böyle bilmezdik’’ dedirten bu rol değişiminin yarattığı sonuç ise sanıldığının aksine komik olmayıp bir hayli itici.
Mesela Fatih Ürek’in konuk olduğu bölümde, Orta Çağ’dan bir Fransız erkeğine dönüşmeye çabalayan Ezgi Mola bu zoraki komedide işi o denli abarttı ki, kadın kimliğini yerle bir eden özenti erkeksilik karşısında gülmek şöyle dursun rol arkadaşı bile kadın-erkek ikilemine düştü.
Anlayacağınız yanlış anlamalardan, cinselliğe yönelik vurgulardan, kadınların güzellik-menopoz-erkek avcılığı gibi özelliklerinden medet uman bizdeki komedilerde mantık hep aynı işliyor. Başrolün kadında olması, senaryonun kadın tarafından kaleme alınması aslında bir şey ifade etmiyor. Yapımın adı değişse bile, kadın karakterler karikatürize edilmeye çalışılırken cinsellik vurgulamalı kolaycılığa kaçıldığından, kadın olgusu da her şartta aşağılanıyor. Kadın eliyle, kadınlığın ezilmesi bu olsa gerek!
Anibal GÜLEROĞLU