Ayrı dünyaların insanları, akıl almaz tesadüflerle bir araya gelip imkânsız denilen aşkı yaşamaya başlarlarsa bu duruma yorum, olsa olsa ‘Rüya’ olur. Çünkü üstüne çokça konuşulan ama bir türlü kesin açıklamalar getirilemeyen rüyaların mantıkla işi olmadığı gibi, gerçek yaşamda da böylesi birlikteliklere pek rastlanamaz.
Her ne kadar sinemaya bambaşka bir evren sunan Walt Disney ‘Onların peşinden gidecek cesaretiniz varsa bütün rüyalar gerçek olabilir’ demiş olsa dahi, insanlar ancak rüyalarında görürler bu tarz masalsı birliktelikleri. Tabii bir de, bilimsel projelerin arasına ‘organik hoşaf’ı sokabilecek kadar gelişen ekranların uyurgezer dünyasına ayak uyduran yerli dizilerde… Ki, onların klişelerle şişirilip yaratılan içeriklerinin de mantık ve gerçekçilik noktasında rüyalardan farklı olmadığı muhakkak.
Öte yandan rüyaları görmekten daha önemlisi, onların yorumu! Talmud, yorumlanır olmayan bir rüyayı okunmamış mektuba benzetse bile, zor iştir rüyaların neye delalet olduğunu, hayatımıza etkisini dillendirmek. Nihayetinde ezbere bir şeylerle değerlendirilip geçilir çoğu rüya. Dahası kimi rüyaların anlamının hayır mı şer mi olduğu da kestirilemez. Nasıl ki, dizilerin rüya misali sunulan varlıklarının değerlendirmesinde de aynı durum söz konusu olabilir. Yapımın içeriğini yorumlarken iyiyle kötü arasında kafa karışıklığı yaşanabilir.
Nitekim Totalde ‘Dolunay’ın ve tekrarının gerisinde kalıp AB’de beşinciliğe düşen ‘Rüya’ dizisi karşısında böylesi bir ikilemdeyim ben de! Hem beğendiğim, hem de bazı detaylarından dolayı itici gördüğüm yapıma bakıp ‘‘Bu ‘Rüya’yı nasıl yorumlayalım’’ diye düşünüp duruyorum kaç bölümdür. Galiba en doğrusu iyisiyle kötüsüyle vurgulayıp yorum getirmek!
RÜYA’NIN HAYRA YORULAMAYACAK YANLARI…
‘Fakir kız-zengin oğlan’ hikâyesi şeklinde başlayıp aşkla entrikayı buluşturma yolunu tercih eden ‘Rüya’ için ilk sözüm, acımasızca eleştirilmeyi hak eden bir iş olmadığı! Ancak Kaktüs Yazı Grubu’nun senaryosu ve Cemal Şan’ın yönetmenliğinde ekrana taşınan Faruk Turgut-Gold Film imzalı yapımın da hayırsız yanları bulunduğu muhakkak. Dizinin rakipleri karşısında elini güçsüzleştiren detaylarsa, karakterlerin tavırları ve içeriğin başlangıç mantığı!
Açılış sahnesinin rüyalığını fazlaca belli ederek ilk olumsuz puanını alan dizinin ilk bölümü benzeri yapımların başvurduğu tüm klişeleri bünyesinde toplayarak yol alırken özellikle Elif karakterinin ailesiyle muhabbeti alabildiğine zorlama hissi uyandırdı en baştan. Misal, Elif’in abisiyle arasında geçen giyim muhabbeti, Gülendam’ın masumu oynaması, üvey kız kardeşin tavırları, babanın evin tek para getiren çocuğu konumundaki kızını ezici yaklaşımı… Hepsi de ‘Diğer dizilerde var, bizde de eksik kalmasın’ babında yerleştirilmiş sahneler olarak duygudan ve inandırıcılıktan uzak bir tatsızlığa sahipti. Dolayısıyla baştan ilk köstek vuruldu ‘Rüya’ya.
Ardından Elif ile Yıldız’ın zenginler âlemine geçiş faslı geldi… Ki bu evrede de ‘İki Yalancı’yı hatırlatan bir gelişme yaşandı. Evrenin çaktığı işareti alıp kozmik güç laflarıyla havalanan Yıldız’ın yalancılığıyla eline geçen fırsatı değerlendirmeye soyunan Elif, sattıkları kıyafetleri hiç korkmadan ödünç alıp 11’de teslim edilmesi gereken emanet arabayla davete gitti. Zengin gibi davranma çakmalığında Ayaz’a yakalanan ikilinin Bulut’la kaynaşmasını, Elif’in ‘işçi hakkı savunucusu’ konuşmasıyla sağlayıp büyük aşkın temelini atan ilk bölümdeki bu gelişmelerin rüyadan öte mantıksızlığı o denli aşikârdı ki, Bulut’un mağaza yapışkanı Ozan’ı dehleyişi de, patronlarının kendisi hakkındaki sözlerini duyup kinlenen Alaz’ın varoş avcılığı da hak ettiği değeri bulamadı. Devamı da çorap söküğü gibi geldi zaten.
Dizinin ilk bölümünde en önemli olumsuzluk nedir derseniz… Elif’in magazinden takip ettiği Bulut’a âşık olup onunla ilgili hayaller kurması ve Bulut’un da kıytırık bir tesadüfün ardından üç günlük tanışıklığı olduğu kızla ‘yüz yılın aşkı’ pozisyonuna girip evlilik teklif etmesi! Yani zaman kavramını hiçe sayan yerli dizilerin mantıkla alay eden ilişki gelişimi düzenine ‘Rüya’nın da uyması, Alaz-Bulut kardeşliği ve Cihan’ın mazisindeki aşkıyla Faysal’ın geçmişteki cinayeti üstünden farklılık yaratabilme kapasitesindeki dizinin ayağına taş olmuş.
Alaz’ın annesini çabucak öldürmesini de yanlış bulduğum ‘Rüya’nın hayra yorulamayacak bir diğer ayrıntısı, Gülendam’ın Ruhşan ile geliştirdiği işbirliği.
Hadi zengin erkeklerin fak-fuk kızlara merakını, onca yapay kadın arasında, ‘saflık-doğallık arayışı’ diyerek sineye çektik de… Bu zengin annelerin saçma yancılık hallerini bir türlü kabullenemiyoruz. Böylesine çaresiz ve aptal mıdırlar da, gidip elin varoş ve paragöz üvey analarıyla muhatap oluyorlar? Bir kere olay, engelleyici entrikaysa, varoştan çok daha fazla olanağa sahipler. Gerçi ailecek Elif’in evine gitme mantıksızlığında bulunan Ruhşan’ın, Faysal ile Gülendam’ı ‘Çöpten beslenen lağım faresi’ olarak kovması ilk etapta farklı bir çıkış oldu ama…
Sonrasında kendi ayağıyla işbirliğine girişmesi bunu sildi süpürdü. Deli deli gözlerini açıp ikide bir ‘Hayatım Faysal’ diyerek adamı yiyen kışkırtmacı Gülendam’ın yegâne çözümü, Selami nihayetinde. Faysal’ın pırıl pırıl zengin damat dururken Elif’i alıp ‘Kızıma iyi bak’ kafasıyla Selami’ye getirmesi de ayrı bir mantıksızlıktı zaten. İdris’in ateşi karşısında kediye dönüp Faysal’ın rezil babalığı sayesinde aslanlaşan Selami’nin ‘Kırgın Çiçekler’deki Kemal misali Elif’i ormandaki evde bağlı tutması da ayrı bir klişe olarak yansıdı izleyiciye. Yani burada da ekstra bir olay sunulamadı bize.
Hayra yorulamayacak detaylarda durum böyleyken… İsa ile İnan’ın mahalle serseriliği cephesinden, Alaz’ın ‘Sırrı’lı çetesine uzanan yolda zaman zaman ‘Karadayı’ havasını estiren ve asıl gelişimini geçmişten alacağı güçle yapacak olan ‘Rüya’daki olumlu işaretlere gelince…
HAYIRLARA VESİLE OLAN ‘RÜYA’ AYRINTILARI…
Ayaküstü yaratılan aşk hikâyesinden ziyade bu ilişkinin çevresine örülü entrikalarla ilgi çekici hale gelen ‘Rüya’nın hayırlara vesile ayrıntıları da, olumsuzlukları gibi, karakterlerinde gizli…
Şöyle ki; Lokomotif karakteri olarak gördüğüm ve ‘Bana Sevmeyi Anlat’taki Haşmet’in havasını hissettiğim Alaz, bu ‘Rüya’nın içini dolduran en önemli unsur. İyilikle kötülüğü bir arada barındıran karakter aynı zamanda mağduriyetle intikamcılığın da başarılı bir örneği! Babasının kendisini evlat olarak kabullenmeyişinin hırsını yaşayan Alaz’ı bu yönüyle değerlendirdiğimizde haksızlığa uğramış çocuk olarak görüp benimseyebiliyoruz. Dahası silah konusunda İdris’e söyledikleri, zenginlerin sahteliğini vurgulaması da gayet olumlu mesajlar.
Öte yandan yıllarca kendisinden gerçeği saklayıp kandıran annesinin katili olması, öfkemizi kabartıyor. ‘Ölümüne severdim’ dediği annesini boğarken kılı kıpırdamayan, babasına karşı hiç açık vermeden yalan hayatına devam eden, buna karşılık Yıldız’la sohbetinde hassasiyet sergileyen Alaz’ın bukalemunluğunu çok güzel yansıtan Ulaş Tuna Astepe’nin doyurucu yorumunun bunda payı büyük kuşkusuz. ‘Karadayı’da üvey abisini kıskanan, sorunlu Orhan olarak kendini sevdiren oyuncunun performansı gayet başarılı.
Öte yandan gücünü ispat için iyilikle kötülüğü harmanlayan ve ‘Ormanda avlanmanın sessizlik gerektirdiği’ bilinciyle her adımını atıp hayatta hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı gerçeğini vurgulayan Alaz’ın bu haliyle kısmen benzediği Orhan karakterini misliyle aştığı da bir gerçek. Tebrikler.
Tekstil veliahdı olmakla birlikte annesinin diktatörlüğüyle mücadele etmek durumunda kalan, sucuklu yumurta ustası Bulut Giray da ‘Rüya’nın hayırla anılacak yönlerinden. Ceyhun Mengiroğlu’nun aşama kaydeden oyunculuğuyla karşımıza gelen Bulut’un aşk halleri de, ev basıp ağız burun dağıtma aksiyonu da gayet ölçülü.
Üvey annesine ‘Filmin kötü karakteri’ diyerek kafa tutan, kabadayılığına rağmen dayak yemekten baş alamayan ve Alaz’ın avucuna düşen İnan da dizinin dikkate değerlerinden. Hem kendince sevdiği Elif’i kıskanıp dikleniyor, hem de analığıyla babasına ‘Sokak köpekleri bile sizden daha namuslu’ lafını yapıştırarak kendince korumaya çalışıyor kardeşini. Bu noktada da ‘Karadayı’daki Osman rolüyle ilk deneyimini yaşayan Emir Çubukçu’nun performansı çıkıyor öne… Daha olgunlaşmış, daha yerli yerine oturmuş! Alkışı hak ediyor.
SONUÇTA; Erkeklerin boynuzlarını birbirine geçirme merakını layıkıyla sergileyip onların birbirini sevememeleri üstünden çatışmacılığını yaratırken kendine özgü bir tablo sunmayı başaran… Kadınlar cephesindeyse her zamanki bilindiklerin ötesinde bir iş çıkartamayan ‘Rüya’nın hayra yorulmasını yarım bıraktıran detaylar, fakir kesimdeki karakterlerin klişeleri kıramayıp ilgi çekicilikten uzak olmasında ve içeriğin gelişim tarzında yatıyor!
Diyeceğim o ki, telefonunu evde unutma aptallığına uyan ve nikâhı olduğu halde kuzu kuzu babasıyla birlikte iş görüşmesine gitmeyi kabul eden Elif’in damardan damardan vermesi biraz doğallaştırılsa… Dürümcü Baba hüsranı yaşayan Yıldız’ın destekçi arkadaş modunda her halta dâhil olması abartılmasa… ‘Herkes hak ettiğini bulacak’ diyen Gülendam’ın para için kırk takla atması klişelerden soyutlanıp farklı bakış açısıyla işlense… Hırsızlık oyununa getiren ‘baby’si İpek ile aptal Cemre olayı ‘laf olsun’ tarzında ele alınmaktan kurtarılsa… Ve Alaz-İnan-Sırrı-İsa cephesinden öldürülüşü kayda alınan Selami’nin dışında daha orijinal aksiyon yaratılırsa ‘Rüya’nın yorumu komple harikalaşır. Böylece romantik komedilerden daha dişe dokunan ve kalıcılığı hak eden dizi için yeni sezon şansı yaratılır. Temennim bu yönde.
Anibal GÜLEROĞLU
[email protected]
www.twitter.com/guleranibal