‘Bu Şehir’ enerji yüklü ama…
‘Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir’ diyor ‘Şehir’ isimli ünlü şiirinde Konstantinos Kavafis… Gerçekten de şehirlerin, özellikle de kökten bağlı olunan yerlerin insan hayatındaki yeri bir başka. Mezopotamya ve Orta Anadolu’da ilk örneklerini gösteren şehirlerle yaşam hikâyeleri iç içe geçmiş çünkü. Gelişmişlikle paralel ilerleyen bir tarihi geçmişe sahip olan bu kitlesel oluşumların her birinin kendine has dokusu ve ruhu olduğu da kesin. Lakin bir şehrin sizi içine çekebilmesi noktasında önemli olan, onun tadını ve ruhunun enerjisini gerektiği gibi hissedebilmek! Tabii bunun için de baş şart, huzur.
‘Şehirler bir çağda yapılır, bir saatte yıkılır’ demiş ya Seneca… Kültürel yapıları ve doğal güzellikleriyle dünyanın önde gelen yerlerinden olan şehirlerimizde yaşanan üzücü olayları düşündükçe, insanların yıkıcı yüzünü anlatan bu söz daha bir anlam kazanıyor bugünlerde. Napolyon’un ‘Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu’ övgüsüyle devleşeninden, Victor Hugo’nun ‘İzmir, bir prensestir çok güzel küçük şapkasıyla…’ şeklindeki şiirine ilham olanına… Dünyevi hırslar, güzelim şehirleri kan kokusuna bürüyor; tatlarını kaçırıyor. Dolayısıyla ne layıkıyla yaşayabiliyorsunuz dokusunu, ne de içinize çekebiliyorsunuz taşıdıkları ruhu. Haliyle sahip oldukları enerji de güme gidiyor bu evrede… Tıpkı İstanbul’un tadının ve kokusunun kandan ibaret olduğunu söyleyip az zamanda çok iş başarmanın ‘Nakit var, vakit yok’ enerjikliğiyle ekranda yerini alan ATV’nin yeni dizisi ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’te olduğu gibi! Evet, ‘Bu şehir’ enerji yüklü ama… Çok şey var, işin ‘ama’ kısmında.
‘BU ŞEHİR ARKADAN GELECEK’… YA RUHU?
İnsanları hissedebilmek için ruhlarının derinliğine inebilmenin önemi malum… O derinlikteki anılar, sevgiler, paylaşımlar sayesinde iletişim kurmak, kaynaşmak kolaylaşır. Benzer durum şehirler için de geçerli. Bir şehrin ruhu da oradaki tarihte gizlidir, beton yığınlarında veya insan eliyle deforme edilmiş doğasında değil. Şayet şehrin geçmişine, kültürel mirasıyla yansıtılacak hatıralara özen gösterilmemişse güzelliği bozan tuz ruhuna dönüşür her şey. Nitekim bir şehir üstünden öykü yaratmak istenirken de esas olan gerek o şehrin atmosferini, gerekse o şehirle bağlantılı karakterlerin içsel dünyasını layıkıyla yansıtabilmektir.
Kerem Bürsin, Leyla Lydya Tuğutlu ve Gürkan Uygun’un başrolünde ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’ diyen yapıma bakıyoruz… Öykü, genel itibariyle güzel ve gelişime müsait. Peki ya anlatılan, gerçekten de insanın nereye giderse gitsin peşini bırakmayan ve arkasından gelen bir şehir öyküsü mü? Burada, mantıksızlıklarla karşılaşmadan, bir şehrin ve kahramanlarının ruhunu hissetmek mümkün mü? Ne yazık ki, hayır.
Denizin ortasındaki yük gemisinde sergilen boks aksiyonuyla havalı başlangıcını yapan dizi, çocukken şahit olduğu üzücü olayın anılarıyla yüzleşmek istemeyen Ali’nin küstüğü İstanbul’dan köşe bucak kaçmasından dolayı, kısmen bir şehir öyküsü. Olayın bu kısmen kısmında dar vakitte takside yaşanan İstanbul turunu da kısmen gördük zaten. Bunun ötesindeyse ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’ demek, bildik ‘zengin kız-dolapçı ve paragöz damat adayı-fakir ve dürüst genç’ olayından ibaret. Çocukların evlenmesi için gayretkeşlik sergileyen sosyetik annelerle tamamlanan klişenin yegâne ekstrası, iç tadı bilindik pastayı farklılaştırıp satışını kolaylaştırıcı dış kaplama vazifesi gören, altın kemerli eski boksör Şahin Vargı olayı… Rauf Anne de bu pastayı şirinleştiren süs! Bu fabrikasyon kombinasyonda ruh da hak getire.
MANTIKSIZLIKLARLA BU ŞEHİR ARKADAN GELİR Mİ?
‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’ dizisinin en önemli eksiği şehir ve karakter ruhu ama yanı sıra mantık noktasında da olumsuzluklar bolca mevcut. Dizinin ana malzemelerinden olan Ali karakterinden mantık irdelemesine başlarsak… Kerem Bürsin duruşuyla kendini izletti ve Ali’yi sevdirdi fakat… Ne yalan söyleyeyim bu karakter beni ne olayın içine çekebildi ne de en basitinden verilen akışın doğallığına inandırabildi. Bunun sorumlusu kesinlikle Kerem Bürsin değil. Doğrudan doğruya sahnelerin yavanlığı, rejinin özü ve sergilenen mantıksızlıklar!
Mesela… Dizinin aksiyon adına en vurucu görüntüleri olan açılıştaki boks sahnesini düşünüyorum… Buradaki dövüşün ciddiyetine inanmak, o anki kazanma hırsının-yenilgi öfkesinin ruhunu hissetmek kesinlikle imkânsız. Yapılan her şey öylesine amatör duruyordu ki, mahalle çocuklarının kavgasından beter! Yani biri komut vermiş, ayaküstü üç beş yumruk sallanmış, o anlara uluslararası nitelik kazandırılsın diye yabancı cümleler serpiştirilmiş, bir de tek yumrukta nakavt olacak iri kıyım rakip bulunmuş. Biz farklı bir tat izleyeceğiz diye hevesle beklerken bu sahneyi, sonuç hüsran. Benzer yavanlık ve yapaylık, sonrasındaki saldırı ve yangın sahnesinde de mevcut. Ortada ciddi bir durum yokken abartılan yangında aklıma takılansa, Ali’nin annesinin resminin küllerini nasıl topladığı… Yangın söndürücüyle müdahale edilince, geriye kül nasıl kalıyor anlayamadım. Unutmadan şunu da Ali’nin hanesine ekleyeyim… Taksideyken şarjının bitmek üzere olduğunu söyleyen Ali’nin telefonu nasıl oldu da tüm gün dayandı? Ve dahi Ali’nin para mucizesi… Tüm parasını Rauf Anne’ye vermemiş miydi? Rauf Anne, ‘Sen şimdi parasızsındır’ diye bunu teyit ettiğine göre ‘Nakit bol’ diyen Ali, gün boyu harcayacak parayı nereden buldu? Bankadan mı? Velhasıl Ali karakteri şirin lakin sindirilerek sunulmadığından ortaya çıkan tablo sorun dolu!
Ali’den Derin’e geçersek… Can arkadaşı Aslı ile birlikte komedi filmlerine has bir takiple nişanlısını sözde basan zengin ve bezgin kız havasında çıktı karşımıza. Evlilik fikrine soğukluğunu, topu nişanlısına atma çabasındaymışçasına sunan Derin’e bakarken ‘Tatlı İntikam’daki evlilik delisi Pelin’in zıt versiyonunu görür gibi oldum. Hani hiç olmazsa bir imaj değişikliğine gidilebilirdi Derin karakteri için. Sıkça ekranda yer bulan oyuncuları sürekli aynı tipte görmek hoş olmuyor. Hele bir de benzer türden karakterleri canlandırdıklarında işin suyu tam çıkıyor. Ama bunu dikkate alan pek yok. Neyse efendim, Pelin’in Derin’leşmiş(Aaa… Bak, isimler de Pelin-Derin uyumlu) halindeki zengin kızımız, dans uğruna babasına kafa tutuşuyla basıyor düğmeye. Amanin aman… O ne yapay bir şımarıklık, o ne zorlama bir kafa tutuş öyle… Arabanın kilidini fırlatıp giderken telefonla konuşup özgürlük tripleri atarken, birden telefonun çaldığını duyuyoruz ve ‘Ben zaten konuşuyorum. Sen nasıl çalarsın’ dercesine telefon da cumburlop denize. Sonra da bir bale pabucu(point) fırlıyor yere… Eskiden kızlar mendil düşürürlermiş ya, ‘Bu Şehir’de tanışma modasının aracı point olmakta. Zengin çocuğu işte… Ama mantıksızlığı da peşinde. Zira çamura düşen pabucun hiç kirlenmemesi uygun değil akla fikre. Dahası, Derin listeden ismi çıkartıldığı halde nasıl katıldı elemelere? Henüz tartışmanın üstünden kısa bir süre geçmişken kızının kartını kullanıma kapatacak kadar işgüzar olan babasına kızıp kartını kıran Derin’in, Ali’nin soyadıyla dalga geçmesi de basitliğin ötesinde bir detay. Yani sürüsüne bereket Smith soyadı varken bunu yadırgayıp ‘simit’ diye komedi çıkartmak bana çocukça geldi. Dahası sarhoşluk hali de hiç inandırıcı olmamıştı. Körkütük sallanan kız pat diye ayılıverdi. Kısacası Derin karakterinde de kusur, kendisine söylenenleri yapan Leyla Lydya Tuğutlu’nun değil, olayın özünde.
Diyeceğim o ki; Kayınpederin gemi olanağını fırsat bilen Yiğit damadın avize taşı misali elmas kaçakçılığını ilk bölümden ortaya döken… 24 yıl öncesinin borcunu devleştiren mafyanın da içerikte yer almasına olanak sağlayan boksör Şahin’in olanca hikâyesini bir çırpıda açık eden… Zenginlik detaylarını burnumuza dayayan Armatör Tekin ve ailesinin tablosunu en klişesinden veren… Ve dahi dizinin ilginç karakteri olabilecek Rauf Anne’yi kestirmeden gönderen ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’, sanki Ali’yi beklerken taksimetresi çalışıp para yazmıyormuş gibi müşteri çıktı bahanesiyle çekip giden taksicisinden, hiç tanımadığı halde arkasına atlayan Ali’ye ‘Hop ne oluyor’ demek yerine itirazsız alıp limana götüren motorcusuna… Göz göre göre Ali’yle Derin’in üstüne tentedeki suyu boca eden çiçekçisinden, Ali’yle birlikte saklanmak yerine kendisini öldüreceği kesin olan kocanın karşısına dikilen annenin sahnesine… Nihayetinde gemisi sefere çıkacakken Ali’nin Derin’i evine bırakma saçmalığına… Yersizlik ve mantıksızlıklarla dolu bir ilk bölüm sundu bize. Şimdi bunları sıraladım diye kızılabilir ama… Verilen emeği boşa çıkartmamak için basitleştirici, hatalı detaylar görülmeli!
‘BU ŞEHİR’ ÇARŞAMBA EKRANINI NASIL ETKİLER?
Yeni yılla birlikte yeni yapımları devreye sokmak isteyenler için yılın ilk günlerindeki dizi boşluğu büyük avantaj kuşkusuz. ATV’nin de uzun zamandır konuşulan ve merakla beklenen ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’ dizisini yılbaşı boşluğundan faydalanarak devreye sokması doğru bir taktik. Nasıl ki, bu sebeple ekran yolculuğunun ilk adımını reyting sıralamasının tepesinde yer alarak attı. Tabii bu sonuç, dizinin performansı ve geleceği için değerlendirme yapmaya yeterli bir ölçüt olamaz. Çünkü dizi henüz ciddi rekabetini yaşamadı. Peki, normal yayın akışında ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’ nasıl etkiler Çarşamba ekranını?
Malum o günün birinciliği ve ikinciliği her şartta ‘Diriliş’e ait. Ardından ‘Kara Sevda’ ve ‘No:309’ geliyor. Yani o güzelim aşk hallerine karşın Total’de 17’inciliğe, AB’de 12’inciliğe kadar gerileyen ‘Poyraz Karayel’in dışında Çarşamba ekranında kolay lokma yok. ‘Bu Şehir Arkada Gelecek’ dizisi olsa olsa ‘No:309’u aşağıya çekebilir ki, bunun için de hayli keyifli bölümler sunan dizinin verdiği tattan çok daha fazlasını verebilecek bir performans ortaya koyması lazım. ‘No:309’un komedi ve romantik aşk kıvamına karşılık ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’in içeriğinden böyle bir rekabet gücü çıkması da biraz zor gibi! Ancak zengin babanın engellemeye çalışacağı aşk aksiyonuna ağırlık vermekten ziyade, Ali’nin ve inandırıcı performansıyla diziye en büyük katkıyı sağlayan Şahin’in boksörlük olayının öne çıkartılması halinde yapımın eli güçlendirebilir.
Gel gör ki, Ece Yörenç imzalı senaryonun ‘Tatlı İntikam’ kıvamına müsait yapısındaki gidişat malumken, Gürkan Uygun’un karakterinin, ‘Kehribar’daki gibi geçmişte yaşanan imkânsız aşkın yarattığı düşmanlık ve sonradan öğrenilen çocuk olayıyla karşımıza getirilmesi de, öykünün bu etabını yenilikçilikten ve heyecandan uzak bir havaya yönlendirmiş durumda. Kolay değil tabii, sürekli öykü ve senaryo üretmek. Birbiriyle örtüşmeler kaçınılmaz oluyor.
Sonuçta; İç dinamiklerinin çeşitliliğinden dolayı enerji potansiyeli çok olan, buna karşılık ilk bölüm itibariyle sergilenen mantıksızlık ve yüzeysellikten dolayı öyküsünün ruhunu tam hissettiremeyen ‘Bu Şehir Arkadan Gelecek’ dizisi kötü bir iş değil. Ancak kabul etmek gerekir ki eksikleri bir hayli. Dolayısıyla ilk reytingle coşmak hata olur. Performansıyla ilgili asıl değerlendirmeyi yapmak için de henüz erken. Senaryo ruhunu pas geçip oyuncu hatırına baktığım dizi için şu kadarını söyleyeyim, umduğumla bulduklarım denkleşmedi!
Naçizane önerim… En basitinden artık göre göre ezberlediğimiz başkarakter klişelerinden vazgeçip, Ali ve Derin’i işlerken daha sağlam bir gelişim yaratılsın. Sadece zengin kız-fakir oğlan aşkının bildik atraksiyonlarıyla hareket edilirse ilerleyen bölümlerde oyuncu çekiciliği de işe yaramaz. Nasıl ki başka dizilerde örneğini gördük. Ayrıca eski boksör olayında da, mafya borcu ve aşk hesaplaşmasından öte dişe dokunur bir şeyler sunulmalı. Şimdi Şahin noktasında gelişim derken… İster misiniz, Tekin Mirkelamoğlu da Ali’nin baba sandığı adamın kardeşi çıkartılsın ve Şahin Vargı’yla hesaplaşma başlatılsın? Offf… Neyse. Dizinin neler getireceğini görmek üzere bekleyelim ve şimdilik bu kadarla yetinelim. Yolu açık olsun…
Anibal GÜLEROĞLU