‘Bu Tarz Benim’ pervasız yüzüm…
Televizyonun renkli dünyasından yaşamın donuk gerçeklerine, sanattan siyasete ikiyüzlülüğün alabildiğine hâkim olduğu bir süreçten geçiyoruz. İnsanların söyledikleriyle yaptıkları, düşünceleriyle tavırları birbirini hiç tutmaz oldu. Eskiden de vardı elbet söylem-eylem farklılıkları. Ama bir parça utanma çekinme kaygısı hissedilirdi. Şimdilerdeyse kişisel beklentiler doğrultusunda ipler koyuverildi, gereğinden fazla pervasızlaşıldı.
Mesela, bir bakıyorsunuz insanların protesto hakkı-hukuku hiçe sayılarak gaza-şiddete maruz kaldığı, kanlarını dökerek korumaya çalıştıkları Gezi Parkı’ndaki projenin iptal edilerek İdare Mahkemesi tarafından durdurulduğu haberi çıkıyor. Millet AVM, kışla vs. gibi parkın mevcut durumunu tersyüz edecek projelere karşı zafer kazandığını sanıyor. Sonra bir bakıyorsunuz ‘Reddi, reddederiz’ mantığı doğrultusunda, yapımı halen süren davaya ve ileri aşamada halkoyuna bağlı kılınan Topçu Kışlası, İBB’nin bütçesinde ‘rutin ve teknik plan’ olarak yer aldığı duyuruluyor. Maksat, kamufle edilse de olacağı görmek için müneccimlik gerekmiyor.
Öte yandan doğanın ve tarım arazilerinin korunmasıyla ilgili kamu spotları ekranda dönerken Ataköy sahilinde denizin burnunun dibinde devasa binalar hızla yükselip doğayla insan arasına duvarlarını örüyor. Bunlara bakarken ‘Hani kıyılar halka kapatılamazdı’ sorusu akıllara düşüyor ama ne çare… Rantçı-çirkin yapılaşma algısıyla her tarafı beton yığınına çeviren ikiyüzlülüğün yansımaları, zeytinliklerden ormanlara doğanın her türlü kıyımında kendini sıkça gösterirken ne haberciler yeterince bunların üstüne gidebiliyor… Ne de dağıtılan bir tas aşureden veya herhangi bir bedavacılıktan pay kapabilmek için kuyruklar oluşturma, yarışma katılımcıları üstünden geyik yapma bilincini aşamayan insanlar, yaşamlarını çepeçevre kuşatan ikiyüzlülüğü sorgulama ihtiyacı hissediyor. Ölü toprağı serpilmiş sanki!
Hani Kanal D’de ‘zeytin’ türleri üstünden dokundurmalar yapan Koca Kafalar Baba Haber Bülteni mizahıyla FOX Ana Haber’de Fatih Portakal’ın kamuoyu yaratmaya yönelik dillendirmeleri de olmasa, tümden ‘İyi uykular Türkiye’ moduna girecek ekranlar. Hoş burada da güzel güzel dinleyip, mesajlarıyla katılımda bulunup sonra da olan biten konusunda balık hafızası yaşama olasılığı mevcut ya... Biz yine de ‘devri vaciptir’ sürecine sokulan Cerrahpaşa Hastanesi’nin içler acısı durumundaki gibi her alandan olumsuzlukların dillendirilmesinin, suskunlukla kabul edilmesinden çok daha iyi olduğu görüşünden yanayız. Umudumuz da, insanların bilinçlenip hayata bakış tarzlarını ikiyüzlülükten soyutlamaları üstüne.
Şimdi ‘Çıkmadık candan ümit kesilmez’ diyerek, toplumda gittikçe yaygınlaşan bu davranışsal ikiyüzlülüğün en bariz ekran hallerine gelecek olursak… Genel itibariyle şikâyet-reyting ikileminde kendini göstermekte! Bunun yansıması, dizilerden yarışmalara örneklerle sabit.
En taze gündemimiz de, ‘Bu Tarz Benim’ yarışması… Her ne kadar dokunmanın kolay olmadığı Nur’la nurlanmış olsa da… Biz, alanın ve satanın memnun olduğu bu teatral yapmacıklıktan duyduğumuz rahatsızlıkla, ‘atej’ gibi yananların abartısına dokunacağız.
TARZINIZDA GERÇEK MİSİNİZ, REKLAM MI?
‘Başkası olma kendin ol’ diyor ama İvana Sert… Nafile. Şımarıklığın, tartışmaların tavan yaptığı ‘Bu Tarz Benim’in yarışmacı tarzı ortada… Bırakın başkasını, kendi dahi olamayanların itici yapmacıklığı ve carcar kargaşadan yaratılan reklam uyanıklığı!
Hem yayıncı için getiri sağlayan, hem de yarışmacıların ufkunu açmak için yaratılan suni tartışmaların, yaşam öykülerinden doğan ajitasyonların bu tarz programların olmazsa olmazı olduğu kesin. Ancak jürisinden yarışmacılarına ‘Gerçek misiniz, reklam mı’ diye sorgulatan türden bir tabloyla ekrana gelen ‘Bu Tarz Benim’de işin suyu çıkartılmış durumda.
Olayın ‘stil’ rekabetinden kişiselliğe kaydırıldığı yarışmada bir bakıyorsunuz, geçmişinde modellik yarışmasına katılıp dereceye giremeyen bir yarışmacı bayan, her anından yapmacıklık fışkıran bu şovdaki tarzını, kendini eletmekle ortaya koymaya niyetleniyor. Nedendir, niyedir? Yarışmanın gidişatında kendisinden bazı tavizler mi istenmiştir, kavgacılık yönünde baskı mı yaşanmıştır? O da kendine yedirememiş midir? Bu soruların cevapları kapalı kapılar arkasında. Lakin çok da önemli değil. Zira böylesi yapımlarda asıl itibarı görenler, yarışmayı kazanandan ziyade, olaylı bir biçimde elenip gidenler olmakta.
Dolayısıyla TV 8’de yer almak üzere Acun’la anlaştığı iddiaları ortaya atılarak havalandırılan, akabinde yapılan açıklamayla bu söylentileri yalanlayan yarışmacının üstünden ‘Bu Tarz Benim’i değerlendirdiğimizde olayın özünün, tarz ve giysi sunmaktan çok kendi reklamını yapmak olduğu hakikati net biçimde çıkıyor ortaya. Reklamın kötüsü yoktur demişler.
Katıldığı yarışmanın konseptine uygun giyinmeyerek elenmeyi isteyen bu yarışmacıyı reklam görevi de, her zaman olduğu gibi yine medyanın laf üretkenliğinde varlık buluyor. Birilerinin reklamcılığına soyunan kimi medya organları, Acun’un Show’dan alacaklarının bir kısmına karşılık yarışmacı transfer ettiği yönünde söylentileri yayacaklar ki, ateş olmayan yerden duman çıkmaz izlenimi yaratılarak tekliflere zemin hazırlansın! Ya kısmet.
Şimdi Türkan Şoray’la benzerliği hususunu görüş, bakış ve de yorum algısına bıraktığımız bu yarışmacı başta olmak üzere, Tarkan’ın parçası eşliğinde kıvırta kıvırta yürüyüp ayaküstü klip çekme havalarında sözde tarz yaratanın veya jüri kararıyla döneni kavgacılıkla eleştirenlerin bu manzaralarına bakıp tek hedefin bir TV işine kapağı atmak olmadığına kim inanabilir? Kim, kumaştan tasarruflu mini minileri uzun bacaklarıyla sunma olayının göze sokulduğu yarışmanın sadece ve sadece modada tarz yaratmaya odaklandığını iddia edebilir? Hiç kimse.
Dahası, amacı gerçekten kendi tarzını yaratarak yarışıp kazanmak olan biri ‘Buraya elenmek için geldim’ der mi? Ne kadar olumsuzluk yaşamış olsa dahi demez. Dediği takdirde, ‘Bu Tarz Benim’in sıçrama tahtası olarak kullanılmak istendiği gerçeği akıllara düşmez mi? Düşer.
O zaman da, siyah kıyafete beyaz ojenin gitmediği şeklindeki hikâye söylemlerin boşluğunda ortamla zıtlaşarak yaratılmaya çalışılan ilgi ve reklamcılık için zemin hazırladığı netleşen ‘Bu Tarz Benim’, modadan-tarzdan hayli uzaklaşır… Kadın bedeninin şımarıklık ve kavgacılıkla teşhir edildiği, jüri ve medya eliyle desteklenen bir ‘atışmalı şöhret umudu’na dönüşüverir.
Haaa… Tarzında samimi ve inandırıcı olmayanların reklamdan gelen şöhreti gerçek olur mu? Oyunculuk eğitimi için dirsek çürütenleri bir kenara atıp, sabun köpüğü misali şöhreti yakalamak için yırtınanları başrollere veya programların kadrosuna oturtanların işi tutar mı? Bak işte orası tartışmaya açık. Ne de olsa devşirme oyunculuğun yapmacıklıkla karıştırıldığı yerde reklamcı düzen de, ikiyüzlü... Büyük laflarla sunulup kısa sürede ekrandan yollanan diziler benzeri… Bugün taraftarlıkla şişirilen, yarın bir puf ile söner. Yalancının mumu misali!
NE KADAR ŞİKÂYET O KADAR REYTİNG
Yüksek seviyedeki gerginliğiyle çocukları olumsuz etkileme niteliğine sahip görülerek RTÜK’ten okkalı bir ceza yiyen yarışma programının izleyici tarzı ise apayrı bir ikiyüzlülük tarzı… İnsanların bir kısmı yarışmacı ruhu taşımayan yarışmacılarla özdeşleşip onların yüzü gözü suyu hürmetine savunuculuğa soyunurken, bir kısmı da eleştiri yağmuruna tutuyor.
Kadınları, reyting aracı olarak kullandığı gerekçesiyle ‘Bu Tarz Benim’i şikâyet edenler, yarışmacıların konuşma ve tavırlarından yakınanlar sürüsüne bereket. Ama programın reytingleri de ne gariptir ki bir o kadar yüksek. Gerçi bu durum ‘Muhteşem Yüzyıl’ da dâhil olmak üzere çeşitli dizilerden aşina olduğumuz bir çelişki. ATV’nin ‘Kertenkele’si de aynını yaşamadı mı? Gerçek şu ki, hakkında bolca şikâyette bulunulan işlere izleyicinin ilgisi daha yoğun olmakta! Arkası olanın kollandığı gerçeği ilavesiyle, ne kadar şikâyet o kadar reyting.
Artık bu davranış biçiminin altında yatan sebep halkımızın mağdura karşı duyduğu koruyucu sempati midir yoksa, ‘İstemem yan cebime koy’ ikiyüzlülüğünün eseri mi? Bilinmez. Amma velâkin tıpkı pahallılıktan, ondan bundan sürekli yakınıp yönetimi beğenmeyenlerin aynı yönetime yüksek oy kazandırdığı siyasetteki gibi, eziliyor görünenler hep baş tacı edilir.
Son tahlilde; jürisinin yarışmacılarla fazla içli dışlı bir laubalilik tablosu sergilediği, meydanı boş bulan yarışmacıların pervasızlıkla hâkimiyet kurmaya çabaladıkça çirkinleştikleri, konuk jürinin kimi zaman maksadını aşan eleştirilerle gerginliği artırma meyli gösterdiği ‘Bu Tarz Benim’, perde arkasında dönen dolaplar ve kavgalarıyla dedikodu malzemesi olup ekran gücünü korumaya çalışan bir yarışmacılık oyunu!
İzleyici de, şikâyet sosuyla çekiciliğine ve reklamına katkıda bulunduğu bu oyunu afiyetle yemeye gönüllü olduğuna göre ‘Bu Tarz Benim pervasız yüzüm’ demeye devam.
Anibal GÜLEROĞLU