Çember dizisi yeni bir süreç mi başlattı?

İkinci bölümünü ‘Şehrin Günahları’yla getirecek olan ‘Çember’, bazı mantık sorunları olsa dahi, gayet başarılı bir polisiye ve ‘mini dizi’ akılcılığına karşı bölümler boyu sıkılmadan izlenebilir özellikte.

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

Yaz ekranı dendi mi romantik komediler, yarışmalar, gençlik işleri ve mizahı kendinden menkul yapımlar akla gelirdi hep. Ancak değişmeyen tek şeyin değişim olduğu gerçeğinde ekran alışkanlıkları da bu yıl farklılaşmaya başladı. Artık topyekun acıların çocuğu moduna girilmesinden midir yoksa diğer türlerin de suyunun çıkartılmasından mıdır, bilinmez… Kış aylarına mahsus yürek burkan dramalar, Yeşilçam filmlerinin özentisiyle yaratılan kısırlıktaki varlıklarıyla yaz aylarına da egemen oldu. El mahkûm izlenen yenilikçilikten yoksun yapımların dizi keyfi adına yeterli tatmini sağlamadığı bir gerçek! Ayrıca ‘Çocuklar Duymasın’, ‘Türk Malı’, ‘Aşk-ı Memnu’ gibi eskilerden medet umulması da, kopyamsı senaryolarla işi götüren sektördeki kurgu anlayışının iyice bayatladığının göstergesi.

Anlayacağınız ekranda farklı bir tat yaratacak işlere acilen ihtiyaç duyulduğu aşikârdı. İşte tam bu noktada Star’ın altı bölümlük polisiye film serisi ilaç gibi geldi, dişe dokunur yerli seyirlik arayanlara. Aylardır merakla beklediğimize değen bir tabloyla ekranda yerini alan ‘Çember’, Star TV’den bir ilki sunmanın ötesinde yeni bir süreci de başlatmış durumda. Esasında, iki saati aşan sürelerinde hep aynı şeylerin etrafında dönüp duran, boş diyaloglarıyla bunaltan, anlamsız sahneleriyle heyecandan uzaklaşan dizilere karşı yeni bir tarz yaratma seçeneği gibi!

Şöyle ki; Bu türün örneklerine yabancı ekranlarda bolca rastlansa da, bizdeki kayda değer karşılığını bulmak zordu. Ancak daha önce de ‘Kanıt’ ile polisiye tarzda kendini ispatlayan Ans Prodüksiyon’un ‘Çember’i bu zoru kırarak temeli attı. Projenin ilk bölümden kazandığı başarı, izleyicinin böylesi işlere duyduğu açlığın da kanıtı olarak temeli güçlendirmekte… Kuşkusuz bu tarz kurgular üretmenin devamı da gelecektir. Nasıl ki, yine Star ekranında yer alıp Serkan Çayoğlu, Mesut Akusta, Ahu Türkpençe gibi isimleri buluşturacak olan ‘Börü’ de altı bölümlük bir iş şeklinde çıkacak karşımıza! Nihayetinde ekrana dinamizm getireceğinden şüphe duymadığım bu yenilikçiliği desteklediğimi belirtip ‘Çember’in değerlendirmesine geçmeden önce diziciliğin selameti adına bir hatırlatmada bulunayım.

‘MİNİ DİZİ’ KURTULUŞ FORMÜLÜ OLABİLİR!

‘İçerde’, ‘Anne’, ‘Çoban Yıldızı’, ‘Cesur ve Güzel’ gibi reyting sıkıntısı pek çekmediği halde finale giden işlerin arka arkaya sıralandığı sezonu noktalamanın ardından çıkagelen sınırlı sayılı ‘Çember’, ‘Börü’ gibi film-dizi projelerine bakınca aklıma 2014 yılında yazdığım bir yazı geldi. ‘Ekranlarda mini dizi modası mı başlıyor’ başlığını taşıyan yazımda, apar topar finalleri değerlendirip uzun ömürlü dizi olabilmenin zorluğuna dikkat çekmiş ve çözüm yolu olarak da, dizilerin ömrünü baştan biçen ‘mini dizi’ olayını önermiştim. Yabancıların rağbet gösterdiği bu uygulamaya örnekler verdiğim yazımın finalini de, ‘‘Zaten yayına alınan yapımların büyük kısmı aşağı yukarı altı bölümde kanal eliyle gönderilmekte… Yani ‘mini dizi’ modası fiilen mevcut! O zaman, bu gizliden gizliye varlık gösteren modanın etiketini alenen koymak için daha ne bekliyoruz’’ şeklinde getirmiştim.

O tarihten günümüze değişen bir şey oldu mu? Tabii ki hayır. Aynı tas aynı hamam düzeninde yola çıkıldığından, çeşitli işler ya aceleye getirilmiş finallerle ya da finale bile gerek görülmeden birkaç bölümde silinip gitti. İzleyiciye ve emeğe saygısızlık tablosu defalarca sergilendi. Hal böyleyken bölüm sayısı önceden belirlenmiş bu örneklere dayanarak bir kez daha önereceğim ‘mini dizi’ olayı şimdi daha da önem kazanmış durumda.

Diyeceğim o ki; Yeni projelerin, gittikçe yoğunlaşan rekabetçiliğin yanı sıra benzer içerik sunmanın yaratacağı bezginlik açısından da sıkıntılı bir süreçle başa çıkma durumunda kalacakları gerçeğinde… Hayal kırıklığı yaşanmaması için kendi ömrünü kendi belirleyerek yola çıkan ve ekran yolculuğunda önünü gören, planlı programlı projeler şart! Uyarlamaların, bölüm sayısı bakımından orijinalleriyle paralel hareket edip içeriğin cılkını çıkartmaması… Özgün senaryoların da, şayet eldeki malzeme kısıtlıysa bunu sündürüp bıkkınlık yaratmak yerine, makul bölümle sınırlanması bu şartın gerekleri. ‘Mini dizi’ ve ‘televizyon filmi serisi’ mantığı, bu gerekleri yerine getirmenin en pratik şekli.

Umarım artık her dizinin ille de sezonlar boyunca sürmesi gerekmediği gerçeği kafalara dank eder... Yerli dizinin yersiz uzunluğunu bir türlü önleyemeyen dizi sektörü, bu gerçeğin ışığında ‘mini dizi’nin kurtuluş formülü olduğunu anlar... Bir diziyle iki kuşak idare eden, tekrarlarıyla aylar boyu ekranı dolduran kanalların akışlarına canlılık ve farklılık kazandırmak için harekete geçer. Aksi takdirde yenilikçi söylem üretmek yerine eskiden medet umar hale gelen sektörde işler günden güne zorlaşacak. Hele de projesine yeterli dış pazarı bulamayanlar için!

‘Bu kez umudum daha yüksek’ diyerek gelelim ‘Çember’in başarı performansının yorumuna…

‘ÇEMBER’İN BAŞARI FORMÜLÜ NE?

Polisiyeler, kolay gibi görünseler de aslında diğer kurgulara nazaran daha dezavantajlı işlerdir. Zira suç öykülerinin çözüm aksiyonuyla izleyicinin ilgisini çekmek, kadın mağduriyeti ve fakirlik üstünden gelişen ajitasyona sırt dayayan ya da oluşturdukları çiftlerin gücüyle romantik komedi türünde prim yapmaya uğraşan yapımlarınkinden misliyle zordur. Pratik zekâ ve hayal gücü gerektirir. Bunlar olmasa sürekli aynı türden suçlara takılan ve cazibesini yitiren bir işe dönüşür. Öte yandan bu türde bir kez yeterli ivmeyi yakalayınca arkasının kendiliğinden geleceğini de akıldan çıkartmamak lazım. Çünkü belli genel akış çerçevesinde, her bölümünde farklı macera sunulması, monotonluktan bıkan izleyiciyi çekmek adına avantajdır. Hele bir de ekibin mayası tutmuşsa… Tıpkı tekrarlarıyla bile yıllardır ilgi gören ve ‘‘Mesut Şanlıurfa’ya gidecek’’ diyerek, ekibi dağıtmaya çabalayanların yarattığı ‘kim gidecek kim kalacak’ merakını, trafik kazası geçiren Suat’ın belirsiz durumuyla pekiştirip 447. bölümdeki sezon finalini de zirveden gerçekleştiren ‘Arka Sokaklar’da olduğu gibi, polisiye aksiyonu yıllarca sürebilir. Ancak başta işaret ettiğimiz gibi, polisiyede dikiş tutturmak her yapımın harcı değil!

Nitekim geçtiğimiz yaz ekranlara gelip sekizinci bölümde final yapan ‘Kanıt: Ateş Üstünde’nin hayal kırıklığını telafi etmek istercesine yaz boşluğuna renk katan ve ‘Sıra dışı polisiye filmler’ sloganıyla yola çıkıp ‘Oyunu Bozuyorum’ diyerek iddiasının gerçekliğini ispatlayan Abdullah Oğuz imzalı ‘Çember’, bu zoru hakkıyla yenenlerden oldu. Bölüm sayısını sınırlı tutup ilk etapta kendisini garantileme akılcılığı sergileyerek işini şansa bırakmayan ve ‘Kanıt: Ateş Üstünde’ gibi dengeleri sağlama bağlamadan ateşe atlamayan ‘Çember’, beğeni kapasitesi yüksek bir iş sıfatıyla gösterdi yüzünü. Defalarca yayınlanan tekrarıyla ikinci olan ‘Şevkat Yerimdar’ın gerisinde kalıp çok ufak bir reyting farkıyla üçüncü gelen, AB’de ise hak ettiği değeri tam bulup birinciliğe yerleşerek oyun bozuculuğunu ispatlayan yapımın başarısındaki en büyük etken, oluşum formülünü iyi hazırlaması! Bu formülü açarsak…

Amerikanvari senaryo tarzını İbrahim Altun ve Gözde Yılmaz’ın kaleminden kazanan film serisinin formülündeki ilk element, içeriğinin kıytırık bir polisiye vakadan ibaret olmaması. Örneğini Amerikan kurgularında gördüğümüz gizemli bir sapığın işlediği bant cinayeti ve üç yıl aradan sonra benzeri vakanın yaşanmasından varılan aile dramı bu açıdan kayda değer bir yaratıcılık. Cinayetin çözüm aşamasında Nazlı ile Deniz’in yer değiştirdiği, hızla elde edilen ipuçlarından dolayı, tahmin edilebilir olsa bile finaldeki kendi kendinin katili olma durumu hem gerilim dozunu artırdı hem de ilginç bir ters köşe yarattı doğrusu.

Formüldeki ikinci unsur muhakkak ki, oyuncular! Barış Bağcı, Serhat Kılıç, Pelin Akil Altan ve Anıl Altan’ın uyumlu birlikteliği bu açıdan öne çıkan detay. Geçmişte çözüme ulaştıramadığı blokları yüzünden hocalığa geçen Barış Amir’in donuk ve sert duruşu… Şile’nin görselliğinde, yardımcısı Osman’a peşin hükümlü olmanın yanlışlığını öğretip delilleri kendine saklamayı seven ve herkesi ‘tosun’ gören Komiser Adem’in mizahi kişiliği… Trafiği açmaktan çok kitlemeye yaradığını layıkıyla ispatlamışken bir sınavla içindeki hafiyeyi ortaya çıkartma fırsatı yakalayan Başkomiser Yardımcısı Ayşe’nin iddialı duruşu… Ve arabası çekilirken bir türlü polis olduğunu söyleyemeyen Komiser yardımcısı Volkan’ın sempatik dolgusu… Bu dörtlü, ekip işlerini sevimli kılan zıt tiplerle çekicilik yaratma olgusunun hakkını vermekte!

Ayrıca bu temel ekibin yanı sıra dizinin başarısında, bölüm oyuncularının katkısını da hesaba katmak lazım. İlk bölümde konuk oyuncu olup Deniz ve Nazlı kimliğiyle karşımıza gelen Sedef Avcı bu açıdan rolünün hakkını gayet güzel vermişti. Diğer bölümlerdeki konuk isimlerin de, karakter-oyuncu dengesinde aynı hassasiyetle seçildiklerini düşünüyorum. Göreceğiz.

‘ÇEMBER: OYUNU BOZUYORUM’UN DÜŞÜNDÜRENLERİ

Film serisi olarak ekrana bir yenilik getiren ‘Çember’in kendini sıkılmadan izleten bir çalışma olduğuna kuşku yok. ‘Oyunu Bozuyorum’ bölümü de yabancı işlerle aynı ayarda olabilecek kapasitedeydi nitekim. Lakin bu başarılı tabloya karşılık, üzerine düşündüren ve inandırıcılığı etkileyen yönlerinin bulunduğunu da belirtmekte fayda var. Bu olumsuzluğu yaratanlar ise içerikte mantıkla ters düşen detaylar!

Misal, ‘Kayıp birini tanımanın en iyi yolu, yaşadığı yerden başlamaktır’ diyen ama dolap ve resim incelemesi dışında pek bir şeyle ilgilenmeyen Ayşe ile nişanlısının kaybolduğu ihbarını yapan Kıvanç arasındaki konuşmalardaki tutarsızlıklar bir yığın. Geçmişte böyle bir şey yaşamadığını belirtip telaşlanan zengin nişanlı Kıvanç, evlilik planından ve geçmişten bahsediyor önce… Sonra da Deniz’le tanıştıklarına birkaç ay olduğunu söyleyerek geçmiş olayının anlamını komikleştiriyor. Ayşe’nin ‘Kavga filan mı ettiniz’ sorusuna, ‘Yo ne alakası var. İkimizin de iş programı yoğun için görüşemiyoruz’ cevabını verirken, ardından üç ay önce sorunların başladığını ve Deniz’in ayrılmak istediğini açıklıyor. Yani Kıvanç’ın sözleri komple ne perhiz ne turşu tadında! Umarım diğer bölümlerde böylesi çelişkiler çıkmaz ortaya.

‘Çember: Oyunu Bozuyorum’da diğer akla takılan mantıksızlık, hastalığını öğrenmenin ardından, Deniz’in yaptığı fedakârlığa karşılık vermek için harekete geçen Nazlı’nın bilezik olayı! Komiser Adem, Şile’de Burak Balamir’in öldüğü yerde bileziği bulmuşken bu bilezik nasıl oluyor da resimdeki Nazlı’nın kolunda görülebiliyor? Resmin önceden çekilmesi imkânsız. Zira Burak, bileziği Nazlı’ya verirken kadın onu aşağıya itilip öldürüyor. Böylece bileziği hiç takmamış oluyor. Hoş Burak’ın niye uçurumun kenarına gidip bilezik verme saçmalığına kalkıştığı da ayrı bir soru işareti ya... Neyse.

Film serisinin ilk bölümünde, neden böyle bir intihar şekli seçtiği hususunda düşündüren Nazlı’nın yaptıkları da mantığa sığmayan türden… Mesela neden ‘Evlenmeden olmaz’ diyen Deniz’in nişanlısıyla sevişiyor? Niye üç yıl önceki bir cinayeti taklit ediyor? Kendi kendini bantlayıp parmaklarını kopartmak ve boğmak niye? Hem elleri sargılı olan Deniz’in gerçekte Nazlı olmadığının ispatı da net değil. Filmde DNA analizinde farklılık göstermeyen ikizlerin parmak izi belirlenemediğine göre… Ekibimiz telefon kaydıyla ve geriye kalan ikizin sözleriyle ikna oldu da… Gizemle mantığı çatıştıran olayı çöz, çözebilirsen.

SONUÇTA; İkinci bölümünü ‘Şehrin Günahları’yla getirecek olan ‘Çember’, bazı mantık sorunları olsa dahi, gayet başarılı bir polisiye ve ‘mini dizi’ akılcılığına karşı bölümler boyu sıkılmadan izlenebilir özellikte. İlk bölümden yakaladığı başarı da bu açıdan umut verici. Şimdi bu tabloya bakıp, altı bölümün prototip olduğunu varsayarak, ‘Devamının getirilmesi mümkün müdür’ diye sorgulasak… Her ne kadar şahsen bunun gerçekleşmeyeceğini düşünsem de… ‘Kanıt’ ve ‘Galip Derviş’ gibi analizli işleri seven biri olarak gönlüm, böylesi içerik ve sunum tadında yerli polisiyeler izlemekten yana. Eminim aşk üçgenlerinden bıkanlar ve ‘Arka Sokaklar’ konseptinden farklı bir polisiyenin özlemini çekenler de bunun gerçeğe dönüşmesini isteyecektir. İsteyenin bir yüzü…

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal