Cesur ve Güzel'i bekleyen sıradanlaşma tuzağı

Sahi bu sahnede Cesur’un üstüne düşen Güzel’in iki saat adamın üstünde durmasındaki mantık neydi? Cesurca yansıtılan memiş bölgesinden diziye çekicilik ve heyecan payı çıkartmak mı? Heyecan demişken…

Anibal Güleroğlu Anibal Güleroğlu

‘Cesur ve Güzel’ hüsranı

‘Cesaret, cesaret, cesaret… İşte yaşamın kanını kıpkırmızı, capcanlı yapan o’ demiş Bernard Shaw. Gerçi günümüzde gerçekleri söyleyip doğruları gösterme cesaretine sahip olanlar, hemen dışlanıp hakaret veya ithamlarla alabildiğine kırılmaya çalışılıyor ama… Cesur olmak korkaklıkla kişiliğini yitirmekten iyidir daima. En azından ben böyle düşünüyorum. Dolayısıyla gerçek yaşamdan dizilere, ‘cesur’ olup farklılık yaratanları takdir ediyorum. Tabii cesur olmayı akılcılıkla ve mantıkla paralel yürütmeyi bilenleri! Yoksa bundan gayrisindeki ‘Cesur’luklar yeterli biçimde sunulamadıklarından etkisiz kalıyor. Hatta hüsrana dönüşüyor.

Nasıl ki; Halit Ergenç’in sesiyle daha dokunaklı hale gelen ‘‘Hiç değişmemişsin Mustafa’m’’ repliğiyle gönülleri titretip ilk bölümüne kıyasla canlılığını artıran ‘Vatanım Sensin’in zirveye yerleştiği Total’de Show Ana Haber’in gerisinde üçüncülükle yetinen, AB’deki ikinciliğine karşın ‘Vatanım Sensin’in yarısından da az reyting alan ‘Cesur ve Güzel’ cephesinde de durum bu… Beklentilerin, iddiaların karşılığını yeterince veremeyen bir hüsran!

‘Neden böyle oldu? ‘Cesur ve Güzel’ hüsranı nasıl gelişti? Aslında bu soruların cevabı en başından belliydi. Hüsran olasılığını, henüz proje aşamasındayken ve büyük reklamlarla sunuluyorken görmüştüm. ‘Siyah Beyaz olmadı, Cesur ve Güzel verelim’ başlıklı yazımda dizinin ne kadar orijinal olacağını sorgulayıp durumu işaret etmiştim. Yine de başarı konusunda tüm kapıları kapatmamıştım haliyle. Ancak ilk bölümüyle karşımıza geldiğinde tespitlerimde yanılmadığım, hem içerikle hem de alınan sonuçla ortaya çıktı.

Farklı kültürlerden kurgular izledikçe yabancı yapımlarla bizdekileri kıyaslama ve eksikleri fark etme fırsatını daha iyi buluyor insan. Bu noktada ne yazık ki, yabancılarla aramızdaki en büyük farkın ‘yaratıcılık’ olduğu gerçeği gün gibi ortada. Uyarlamalara can simidi gibi sarılan senaryo dünyamız, bunların dışında hep aynı konular çerçevesinde benzer şablonlarla dönüp duruyor. El âlem hayal dünyalarını zehir gibi çalıştırırken biz, birbirinin benzeri işler üretmeyi sürdürüyoruz. Şimdi bu hakikati dile getirince rahatsız olanlar hemen ‘emeğe değer vermeyen kişi’ şeklinde yaftalıyorlar ama durum bundan ibaret. Hem emeğe ve objektifliğe fazlasıyla hassasiyet gösterip hak yememeye çalıştığım, buna karşılık yağcılıktan hiç hoşlanmadığım da yazılarımla ispatlı. Dolayısıyla ‘Vatanım Sensin’in eksiklerini sıralarken beraberinde diziyi izlenir kılan beş yıldızlı yönlerini de nasıl vurguladımsa, ‘Cesur ve Güzel’e de aynı mantıkla bakacağım. Kaldı ki, sadece övgüleri kabullenip eleştirilere kızmak da yapımların hakikatlerini, senaryolarımızın yaratıcılık noksanlığını değiştirmez.

‘CESUR VE GÜZEL’ CEPHESİNDE SIRITANLAR…

‘Cesur ve Güzel’ kuşkusuz yapım olarak kaliteli bir çalışma. Dış çekimlerinin emek isteyen tablosuyla ve sahnelerin-görüntülerin özeniyle, iç mekânlara sıkışıp kalanlardan çok üstün olduğu da bir gerçek. Belli ki renkliliği yakalamak için masraftan kaçınılmamış. Oyuncular deseniz… Kimi zaman roller, aşırı baskın müzik sayesinde ‘müzikaltı’ konuma düşerek boğumlansa dahi, oyunculuklara diyecek söz yok. Kadronun hepten iyi olması bir yana, Kıvanç Tatlıtuğ ile Tuba Büyüküstün’ün varlığı başlı başına popülerlik detayı. Ama aynı zamanda bu detay dizinin en büyük sırıtanı. Zira diziyle ilgili ön değerlendirme yazımda, ‘‘Hem belli mi olur… Bir bakmışsınız içeriğinden ziyade Kıvanç Tatlıtuğ ve Tuba Büyüküstün isimleriyle ön plana çıkartılıp orijinalliği konusunda soru işaretleri yaratan ‘Cesur ve Güzel’ de beklentileri boşa çıkartmış’’ diyerek altını çizdiğim üzere, yapım bu iki ismin ilgi beklentisine öylesine odaklanmış ki, içerik arka plana atılmış. Bunun yarattığı izlenimse; bu iki ismin dışında senaryonun önemsizleştiği!

Tamam dizilerde senaryodan ziyade oyuncular ön planda tutuluyor anladık da, bunu böylesine bariz hale getirmeye gerek var mı? Üstelik bizdeki bu alışkanlık sadece dizilerle de sınırlı değil. Belli isimleri öne çıkartarak, bildik konulara sahip vasat filimler üretilmesinden gına geldi. Tabii filmlerin bir atımlık kurşununa karşın uzun dizilerdeki ‘oyuncuya oynama’ hallerinin iticiliği daha fazla oluyor. Çünkü bölümler boyu aynı mantık yedirilmeye çalışılıyor izleyiciye. Bu taktik de haliyle çöküyor zaman içinde. Ayrıca senaryonun ekstra gideri veya yaratıcılığa niyeti varsa bile yapımın oyuncuya endekslenmesi sonucu içeriğin ötelenmesi; temalarının anlamını yitirmesi, klişeleşmesi de kaçınılmazlaşıyor. Ne yazık ki, ‘‘Umarım yanılırım da ‘Cesur ve Güzel’, isminin ötesinde tamamen kendine özgü yol haritasına sahip mantıklı, gerçekçi ve ilgi çekici bir içerikle sağ salim çıkar karşımıza’’ temennisiyle sonlandırdığım geçmiş yazımdaki kaygımı haklı çıkartan ‘Cesur ve Güzel’ dizisi de bu tuzakta.

Nitekim açılışını yabancı yapımlara has bir üslupla yapsa dahi, ölüm riskini ti’ye alıp kurtardığı kadının göğüs dekoltesini izleyecek derecede cinsiyetçi takılan ‘Cesur ve Güzel’ devamını aynı güçle getiremeyip yerlileşti. Sahi bu sahnede Cesur’un üstüne düşen Güzel’in iki saat adamın üstünde durmasındaki mantık neydi? Cesurca yansıtılan memiş bölgesinden diziye çekicilik ve heyecan payı çıkartmak mı? Heyecan demişken… Heyecan ve aşk dolu modern zaman masalı olma iddiasıyla ekrana çıktı ya dizi… Buradan da dizinin sırıtanlarını yakalamak mümkün.

İşin gerçeği daha önce de vurguladığım gibi, içeriğiyle Tomris Giritlioğlu’nun emeğiyle şekillenen ve senaryosu Ayhan Sonyürek’e ait olan dönem dizisi ‘Her Şeye Rağmen’i hatırlatıp onun modernleştirilmiş versiyonu gibi duran yapımda, ilk bölüm itibariyle heyecan kısmının bir hayli yavan kaldığı kesin. Aşk kısmı deseniz… Çok beğendiğim ‘20 Dakika’ dizisindeki Melek karakterine cuk oturan ama onun dışındaki rollerinde hep aynı yansımayı veren Tuba Büyüküstün’ün soğuk duruşu ve dik bakışlarıyla hayli zor öykünün aşk duygusunu yakalamak. Aslında Sühan’ın erkek ismi olduğunu ve ‘söz, lakırdı’ anlamına geldiğini düşünürsek Büyüküstün’ün aşk ve heyecan duygusunu aksettirmesinin de, erkeksi soğukluğa sahip lakırdıdan ibaret kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Nasıl ki, ‘Kara Para Aşk’ta da dizinin aşk ayağı bu nedenle oldukça zayıftı. Hal böyle olunca, duygusal kıvılcımlar yaratma görevi çoğunlukla Kıvanç Tatlıtuğ’un sırtına yüklenmiş. Yani bir bakıma Engin Akyürek’in yerine Kıvanç Tatlıtuğ geçmiş. Tek farkla Tatlıtuğ’un Cesur’u alaycı ve ukala bir intikamcılık peşinde.

Söz karakterlere gelmişken… Kıvanç Tatlıtuğ’un yakışıklılıkla ukalalığı buluşturan duruşundan gücünü alan Cesur’un dizinin temel taşına dönüştüğü yapımda bir diğer sırıtan detay, karakterlerin sıradanlığı! İddia büyük olunca beklenti büyük olur derim ya hep… Burada da insan ister istemez beklediğine değecek bir tablo görmek istiyor. Ama ne yazık ki, klişeleri görünmez kılacak bir çaba yok. Zengin kızı olmanın avantajlarını doya doya sergileyen ve çiçekçilikle parfümcülüğü meslek edinerek ‘Yine mi bu havalar’ dedirten Sühan’ın bilmişlikle yoğrulmuş karakteri akıp gidiyor ama farklılık yakalamak imkânsız. Diğer yandan Tamer Levent, Erkan Avcı ve Serkan Altunorak rollerini başarıyla yapıyorlar. Lakin canlandırdıkları öylesine tanıdık tipler ki! Tahsin Karlıdağ, yönetimi elinde tutmak, karanlık işlerini birlik olduğu devlet görevlileriyle ortaklaşa yürütmek isteyen para babası… Böyle karakterin bulunduğu diziler saymakla bitmez. Korhan, babasının gözüne girmek, ona torun vermek ve işlerin başına geçmek için çırpınan erkek evlat. Bundan da sürüsüne bereket. Bülent deseniz, istenmeyen ama yedekte tutulan adam. Sezin Akbaşoğulları’nın Cahide’si de ekranın çiçeği burnunda kötü ve oyunbaz yengesi. Bunlara karşılık dizide farklılık vaat eden karakterler de var tabii… Fırat Altunmeşe’nin canlandırdığı Kemal ile Irmak Örnek’in Şirin’i! Kemal’in dingin doğallığını, libidosu yüksek karakterlere yenisini ekleyen Şirin’in pervasızlığını sevdim.

Tüm bunların dışında ‘Cesur ve Güzel’ cephesinde sırıtanlar arasında bazı mantıksızlıkların olduğunu da belirtmek isterim. Mesela Nazlı atın böğrüne girip onu çılgınlaştıran diken… Onca yol gittiği halde bu diken hayvanın canını yakmamış mı, anlayamadım. Cahide’nin hamilelik yalanı da ayrı bir sorun. ‘Poyraz Karayel’deki Songül gibi ama Cahide’nin hamilelik yalanı olacak gibi değil. Yani onca zaman nasıl hamile numarası yapıp nasıl doğuracak da başkasının çocuğunu kendisininmiş gibi ortaya çıkartacak. Bana bu hiç mantıklı gelmedi… Hele de Tahsin gibi bir kayınpeder varken. Ayrıca yangındaki tabloya da takıldım. Yangını fark eden Cesur bir o yana bir bu yana koşturdu, camları kırdı, Tahsin’e ilacını verdi, telefon açtı. Sonra da kapıyı omuzladı. Yani kapıyı omuzlayıp açmak için iyice alevlerin sarmasını, Tahsin’in fenalaşmasını beklemesi mi gerekiyordu? Tabii ya… Yoksa nasıl hayat kurtarıp kapağı Korludağ inine atıp ‘İçerde’ olacaktı, değil mi? Evden uzaktayken Cesur’un kafasına düşme becerisi sergileyen kalasın saçmalığını da bu bahaneye bağlayalım mı? Bağladık. Peki… Artık bundan ötesi Şirin kışkırtmalı Aşk-ı Memnu muhabbeti diyelim mi? Dedik de… Bunun etki-tepkisi nasıl olacak ‘örf adet’ diyen izleyicide?

Sonuçta; Cesur replikleriyle dikkat çeken… Tabela devirmekten keyif alan Tahsin Korludağ’ı ikide bir ağızların orta yerine tükürten… Korludağ’ın elindeki her şeyi kendisine sunacağı söyleminden yola çıkıp intikamcılığını, ‘kız ve at kapma’dan başlatan Cesur’u, intikamcıdan ziyade cankurtarana dönüştüren… Öykünün entrika ayağınıysa devletten teşvik kapma, işini yapmayanı attırma gibi hallerle sergileyip insanların nasıl zengin olduklarına işaret eden ‘Cesur ve Güzel’, olabildiğince yabancı yapımlara has öğelerle süslenmiş bir dizi ve sanki iç piyasadan ziyade dışarısı gözetilmiş gibi. Sevdim mi? Yapım-söylem itibariyle sevdim ama… Yarattığı hüsran da meydanda.

Anibal GÜLEROĞLU

[email protected]

www.twitter.com/guleranibal